Haliç'e yapılacak metro köprüsü hakkında...
Bugünkü Radikal’de (14 Ekim 2011) Haliç’e yapılacak metro köprüsü için bir yazı yer alıyor.
UNESCO Dünya Miras Komitesi toplantısında alınan karar doğrultusunda projeyi denetlemekle görevlendirilen Moawiyah İbrahim’in gelinen son çalışmayı “etkisi en aza indirgenmiş proje” olarak değerlendirdiği görülüyor.
Ayrıca bu UNESCO uzmanı yapılan projenin değiştirilmesini isteyenleri “köprünün yapılmasına karşı çıkanlar” olarak tanımlıyor.
Bu iki değerlendirmenin bir çaresizliğin ve yanlış anlaşılmanın bir ifadesi olduğunu düşünüyoruz. Bir tasarım böyle bir yöntemle, bir tasarım ekibinin düşüncesi ile ve kapalı ilişki içinde değerlendirilmemeli.
1. Ortaya konmuş olan bir tasarım bu yöntemle değerlendirilemez. Yapılan değerlendirme son derece basmakalıp, teknokratik bir değerlendirme. Bir uzmanın yönetimle ve yönetime yakın bir mimarla kapalı ilişki
içinde böyle bir değerlendirme yöntemi içinde hareket etmesi yeterli değildir. Pekala başka çözümler de vardır, hiç bir tasarım alternatifsiz değildir.
Mimarlık, tasarım, mühendislik, araştırma… öznel ve açık uçlu olması gereken faaliyetlerdir. Var olanın alternatifi, tasarımın açık uçlu bir düşünce ile gözden geçirilmesidir. Yapılması gereken “zararlı etkileri aza indirmek” için yapılan bir değerlendirme değil, tasarımın başka alternatiflerinin olabileceğini göstermektir. Örneğin başka bir tasarım grubu (mevcut çakılı kazıkları da kullanarak) köprüyü ayaklar üzerinde taşıtabilir. Yöntem değişmediği, değerlendirme mevcut bir tasarımı değiştirmek, tashih etmek biçiminde algılandığı için boşuna zaman kaybediliyor.
2. Köprünün gerekli/gereksiz olduğu gibi bir tartışmayı bugün için çok anlamsız ve akla ziyan buluyoruz.
Geçmişte elbette ki başka bir güzergah izlenebilirdi. Ancak o zaman da alternatifleri ortaya konmadığı için tüneller kazılmış oldu.
Yüzmilyonlarca lira harcandıktan sonra projeyi geliştirmek isteyenlere “köprüye karşı çıkanlar” demek büyük bir haksızlıktır. Kötü yönetim nedeniyle neredeyse on sene kaybedilmiştir. Bunun maliyeti çok yüksektir. Bunun sorumlusu uygulanan yöntemdir.
Yöntemde ısrar etmek yerine bir an önce projeyi gözden geçirecek bir arayüz oluşturulmalı ve proje yaratıcı (alternatifli/açık uçlu) bir profesyonel bir çalışmayla tamamlanmalıdır.
Yalnızca şunu öğrenmek istiyorum: Boynuzları kısaltmak için bu kadar mesai yapıldığına göre, acaba bunun için ne kadar beklememiz gerekir?
Güler misiniz, kaybedilen zamana, kaynaklara bakıp ağlar mısınız?
Altın renkli boynuzları olan proje kamuoyuna şöyle tanıtılmıştı:
“Haliç’e yapılacak bu köprü kente damgasını vuracak, turistler akın akın İstanbul’a, onu görmeye gelecek…” Haliç’e “Altınboynuz” diyen kimse bulunmadığına göre, “konsept” daha çok Avrupalı turistlere hitap ediyor olmalıydı.***
Adı üstünde, “altın boynuz” konsepti bir eğretileme (mecaz). Başka bir mimar da çevresiyle ilişkileri sorgulayarak, yukarıda dile getirmeye çalıştığım gibi zarif ayakları olan, yay gibi kıvrılan ama altın veya gri değil, “cart kırmızı” bir köprü tasarlayabilir, örneğin. Üstelik de bu fikirin daha çekici olduğunu da iddia edebilir. Bu durumda ne yapacağız? Mimara “aman kırmızı renkli yapma, çok dikkat çekiyor. En iyisi mi sen bunu biraz daha kamufle et, gri falan yap” mı diyeceğiz? Korkarım proje yönetiminden anladığımız bu.
On yıllık gecikme ve boşa harcanan kaynaklar bir tarafa, yaklaşık altı yıldır da köprünün boynuzlarını tartışıyoruz. Bugüne kadar neden bunca zaman kaybedildiği, işin nasıl bu noktaya geldiğini sorarsanız, acaba “bilim” adı altında kendi doğrularını uygulatmaya çalışan çevrelerin de bunda payı yok mu dersiniz?*** Tasarım fikirleri bilimsel tezler gibi doğrulama veya yanlışlama yöntemi ile ele alınabilir mi? Bir projenin bu şekilde yönetilmesi mümkün mü?
Zannedersiniz ki bu konuda taraflar arasında gizli bir anlaşma var. Elbette ki projeyi beğenmeyebiliriz. Yapılmasına karşı olabiliriz. Ama öznel bir ifade biçimi olan bir tasarıma böyle müdahale edilmesinin yarattığı sonuçların farkında mıyız?**** Hiçbir yaratıcı fikir içermeyen, ama reçeteye uygun olacağı varsayılan “korumacı” projeler yüzünden kentin tarihi bölgeleri kişiliksiz yapılarla doldu. Bu nedenle sormak istiyorum: Hiçbir sorgulayıcı enerji üretmeyen bu basmakalıp tavrı “kültür mirasına sahip çıkmak” olarak adlandırabilir miyiz? Basit bir tercih gibi göstererek bu sorunu örtbas etmek yerine artık bir ders çıkarmalıyız. Ancak o zaman belki kamu yönetiminden de yarışmacı bir ortamda profesyonellerin ifade özgürlüğünü desteklemesini ve geliştirmesini talep edebiliriz.