“Kuitti” Fincede kasa fişi demektir. Bu fişlerin, her gün cebimizde, cüzdanımızda dolaşan kağıt parçaları olduğunu hepimiz biliriz. Belki de kuittiler, günlük yaşamda en çok gördüğümüz, hatta en çok elimize aldığımız şeylerden biridir. Kuitti hem alan, hem de satan için harcamaların belgesi, alışveriş yapmanın bir kanıtıdır.
Kuitti bazen bir süpermarketin kasasındaki satış elemanından, eğer yolculuk yapıyorsanız bir otobüsün söföründen ya da tren kondüktöründen ya da para çekmek için bir bankamatiğin gişesinden, para yatıracağınız bir banka gişesine varmak ya da kuyruğa girmek için otomatik makineden alınır. Gittiğiniz bir sergiden, gece yarısı tuttuğunuz bir taksiden, keyifli bir konserden, gürültülü bir futbol maçından, dostlarla olduğunuz bir lokantadan sonra onları cüzdanınızda ya da cebinizde bulursunuz. Kuitti her yerdedir.
Dikkatle söyle bir bakınca da, genellikle bu küçük kağıt parçalarının üzerinde aslında yazılarla, rakamlarla dolu bir dünya olduğunu, alışveriş miktarından tutun da, alışveriş yaptığınız firmanın adına, adresine, telefon numarasına, vergi numaralarından, eklenen yüzdesine, aldığınızın isminden alışveriş tarihine, kullandığınız kartın numaralarından, firmanın vergi kayıtlarına ve en sonunda da teşekkürlerden farklı dillerde bile yazılan tekrar beklerizlere kadar giden detayları görürüz. Eğer aldığınız malı sonra değiştirmek gerekiyor ise ya da onun garantisi kullanılmak istenirse kuittinin saklanması gerekir. Hatta garanti için saklanması gerekli kuittilerin bazılarının üzerinde yazılı olanlar, bir süre artık görülmez olduğundan ya da silindiğinden müşterinin onun bir fotokopisini alması da ikaz edilir.
Boy boydur, çeşit çeşittir kuittiler. Değişik uzunluklarda, değişik kalitelerde olanları ile karşılaşırız. Bazıları daha kaliteli, bazıları ise daha harcıalem kağıtlara basılır. Kuitti alışveriş yapmanın vazgeçilmez bir sembolüdür. Kayıttır, bir kontol belgesidir herkes için. Onun yolculuğu tezgahlardan, makinelerden, başlar, ceplere, cüzdanlara, eğer hala varsa devlet memurlarının, emeklilerin doldurduğu zarflara, akşam kasasını yapan tezgahta çalışanların çekmecelerine vergi memurlarının, muhasebecilerin masalarına dosyalarına kadar gider ve her ne ise sonunda ya hemen alışveriş yaptığımız yerde ya da hesap kitap sonrası, er geç kuittiler çöpe atılır. Oraya atılırken de kuittilerin çoğu kez, herkes onlardan kurtulmak istercesine çok lüzumsuz bir kağıtmış gibi, tortop buruşturularak fırlatıldıklarına tanık oluruz.
Birkaç yıl önce, benim gibi Helsinki’de yaşayan ve mimar olan yakın bir dostum, yakın bir arkadaşım buradaki uluslararası bir konferansa katılmıştı. Birkaç gün süren bu konferansta bir makale sunmuş ve çalışması ile de oldukça ilgi görmüştü. Herkes değişik salonlarda bir yığın konuda bildiriler sunmuş, birbirini izlemiş ve günler boyunca tartışmıştı. Sonunda kapanış günü gelip çattı. Konferansı düzenleyen komite kapanış konuşmasının ardından bizim Eymen’in ismini anons etmiş ve kendisine özel bir ödül vermişti. Eymen Homsi de bu işe bir yandan şaşırırken alkışlar arasında ödülünü almıştı. Bana bunu akşam telefonda anlattığında çok sevindim. Ertesi gün orada kendisi gibi bu organizasyona bir makale ile katılan taa Çin’den kalkıp Helsinki’ye gelen Gu Daqing ile beni tanıştırmak istedi. Helsinki’nin biraz uzağında, mimari olarak görülecek önemli yerlerden biri olan, Fin dünyasındaki bugün artık yaşamayan eski önemli mimarlarından Herman Gisellius, Armas Lingren ve Eliel Saarinen’in beraber tasarladıkları ve hatta orada uzun yıllar önce aileleriyle beraber yaşadıkları Hvitträsk Gölü kenarındaki eğimli araziye yayılmış olan evlerine, mimarlık atelyelerine gideceklerdi, beni de davet etti.
Ertesi gün buluşma yerine giderken ödül alan arkadaşıma mütevazi bir hediye almak içimden geçti. Yolda buradaki çok katlı alışveriş mağazalarından bir olan Stockmann’a girdim. Vakitte yoktu, daha ileriye gidemeden, hemen soldaki girişte, antrede çiçekleri gördüm, hızla birisini sardırıp, aldım ve buluşma yerine vardığımda kendisine büyük bir keyifle verdim. Daha sonra Eymen’in Hong Kong’daki Çin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden meslekdaşı, mimar Gu ile de tanıştım. Gu ile birlikte arkadaşımın grafik sanatçısı olan eşi Sari Airola ‘da gruba katılmıştı. Hep birlikte Hvitträsk’a doğru yola çıktık. Sohbet ederek, önce trenle sonra da hafif eğimli yemyeşil bir yoldan kuş sesleri arasında bu meşhur villaya ulaştık. Çok güzel bir gün geçirmiştik. Bu tanınmış üç mimarın yarattığı mekanları onların hep birlikte çalıştıkları yerde dolaşarak, duvarlara asılı çizimleri, tasarladıkları mobilyalar arasında bir o mekandan bir bu mekana geçerek hissettik. Eskisiyle yenisiyle, hoş anları, tartışa tartışa hep beraber yaşadık. Sonunda bahçeye çıkıp aşağılara, göl kenarına doğru indik ve ağaçların arasında çevreyi dolaştık.
