Mimar Uzun İhsan Efendi

İhsan Oktay Anar severim. Puslu Kıtalar Atlası isimli romanında “Uzun İhsan Efendi” diye bir karakter vardı.

İhsan Oktay Anar sağda solda görünmez ama ortalamadan uzun olduğu biliniyor. Bizim İhsan Bilgin de uzundu. Benim gözümde romanda o karakterin biraz mimari karşılığıydı İhsan Bilgin.

Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde böyle yurtdışı görmüş birkaç dil bilen ve sanırım fakültenin değerini yükselten, erişilemez bir bilginin sahibiydi. O zamanlar fakültede akşam bölümü olduğundan ve üniversitenin ismine daha “Teknik” orta eki getirilmemişken, üniversiteyi köhne bir taşra fakültesi olmak yerine bir üst lige çıkartanlardan biriydi.

Kenan Evren zamanında sol görüşlü hocalar okuldan atıldığında kalanlardan, doktora tezi olmayan “Pırof”lar yapmışlardı. Onlar da utanmadan tez mez peşinde koşmadan öğrenci tornalamak ile meşguldüler. Bizi sıfırcı halleri ile kıt notla imtihan ederken, doktora çalışmalarının bile olmadığını öğrenince kıt notlarını biz karşı hınçlarından geldiğini anlamıştır. Kızarlarsa kızsınlar, mimarlık eğitiminde “meslek lisesi hocası” triplerini çektik ya, hiç de hoş hatırlayamıyoruz onları. Fakat İhsan Bilgin gibi hocalarsa onların bu zorlamalarının gülünecek kadar saçma ve gereksiz olduğunu sessiz bir çığlıkla bize duyururlardı. Tek bir cümle kurarlardı, Tasarı Geometri hakkında bir cacık öğretmeden, sınavda soran hocanın halini anlardık. Evet, ne yazık onların garipliklerini ancak 3. ya da 4. sınıfta İhsan Bilgin gibi hocalarla karşılaşınca anlamıştık.

İhsan Bilgin, Ankara kokan hali ile, kibar ve her an diğer yönden bakmayı becerebilen, tabii bize de öyle baktırabildiği için hayran olduğumuz biriydi. Onunla konuşunca aslında dünyada değişik tasarım kültürleri olduğunu anlar, keşfetmek için yolları sunarsa, umudumuz parlardı.

O zamanlar okulun her yerinde sigara içilirdi. O da Gitanes marka filtresiz sigarasını masanın üzerine koyardı. Mavi renkli, zırt konun arasında yakıverir, konuyu da ortamı da duman altı bir sisle bezeyip sonra tertemiz bir şeffaflıkla açıklardı. Değişik bir efekti bu.

Onda Almanlık da vardı, 2. Dünya Savaşı’nın etkilerini tanımlama yetisi de vardı, sanayi devriminin konuta bakış açısının naif açıklamaları da. Bazen boyuna göre kalın ama kibar sayılacak ses tonuyla kendine has vurgusuyla konuşurdu. Ders notu olarak çıkardığı kitap hala Türkiye’deki kütüphanemde duruyor. Okulun matbaasından çıkmış (diğer hocalar özel yayınevlerine verir fotokopi çektirenleri azarlarlardı) beyaz kâğıda teksir ile çoğaltıldığından içindeki resimler pek seçilmeyen ince iki adet kitap…

İnanın çok kitap verdim ben, ülkeden ayrılmaya kesin olarak karar verdiğimin kanıtıydı bu vaz geçiş ama onunkileri sakladım. 44 büyük koli kitap vermişim. Her bir koli de 40 kitap olsa…

Lisansta iken son yıl seçmeli dersimi ondan almıştım. “Ders bitse de bir aklı evvel soru sormasa da gitsek” diyenleri, kızdırdığımı dersin sonunda sorduğum ahretlik sorularımla İhsan Beyi gereksiz darladığımı ve dersi gereksiz uzattığımı yıllar sonra biri iddia etmişti. Buna rağmen bana kızan o dersdaşımla küsmedim. Hala konuşuyoruz ama yine de ona ceza vermedim sayılmaz. (Kendisi ile 21 yıldır evliyiz)

“Darlamak” derken o bilakis bu sorulardan memnun olduğunu belirtmişti. Her sene aynı konuları gösterirken birileri ona farklı ve yerinde soru sorunca sevinen yaratıcı tiplerdendi Mimar Uzun İhsan…

Ayrıca ben hocasıyla aynı ekipte yarışmaya girmenin gururunu da yaşadım. Nevzat Sayın’ın bürosunda İzmir Metropoliten Alanı yarışmasında raporu yazmak onun işiydi. Çok tartışmıştık konuyu.

