Derler ki insan, hayvan, böcek ve benzeri canlıların tek ortak yanları, yaşadıkları tecrübelerden çıkarttığı sonuçlar ile geri kalan yaşamlarını organize etmeleriymiş. O zaman sormak lazım, özetlediğim deneyimi yok sayanlara ne sıfat biçebiliriz?
Yukarıda resmini gördüğünüz tesis Çeşme’nin (İzmir) çok özel bir coğrafi mekanı olan Paşalimanı mevkiinde, Büyükliman olarak isimlendirilen bir koy kıyısıdır.
Tesis 1 kayıkhane, 1 sosyal tesis ve 3 adet lojmandan (Yatakhane) oluşmaktadır.
Sanırım 1960’lı yılların ilk yarısında, öncelikle kayıkhane inşa edilmiştir. Kayıkhane gerek mühendislik, gerekse modern mimari kalitesiyle, ‘Tescile dahi değer’ bir yapı olup, gençlere tekne ve yelkenciliği öğretmek üzere işlevlendirilmiş ve 1970’li yılların ortalarına kadar (yaklaşık 10 yıl) bu amaçla kullanılmış idi. Daha sonra yapılan sosyal tesis ve yatakhaneler ile tesis 1980’li yıllara kadar gelişerek orta öğretim öğrencilerinin bir tür ‘su sporları ve tatil kampı’na dönüştü. Tesis bu gelişmiş hali ile Milli Eğitim Bakanlığı’ndan, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na devir edildi. Ancak güçlü işlevi aynen sürdü. Öyle ki, 1970’li yılların sonundaki MC hükümetleri döneminde MHP’li gençlerin bir tür ‘ülkücü kampına’ dönüşse de Türk gençlerine hizmet vermeyi sürdürdü.
1970’lerde bu tesis için en önemli eleştiri konumuz; ‘Kayıkhaneye eklenen binaların mimari kalitesizliği’ idi. Gerçekten de ‘2 katlı tip yapılarla doğaya nasıl tasallut edilir’in tipik bir örneğiydi yeni yapılanlar.
O zamanlar kamp müdürüne yaptığım şikayette (Adı sanırım Orhan Bey’di) ağaçlandırma ile bu ayıbı 5 yıl içinde örteceğini söylemiş ve gerçekten de yoğun bir ağaçlandırma yapmış idi. Ancak binaların gizlenmesi 5 değil, 20 yılda mümkün oldu.
Sanırım 1990’lı yıllarda tesis bu kez ‘derslerinde başarılı olan öğrencilere’ tahsis edildi. Ancak aynı yoğun kullanım devam etti.
Çoğu ağaçlar arkasına gizlenmiş tesis 2 yıl öncesine kadar tam kapasite ile hizmet verirken aniden lağvedildi. Nedenini tahmin edebilirsiniz! Ülkemize döviz getirecek bir turistik tesis yapılacak imiş! Şu sıralarda sanırım yeni sahibini bekliyor!
Yukarıda sizlere yaklaşık 60 yıl süren bir olguyu özetlemeye çalıştım. 2 yıldır geldiğimiz noktada ise ‘yapılmakta olan yanlışın onlarca yıldır yapılan kıyı ve koy yağmacılığının yüzlerce örneğinden biri olmaktan daha öte bir özelliği olduğunu vurgulamam gerekiyor. Şöyle ki:
3 yanı denizlerle çevrili Türkiye’nin en önde gelen kültür zaafiyetlerinin başında belki de ‘su ve kıyı kültürsüzlüğü’ yer almaktadır. Büyük ölçüde tarihsellikten kaynaklanan bu sorunsalı aşacak devlet vizyonu ve devlet politikaları olmadığı için, duyarlı kişi ve devlet kurumlarının, birimlerinin bu sorunun çözümünde yaptığı tekil girişimler ciddi bir önem arz etmektedir. Bu tesisin yok edilmesi de bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Tesisin işlevlendirilmesi ve yer seçimi, su ve kıyı kültürsüzlüğümüzden beklenmeyecek derecede isabetlidir. Ancak daha da önemlisi, bu devlet 60 yıla yakın bir denemeyi, giderek artan bir başarıyla sürdürmüştür. Geldiği aşamada ise yapacağı şey bu tesisin mimarisini, programını ve strüktürünü iyileştirmek ve olsa olsa tesisin benzerlerini başka yerlerde realize etmektir.
60 yıldır gençliğe özel bir hizmet veren tesisin kapatılmasına ‘yelkeni, tekneyi, yüzmeyi orada öğrenmiş binlerce kişinin’ tepki göstermemesini belki geleneksel su ve kıyı kültürsüzlüğümüzle bir ölçüde açıklayabiliriz. Ancak bu konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgili akademilerimiz, meslek odalarımız, spor kulüplerimiz vb., ve de elbette basınımızın ataletine ne diyeceğiz?
Bazı söylemlere göre öteki dünyada Buda’dan Zeus’a, Apolyon’dan Poseydon’a kadar tüm tanrılar cennet/cehennem sorgulamalarında görevliymiş. Eğer doğru ise deniz tanrısı Poseydon ‘açmış kucağını bizimkileri dört gözle bekliyordur’.
Son bir not: Derler ki insan, hayvan, böcek ve benzeri canlıların tek ortak yanları, yaşadıkları tecrübelerden çıkarttığı sonuçlar ile geri kalan yaşamlarını organize etmeleriymiş. O zaman sormak lazım, yukarıda özetlediğim deneyimi yok sayanlara ne sıfat biçebiliriz?