Mimarlık ve şiir üzerine...
“Üç katlı ahşap evin her katı ayrı alem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem,
Orta kat: “Mavs” oynayan annem ve aşıkları,
Alt kat: Kızkardeşimin “Tamtam”da çığlıkları.
Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;
Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!”
Muhasebe
Mimaride şiire yaklaşan bir şeyler olduğunu bilirdim de şiirde mimariye yaklaşan bir şeyler olabileceği aklıma gelmezdi. Yaşamın tüm düşünce değişimlerini, gidilen ülkeleri, şehirleri, evleri, sokakları ve kaldırımları kelimelerle çiziyordu şair. Kah kesit alıyordu kah görünüş çiziyordu.
“Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca’da yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar…
Bir ses, bilemem tambur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir “Kâtibim”i…”
Canım İstanbul
Bir mısra eskiz diğeri detaydı:
“İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler…
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.”
Kaldırımlar 1
“Atıyor sızıların, çıplak duvarda nabzı,
Çivi yaralarında, çivi yaralarında.”
Otel Odaları
Kalemin yarattığı çizgi kağıtta salt çizgiydi, kelimelerle zihinde yaratılan çizgi, imge ya da duygu her okunuşta yeniden yaratılıyordu. Bu sonsuz gibi bir şeydi. Yalnızca şairin bildiği tek gerçek şeklin ya da duygunun sonsuzluğa dönüşmesiydi. Tam bu noktada mimari ve şiir sırt sırta duruyordu. Bir tasarım problemini çözmeye çalışırken, beyaz kağıtla ya da siyah ekranla baş başayken, neresinden tutmalı çizgiyi? Nasıl evirip çevirmeli, sonra hangi renge boyamalı bu resmi? Ama bu gerçekti, şimdi hangi yasalara uymalı bir de kaç paraya çıkmalı? İşte tam burada ‘Buyrun ve maktaından seyredin’ mimarlığı.