Ama asıl komik hatıram benim ondan aldığım doktora dersinden çıkmıştı. Aynı zamanlarda hemen yan odada Türkiye’nin ilk Bilgisayar Ortamında Mimarlık Yüksek Lisans Programı’nda öğretim görevliliği yapıyordum. Eh doktora savunmasını yapabilmek için ders kredisine ihtiyacım var. Eh İhsan Bey’in dersi de var. Atladım hemen.

Derste kavramlar var efendim, seminer veriliyor. Bize “Garden City” düştü. Ben ve 3 arkadaş daha var 4 kişilik bir grubuz. Toplanıp çalışmak lazım ama diğer arkadaşlar yüksek lisans yapıyorlar. Tek doktora dersi alan benim. İşte organize olalım filan derken, zaman su gibi aktı, herkes çok meşguldü, ekip bana güvenmişti belli ki. Ekipten biri kız arkadaşı ile bozuşmuş depresyona girmişmiş, bizim sunuma 2 hafta kala dersi bıraktı. Depresyonun genel geçer bir mazeret olmadığı zamanlardı. Üzüldüm ama ona “Takılma fazla, değmez bir kız için” demedim. O kadar samimi değildik.

Peki.

Bir hafta sonra diğeri o sene kayıt dondurmaya karar verdiğini söyledi.

Onunla da hiç samimi değildim. Peki dedim. Sadece iki kişi kalmıştık. Sunumunuz gelecek Çarşamba…

O hafta Pazartesi öğleden sonra en son ekipdaşım ayrıca benim de AKTİF olarak öğrencim, verdiğim dersin çıkışında,

  • “Hocam İhsan Bey’in dersini sonraki dönem bir daha alacağım ben,” dedi.
  • “Yani? Sunuma iki gün var biliyorsunuz değil mi?” (O zaman edinmişti öğrencilere siz diye hitap etmeyi.)
  • Kız başını sallayıp, 4-5 kez “Hı-hı-hı-hı” dedi. “Bana ne” diye özet geçer gibi…
  • Peki, sebep?
  • “Tezimle direkt ilişkisi var, yarım yamalak girmiş olmayalım.”

Ben de ona

  • “Yarım yamalak girmeyin tabii, tam tamalak girin o zaman.”
  • “Yok benim 100 almam lazım” (A-B filan yok o zaman).

Lafa bak. Benle ekip olunca alamayacakmış yani. Garip.

  • “Eh siz 100 alın ve ben de aynı ekipte olduğumdan beraber 100 alsak?”

Soruma cevap vermek yerine,

  • “Eğer sizden aldığım bu dersi etkilemeyecekse ben İhsan Hocanın dersini bırakacağım. Kararın kesin” deyi kestirip attı.

“if kloz” cümleye bak. Benden aldığını dersi “etkiler” dersem yukarıda despotluğu bir özellik sanan hocaların durumuna düşeceğim. Düşmem. Peki dedim ona da.

Benim verdiğim dersteki durumunu etkileyip etkilemediğini merak ediyorsunuzdur. İstesem de etki yapamazdım. Yapacağını düşündüğü yüksek lisan tezini direkt ilgilendirdiği için İhsan Bey’in dersini bir daha ve “tam tamalak” alacağını iddia eden hanımefendi tümden, yüksek yapmaktan vazgeçti.

Sebep? Evlilik.

Peki.

Ben kaldım mı tek başıma. Salı günü tüm gün çalışırım artık dedim ama bir sürü gereksiz angarya girdi.

Gece oldu. Ertesi gün sabah 9:30’da sunum yapacak orta boylu Ahmet. Kime? Uzun İhsan’a…

Rezil olmayı bırak, kendisini dersini ayrıca seviyorum. Ders kaçırmışlığım yok. İhsan hoca beni bir öğrenci olarak da görmüyor. Ders tıkanınca, “ATK sen ne dersin?” diye bile soruyor. Ben her şeye bir mizahi kulp taktığımdan hiç sıkılmıyoruz. Şimdi millet her bir şeye maydanoz benim kendi konumu eveleyerek geveleyerek hazırlıksız anlatmama ne der.

Eften püften özelliklerim başında hiçbir zaman heyecanlanmam ve panik olmamam gelir. Heyecanlanmam ben. En son ne zaman panik olduğumu hatırlamıyorum.

