Mesleğimizin daha fazla örgütlenmeye, örgütlülüğün çeşitlerinin artmasına ve meslektaşların birbiriyle sağlıklı diyaloglar ve çalışma ortamları yaratabileceği birlikteliklere mimarlık mesleği ve ülkemiz demokrasisi açısından her geçen gün daha fazla ihtiyaç duymaktayız.
24 Eylül 2020 tarihinde Arkitera platformunda yayınlanan “Mimarlar Örgütlü mü Örgütsüz mü” isimli yazımda Mimarlar Odası ve TMMOB’nin günümüz şartlarında ve niceliksel olarak örgütlü kalmamız konusunda ne kadar yeterli olabileceğini sorgulamış öneri olarak da Mimarlar Odası’nın kendini konumlandırdığı yeri yeniden gözden geçirmesi gerektiğini ve yerelde ve/veya ulusal düzeyde tabana yayılmış demokratik yapıların sayısının artırılması ve güçlendirilmesi için çalışması gerektiğini önermiş, bu bağlamda kimsenin dışarıda kalmayacağı şekilde ülkedeki tüm mimarların kendi yerel toplulukları, özelleşmiş ihtisas alanları ve işdaşları ile etik değerler etrafında, utanma duygusunu tesis edecek biçimde örgütlenmesinin vaktinin çoktan geldiği anlatmaya çalışmıştım.
Buna bir anlamda; sorunlara hızlı akılcı ve etkin çözümler üretebilme, diyalog zeminlerini çeşitlendirme ve köklü kurumların önceliği olan kendini koruma refleksini örgütlülük modelinde aradan çıkarma adına sivilleşme de diyebiliriz. Özellikle hayatımızın çoğunluğunu kaplayan mikro sorunlarda sivil örgütlenmeler çözüme ulaşmada çok kıymetli ve hızlı bir yoldur. Sivil örgütlenme, yapılan işin kalitesini artırdığı gibi meslekten elde edilen kazancı da artırabilmektedir. Bunun da en temel nedeni sürekliliği olan aktif denetim mekanizması, yatay ilişkiler ve yatay diyalog zeminleridir.
Mimarlık mesleğinin de diğer sayıca fazla mesleklerde olduğu gibi çalışma zeminleri çok çeşitlenmiş, ihtisaslaşmış ve meslektaşlar arasında mesleğe topluma ve problemlere bakış açıları kaçınılmaz olarak çeşitlenmiştir.
Bildiğimiz üzere kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları mensuplarının nitelik ve nicelik bakımından toplumun en ağırlıklı kesimlerindendir ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına göre bu kuruluşlar gönüllü üyeliğe dayanmadığı için sivil toplum kuruluşu sayılmamaktadırlar. Ancak, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını sırf üyelik zorunlu diye örgütlenme ve sivilleşme yolunda dışarıda bırakmanın da pek doğru bir yol olduğunu savunmak elbetteki akılcı ve gerçekçi olmaz. Hele bizim gibi demokrasisi sallantıda ülkelerde böyle bir ayırıma gitmek örgütlenme ve mesleki yetkilerin iyice daraltılması anlamına gelir ki yazıda önerdiğim sivilleşmenin oda örgütlenmesine alternatif değil tamamlayıcı nitelikte olduğu anlaşılmalıdır.