Geri dönmek üzere bahçe duvarlarının sonundaki kapıya vardığımızda elimi cebime atmıştım. Stockmann’dan Eymen için aldığım kuitti elimdeydi. Cebimden çıkarttım, söyle bir baktım. Üzerindeki “kukka” (Fince çiçek anlamına gelen) yazısı dikkatimi çekmişti. Nedense, otobüs beklerken ve dostlarla sohbet ederken onu farklı yerlerden, spontane olarak alt alta üst üste, farklı açılarda katladığımı hatırlıyorum. Bir o yana bir bu yana derken, Kuittinin üzerindeki sayısız katlamalar bir araya gelmişti. Sonra Helsinki’ye gidecek otobüs durağa yanaştı, bende aylık paso vardı, bizim babacan şöförün yanındaki otomatik tarayıcıdan kartımı geçirdim, zaten otobüs oldukça boştu, kuitti elimde dostlarla birlikte, bir yerlere oturduk, sohbete devam ettik. Sonra bir ara hala katlamaya devam ettiğim kuittiye gözüm ilişti. Yatık gelen güneşin kuitti üzerinde yarattığı gölgelerle, katlamalar daha da belirginleşmiş, ortaya çıkmıştı. Hatta Eymen’e de gösterdim ve sonunda tekrar cebime attım. Tam karşımda oturan, sevgili Eymen’in demese de yahu hep böyle aykırı, birbirini kesen, alt alta üst üste çizgileri mi seveceksin anlamındaki keyifle gülen bakışı da gözümün önündeydi. Sonra kuittiyi unuttum gitti.
Bir gün büroya gittiğimde kuittiyi tekrar ceketin cebimde bulmuştum. Cebimden çıkarttım ve çalışma masamın yanına koydum. Üzerindeki bir sürü katlama ile bu defa gözüme daha bir başka gözükmüştü. Akrobat ışığının altında kuittinin türlü haline tanık oldum. Sağa sola çevirdim, her defasında değişiyordu. Bir ara yön gösteren haritalara, sürprizlerle dolu dalgalanan yüzeylere, landscape haline hatta projelerin yanıbaşında okuduğum kitaplardaki modern resimlere, kubistik mekanlara dönüştüğü bile olmuştu. Kuitti yanıbaşımdaki mekanın bir parçasıydı. Artık onu farklı yönleri ile görmeye hazırdım belki de.
Bir gün kuittinin farklı karelerini, görüntülerini çekmeye başladım fırsat buldukça. Önce küçük nüanslarla kuittinin yükseltilerinde oynamalarla kendine özgü birşeyler ortaya çıktı. Kuitti bir kasa fişinin ötesinde başka bir şeye dönüşmüştü. Kuittinin yakalamaya çalıştığım anları vardı. Anlar bir kolaj gibi biraraya geliyordu. Fragmanlarla birlikte bütünü oluşturan parçalarda ilginç bir seri oluşturuyordu. Bir öncekini bulmadan diğerine varılamıyordu. Adım adım merdiven çıkar gibiydim. Her anı beni başka bir ana yolluyordu. Her farklı hareket başka bir mekanın ipuçlarını veriyordu. Yumuşak yayılmalarını kaydettim. Sert dönüşleri, katlamaların ilerisinde derinliği aramak istedim, siyah beyaz etkiyi, kontrastlığı kontrol etmeye çalıştım kareleri alırken. Ama herşeyin ötesinde en çok ilgimi çeken de kuittinin kendisini unutup binbir surat gibi kılıktan kılığa girmesiydi bu spontane yolculukta. Elimde kalem olmadan eskiz yapar gibiydim.
Eymen’in ödülü, Stockmann, oradan ona aldığım çiçek, çiçeğin kuittisi, gittiğimiz Gisellius, Lingren ve Saarinen’in Hvitträsk Evi, dönüş otobüsü, yatık güneş, gölge herşey birbiri ardına eklendi, kuitti kuitti olmaktan çıktı. Sonra bazı resimleri, bazı parçalarını büyüttüm. Küçük detaylar dev gibiydiler. Şimdi artık kuitti, çaresiz, kuittiliğinden bütünü ile vazgeçmiş, geçmişinden kopmuş, ne yazısı ne de orijinal halinden kalan başka bir izi kalmıştı. Ama onun diğerleri gibi luzumsuz hale gelebilecek, buruşturulup çöp tenekesine atılacak kaderi de değişmişti. Kuitti yeni karekteri ve değişen yüzü ve yüzleri ile hemen yanıbaşımızdaki başka bir dünya olmuştu. Kim bilir, çok yakınımızda olup da hiç değer vermediğimiz, görmediğimiz, dikkatle bakmadığımız neler vardı etrafımızda. Yakaladığım bu kareleri olabildiğinde büyütüp adam boyu duvarlara astım. Her baktığımda başka şeyler, başka başka mekanlar görüyordum. Artık “Kuitti” bambaşka bir şeydi.
* Yukarıda sözü geçen kasa fişinin fotoğrafları “Kuitti: The Colours of The Rubbish” başlığı altında Helsinki, Punavuoridesign Galerisi’ndeki FRAGMENTS adlı karma sergide, 15 Ocak – 15 Şubat 2008 tarihlerinde sergilenmiştir.
** Bu yazı Git Dergisinin 18. sayısında da yayınlanmıştır.