Yıl 1998. Ben 1997 yılında Internet Sizden Korksun isimli Kitabı yazmışım. (Evet, o benim)


SİDİLİ kitap

Herkeste İnternet yok yani. Ben gece vakit kütüphane mi bulacağım? İnternetteki kaynaklar genelde İhsan Bey’in çalışmalarından. Çekirdek niyetine çitler beni seminerde. Farklı bir şey bulmam lazım.

Duydunuz mu bilmem o zaman Microsoft’un Terraserver isimli bir çalışması vardı. Google Maps’in öncüsü. Sadece belirli sayıdaki araştırmacıya kısıtlı kullanım için kod vermişlerdi. Ben durur muyum Türkiye kotası 10 kişiydi ve birini ben kapmıştım.

İnternet çok yavaş ama birkaç uydu görüntüsü alabilmiştim inat ederek. Saati 3 ettim.


Haziran 98’de yayınlandı bu araştırma.

Ben Garden City’i, Ebenezer Howard’ın çizimleri, savaş sonrası haritaları ve 1998’de uydu görüntüleri ile çakıştırıp, idea ve gerçek hayatın geçişi olarak sadece 5 slayta koyuverdim. Saat 5 gibi meşhur 15 dakikalık uykularımdan birini alıp, ilk vapurla fotoğrafçıya gidip, kapısında biraz bekledim ve hazırladığım “TIFF” formatındaki slaytları, diaya çektirdim. (Eskiden öyle laptopu götür ya da zaten oradaki projeksiyon aletine bağla diye diye bir durum yoktu, yıl 1998 ve okuldaki tek “Barcovision” – jenerik isim kalmıştı- yukarıdaki Alpay Aşkun Salonu’nda vardı ve herkes kullanamazdı)

Erken gelmiştim ya. Düz beslemeli makine hep tıkandığından, bizim kürsüden Kodak silindir carouselli olanını getirdim ama 5 tane diacığım var.

Düz beslemeli dia makinesi

Bu kontinü gösterim yapabilen dia makinesi.

Elimde 5 tane plastik kabındaki pozitif slaytları, silindir tambura, ışığa bakarak kontrol ederek dizerken İhsan Bey geldi, “ATK senden çok umutluyum bugün güzel ders olacak değil mi?” dedi.

Olmayacaktı bence. Zira çalışmamış ve 5 tane slayt yapabilmiştim. Konuyu sakız gibi uzatabilme yeteneğim vardı ama bu İhsan Hoca’ya sökmezdi.

Neyse ders başladı. Perdeler kapandı, ışıklar söndü filan. Ben işte normalde, tez yazacak kadar konuyu araştırdım, aynı şeyi tekrarlamak olmaz diye onları çalıştığım halde kenara koydum gibi biri girizgâh ile riske girerek beklentiyi daha arttırdım.

Ve ilk diayı namluya sürdü. Kabloyla bağlı kumandaya basarak, karanlığı delen “Şılaaak şuluuuuk” gibi karizmatik bir sesle ilk uydu kolajını gösterdim.

Daha ben cümle bil kuramadan, İhsan Hoca çıldırdı. “Bunları nasıl buldun sen” diyor.

O zamanlar Türkiye’de bile harita bulmak için döner sermayeye para yatırıp harita komutanlığına gitmek lazım ben Garden City’i uydudan dikizliyorum. Bu tip grafik çözümlemeler ve üst üste bindirmeler filan.

“Hoca, bunlar Londra’da yok, ATK sen nasıl buldun,” diyor.

Akabinde tüm sunum boyunca ben artık bir kelime dahi etmedim. O beş slaytın üzerinden defalarca gitti hoca. Dersi heyecanla o anlattı yani semineri o verdi. İnanın bir kelime etmedim. “Bu diaları bana verir misin?” dedi, “Tabii ki” dedim.

Yıllar sonra Bilgi Üniversitesi’ndeki odasında o elim hastalık onu örselemişken bana sunumunun inceliklerini anlatmıştı. Ne detaylar, ne detaylar. Dialar hala ondaymış. Biraz da hafızasının güçlü, hitabının keskin olduğunu göstermek istercesine… Ben de muzipçe gerçekte o hafta başıdan geçenleri anlattım. “Eeee ne var bunda?” diyor. “Senin haberin yok devrim niteliğindeydi senin sunumun” diye kesiyor sözümü…

İhsan Bilgin gibileri zor gelir. Gelince de kıymetini bilmek gerekir. Ben çok bilinmediğini düşünüyorum.
Yine de “Sanki benim gramla ölçülecek değerim bilindi mi?” diye sormak yerine, Mimar Uzun İhsan’ın kendi değerlerimizi yaratmadaki katkısını gururla yad etmeyi görev bilirim.

İyi ki tanımışım onu.

Etiketler

Bir yanıt yazın