Sivil demokrasilerde örgütlenme hakkı temel haklardandır. Bunun en sade ve anlamlı olanı da şüphesiz platformlar ve derneklerdir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası ana belgelerin temel hak ve özgürlükler bölümünde yer alması da konunun önemini gösterir. Demokratik ülkelerin anayasalarında da aynı düşüncenin gereği olarak sivilleşme yer almaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının önemi ülkemizde yeterince anlaşılamamıştır. Ülkemizde gerek devlet gerekse de kamu kurumu niteliğindeki meslek örgütleri zaman zaman sivilleşmeye kendini tamamlama refleksiyle değil kendini savunma refleksiyle cevap vermektedir. Gelişmiş ülke vatandaşlarının sivil toplum kuruluşlarına üyelik ortalaması bizim ülke ortalamasının neredeyse beş ile sekiz katıdır. Elbetteki bu oranın sonucu olarak o ülkelerin sivil toplum kuruluşları ekonomik, sosyal, kültürel, hatta siyasal anlamda fazlasıyla etkindirler. Sorunları kaynağında tespit etmek ve yerinde çözebilmenin de en önemli ayağı sivil örgütlenmelerdir. Sorunları çok olan bir toplum olduğumuzu düşünürsek sivilleşmek ve dernekleşmek bu sorunlara çözüm bulmada önemli bir araçtır. Günümüzde örgütlü toplulukların önemi her gün artmaktadır, bu topluma ekonomik ve sosyal olarak güç katmaktadır. Çevremize baktığımız zaman güçlü ve örgütlü yapıya sahip olan toplulukların ve mesleklerin ayakta durduğunu ve her koşulda bir yaptırım gücüne sahip olduklarını görüyoruz. Buna en iyi örnek ülkemizde tıp hekimlerinin her branşta derneklerinin olması gösterilebilir. İç mesleki denetimleri oldukça verimlidir ve son derece aktif çalışmaktadırlar. Mesleki ihtisas dernekleri, mesleki ve bilimsel gelişimi desteklemeden, hakların korunması ve geliştirilmesine, sosyal faaliyetlerden toplumsal farkındalığın artırılmasına dönük girişimlere, lobi faaliyetleri ile iş birliğine kadar önemli işlevlere sahiptir.
Mimarlık mesleğine uyarlanmış bir örnek üzerinden gidersek; mesleğin denetim iş kolunda çalışan ve özellikle yapı denetim gibi son derece önemli ve bir o kadar da özel sektörün koşullarından ve mevzuatların acımasızlığından dertli, ülkenin her yerinde yalnız kalmış bu grubu ele alalım; yapı denetim firmalarında yaptıkları işin kıymeti ve altına girdikleri risklerden dolayı hakettiklerinin altında kazanan, sektörde başka kazanç kapıları kanunen olamayan, en küçük hatalarında meslekten men ve savcılığa varan ciddi cezalar alan, bazı yapı denetim firmalarının usulsüz onaylar istemesine örgütsüzlükten direnemeyen, direnmeye çalışsa bile sürekli tehditler alan bu arkadaşlarımızın sorunlarını sürekli yatay bir zeminde tartışmaya, birbirlerini koruyup kollamaya, iletişim halinde kalmaya fazlasıyla ihtiyaçları vardır. Oda ve şubeler çatısı altında yapılan çalışmalar odaların ihtisasa göre ayrılmamış profilinden kaynaklı ve yapı olarak yatay iletişime sahip olmamasından dolayı sorunları çözebilmekten uzak kalmaktadırlar. Örgütsüzlük ve iletişimsizlik bu alanda çalışan meslektaşların ücret politikasından tutun da usulsüz onaylara kadar birçok konudaki dirençlerini kırmakta, başta kendilerini dolayısıyla da yapı sektörünü tehlikeye atmaktadır. Örnekler farklı ihtisas gruplarının ve çalışma alanlarının çözümlenemeyen sorunları üzerinden çoğaltılabilir
Bu gibi ortak çıkar ve ihtisas gruplarının bir araya gelmesi, birbirleri ile tanışması ve sürdürülebilir diyalog köprüleri kurması, ortak davranış biçimleri, özelleşmiş etik değerler belirlemeleri, aktif denetim mekanizmaları kurmaları geldiğimiz dünyada mesleğimizi her alanda layığıyla yapabilmenin tek yoludur.
Mesleğimizin daha fazla örgütlenmeye, örgütlülüğün çeşitlerinin artmasına ve meslektaşların birbiriyle sağlıklı diyaloglar ve çalışma ortamları yaratabileceği birlikteliklere mimarlık mesleği ve ülkemiz demokrasisi açısından her geçen gün daha fazla ihtiyaç duymaktayız. Sorumluluk almadığımız sürece; ne yazık ki her geçen gün yabancılaştığımız meslek sahibi bireyler ve kurumlar haline gelmemiz kaçınılmaz hale gelir. Mimarlar Odası ve şubelerinin sürdürülebilir bir politika olarak bu konuyu teşvik edici ve destekleyici yaklaşımlar ve çalışmalar yapması mesleğimizin geleceği açısından son derece hayatidir.
Uygulama alanları yönünden zengin mimarlık mesleğinin her alanında çalışan biz mimarlar olarak da çok geç olmadan birbirimizi bulup örgütlenmemiz ve sivil örgütlenme konusunda birbirimizi yüreklendirmemiz gerekmektedir.