"Niyetin sadece mimarı öldürmekse senin de intihar etmene gerek yok. Şuradaki -kırkakırk-la kafama vurabilirsin" dedim ve yan gözle etrafı kolaçan ettim. Neyse ki kırmızı baretli iş güvenlikçiler ortalıkta yoktu.
Ben şantiyede bareti kafamdan çıkardığımda her an çömelip su içecek gibi elim kafamda geziyorum. Çelik botum olmadığında yağmurda çıkan salyangozlardan kaçınan kızlar gibi yürüyorum. Tıpkı emniyet kemeri takmadığımda araba koltuğundan düşeceğimi hissettiğim gibi…
Veysel Usta’ya tam olarak ne yapmaya çalıştığını sordum.
Aslında niyetini gayet iyi biliyordum. Düşündüm ki kendisi kelimelere dökerse hatasını görmesinde faydası olur.
Olmadı.
“Tüpü ısıtıyorum abi, biraz daha gitsin, bitiyor galiba” dedi.
Aynen de söylediğini yapıyordu. Şalomayı LPG tüpüne tutmuş, LPG tüpünün altını ateşle harlıyordu. Alelade bir iş kazasıyla ancak kendisine zarar verebilirdi. Belli ki bir patlamayla sansasyon yaratmak, akşam haberlerine çıkmak istiyordu.
“Niyetin sadece mimarı öldürmekse senin de intihar etmene gerek yok. Şuradaki -kırkakırk-la kafama vurabilirsin” dedim ve yan gözle etrafı kolaçan ettim. Neyse ki kırmızı baretli iş güvenlikçiler ortalıkta yoktu. H120cm’lik iskeleye kemersiz çıkan alçıpancı bana 750TL’ye patlamıştı. Şantiyeyi havaya uçurmaya teşebbüsün cezasını düşünemiyordum.
Yangın tüpünü görünür bir yere koyduktan sonra Veysel Usta’yı yeni tüp almaya gönderdim. Görünen o ki Veysel Usta’yı, Veysel Usta’dan korumak için o geceyi de şantiyede geçirecektim…
Tüm dünyada iş güvenliğiyle ilgili mizah sayfalarında bizim ülkemizden de birçok örnek gösteriliyor. Özellikle kültürümüzün cesur mizah anlayışıyla şantiyelerimizde de karşılaşmak mümkün.
İş güvenliği konusunda temel gerekçemiz (haliyle) kendimin ve ekiplerimin güvenli bir ortamda çalışmalarının güvence altına alınması. Ama bu yazıda üzerinde durmak istediğim konu, bu sıkı denetimlerin mimarlara güvenlikten başka faydalarının da olduğu.
Kendimizden bir örnekle ilerleyeceğim.
Biz İstanbul ve Anadolu’da birçok birinci sınıf alışveriş merkezinin açılışına mağaza teslimleri yaptık.
AVM açılışları mimarlar için ilginç deneyimler barındırıyor. Adeta mimarların “Prison Break” hapishanesi gibi. 150-200 mimarlık bürosunu 40 günlüğüne dev bir hangara sokuyorlar. Önceki açılışlardan kurulmuş arkadaşlıklar, diyaloglar var. Bir normal mimarlar var bir de eli güçlü mimarlar (Zara, Koton, H&M vs.) var. Güvenliği aşıp içeriye girmek, yük asansörü gerginliklerini idare etmek, vinç-forklift operatörleriyle iyi ilişkiler kurmak, sahaya su çekmek, malzemelerin güvenliğini sağlamak vs. ortada bir dolu “challange” var. Bazı gruplar birbirini kolluyor, bazıları kuyularını kazıyor. Bir de gardiyanlar var: Pilotaj grubu ve iş güvenliği ekipleri.
Tipik bir AVM açılışı
Konumuza dönelim.
Bu süreçlerde AVM’nin ağır inşaat şartları da sürdürüldüğü için iş güvenliği denetimleri görece sıkı devam ilerliyor, temizlik yapacak ekibin bile bazı önkoşulları sağlaması isteniyordu;
Bunun yanında uygulamayı yapacak şirketten de
vb. belgeler talep ediliyordu (genelde en iyi şantiyenin bile ilk 15-20 günü sıkı başlar, bir yerden sonra herkes sorunsuz bir açılış istediği için tavizler verilmeye başlanır).
Bu tip dökümantasyonu eksizsiz karşılamak ve 30 günlük sıkışık bir iş programını tamamlayabilmek için vasıfsız müteahhitlerden daha iyileri gerekiyor. Kahveden çağrılan yevmiyeli işçilerle işbaşı yapılamıyor, sürekli ve eğitimli ekipleriyle işbilir mimarlar veya uygulayıcılara (yani bizlere) ihtiyaç artıyordu. İşverenin “bizim Selim Usta halleder”iyle işler yürümüyordu.
Eğer regulasyonlar tam uygulanırsa, sürekli ekiplerin değerinin de zamanla artacağını, müteahhitlerin kafalarına göre işçilerin suyunu çıkaramayacağını umuyorum.
Her haliyle kazan-kazan durumu.
—
Dört kişilik iş güvenliği heyeti ve yüklenici grubu 4 metrelik ahşap iskeleye bakıyorlardı. Denetimin bugün yapılacağı belliydi, bu iskele bu halde nasıl unutulurdu? Yüklenici firmanın sahibi sıkkın bir şekilde yapılacak yorumu beklerken bir yandan bakışlarıyla sorumluları azarlıyordu.
Heyetten bir kişi şantiye şefine döndü. “Bu berbat iskelede en azından bir adet çok doğru bir şey var, nedir sizce?” dedi.
İskele artık kendini ayakta tutmaktan acizdi. Korkuluk olmamasını geç, ayak basılan kalasın bile budaklarından ayrılması an meselesiydi. Hiç bir noktadan duvara ankre edilmemişti ve yıkılmak için forklift değil bir el arabası darbesini bekliyordu.
Yüklenici grup düşündü ama iskelenin elle tutulur hiçbir şeyini bulamadılar. Yine de görünen o ki bir şeyi doğru yapmışlardı.Kendilerinin bulamadığı cevabı yine heyetten beklediler;
“Üzerinde çalışan kimse yok. Çabuk kaldırın şunu”.