Mimarlık camiasını heyecanlandıran bir haber gözümüze ilişti. Toronto’da Krista Kim isimli biri sayısal modelden oluşan bir tasarımını NFT’ye çevirmiş sonra da 500.000 Doların üstünde bir fiyatla satmış.
Mimarlık camiasını heyecanlandıran bir haber gözümüze ilişti. Toronto’da Krista Kim isimli biri sayısal modelden oluşan bir tasarımını NFT’ye çevirmiş sonra da 500.000 Doların üstünde bir fiyatla satmış. Görsellere bakıyorsunuz meymenetsiz bir şey. “Ne bu ya?” dediğinizi duyar gibiyim, ben de dedim çünkü.
Arkitera’nın sınırlı sorumlu Silikon Vadisi muhabiri, işine yarasın yaramasın her bir şeyi bilmekle mükellef olduğundan kocaman olmuş kafasını her yere vuran ve aslında bundan pek bir mustarip halimle şu NFT meselesini açıklamayı görev edindim.
Çok fena çok. Yaşımız çok geçkin olmasa bile artık dünyadaki bir trendi kaçıracağız ve zamanında dalga geçtiğimiz abiler ablalar gibi “güncel konulardan anlamaz” diye yaftalanacağız diye ödümüz kopuyor. Gelişmelere ayak uydurmak gittikçe zorlaşıyor.
AutoCAD uzmanısınız mesela ama şu BIM kavramına bir türlü geçemediniz. Millet övüp övüp duruyor. Aslında içine girseniz kotarırsınız ama tam başlayacaksınız başka işler yüzünden erteliyorsunuz. Sonra bir de “Geleceğin teknolojisi, bunu kaçıranlar yandı” demiyorlar mı? Yahu zar zor işimizi yapıyor geçinme dertleriyle boğuşuyoruz. Şimdiyi düşünmekten geleceğe zaman mı kaldı diye şikayet etmekten başka yapacak neyimiz var. Zamanında emek sarf edip öğrendiniz ve tasarımlarınızda 3 boyutlu modelleme yapıyorsunuz ama VRay gibi gerçekçi render motorlarına alışamadınız. Web sitesi yaptınız, yaptırdınız ama yeni teknolojilerle işlerinizi sunmak ve piyasada yer edinmek de mesele. Devamlı peşinden koşmalısınız gelişmelerin. Öğrenilecek, teknik olarak kavranacak konu üstüne konu var.
Bu sefer yine anlaşılması zor bir konu daha çıktı önümüze: NFT manyaklığı…
Saçma sapan resimler, garip şeyler milyon dolarlara satılıyor. Çalışan olun, işveren olun zar zor ay sonunu getiriyorsunuz, dünyanın farklı yerlerinde birileri MANTIKSIZ (saçma da denebilir) şekilde paralarla oynuyor.
Yani YİNE BİR ŞEYİ KAÇIRDIĞINIZI DÜŞÜNÜYOR TEDİRGİN OLUYORSUNUZ.
Olunmaz mı? Bu sebeple NFT kavramını “mimarca” anlatayım size. “Mimarca” derken, bir mimarın işi gücü arasında buna zaman ve ilgi ayırması gerektiği kadarını filtre edebildiğimden bu yazıyı “mimarca” anlatıyorum diyorum. Keza NFT konusunu benden çok daha iyi bilenler vardır. Çok ilgiliyseniz siz de uzmanlaşacak kadar bilin öğrenin. Ama inanın aslında uzman olarak İLGİLENMİYOR, bir de buna angaje olmak İSTEMİYORUM. Yeter çünkü.
Blok zincir de deniyor. Vikipedi derki “Kripto para, işlemleri güvenceye almak için kriptografi yani şifreleme kullanan, çalışma şekli nakite alternatif bir değişim aracı olarak tasarlanmış bir dijital varlık, bir sanal unsurdur. Kripto paralar bir nevi dijital döviz, alternatif döviz ve sanal dövizdir.”
Diyelim ki bankada 100.000 ABD Dolarınız var. Arada sırada bankanın internet sayfasından şifrenizi filan girip orada görüyorsunuz. İçiniz rahat. Fakat o da ne. Bir gün Dolar’ın bu kadar değerlenmesine ve vatandaşın TL’ye güvenmeyip döviz mevduatında kalmasına “şahsım” kızdı ve “Sadece günlük 100 dolar alabilir satabilir bir vatandaş” diye gece yarısı kanun çıktı. Damat da yok ortalıkta ki reform paketi çıkartsın. Sabah çekinerek bankanın mobil uygulamasına girdiğinizde, daha taksiti bitmemiş cep telefonunuz ekranında, hesabınızdaki 999.900 Dolar uçtuğunu, sadece 100 dolar bakiye var olduğunu görüyorsunuz. O telefonun kalan taksitlerini bile ödeyemiyorsunuz bu durumda. Bankayı arıyorsunuz telefonlar meşgul. Yani o ekranda gördüğünüz rakamlar sizin yıllarca biriktirdiğiniz ve belki de ailenizden size kalan tek değer. Uçmuş gitmiş.
Uçmasa bile, herkes çekmeye kalksa piyasada zaten öyle basılı kâğıt para yok. Bulunsa bile bankalar patır patır batar. Onların kasasında da yok, basılmış olarak başka kasalarda da o kadar para yok. Ekranda görünen rakamların, karşılığı merkez bankasında değerli maden olarak da yok. Merkez bankası bankaların mevduatlarını kontrol ediyor. Zamanında İmar Bankası, müfettişlere farklı hesap kitap, müşterisine farklı hesap kitap gösteriyordu. Bankaya el konuldu, olan mevduat hesabı olana oldu.
Madem banka kayıtları güvenilmez. Madem merkez bankası başkanı kovulunca “şükranlarını” sunuyor korkudan. En iyisi alternatifi olan ve tek merkezden yönetilmeyen yeni nesil kripto paralara geçmek.
Ne kadar paranız olduğunu bir bankanın sitesinden öğrenmek istemiyorsunuz. Gizlice arkadaşınıza diyorsunuz ki ben de şu kadar para var ama sana bu bilginin bir bölümünü şifreleyerek vereceğim. Diğer bölümünü bir başka arkadaşınıza. Onları tamamlayan farklı bir bölümü de bir başkasına. Herkes kendi bilgisini, binlerce, milyonlarca sisteme dağıtık olarak veriyor. Hem de gizli hem de biri sizin bilginizi yanlış tutsa diğerleri ile kontrol mekanizması var. Tüm makinelere girecek bir hacker da sistemi kendisine göre değiştirmesi lazım ama o kadar dağıtık makineye bağlanması, güvenlik mekanizmalarını atlatması mümkün olsa bile öyle bir işlemci gücü bulması. İmkânsız.
Yani artık hiçbir güç sizin paranızı azaltamıyor, arttıramıyor. Bu paranın gizliliği ve değeriyse bilgisayarların işlemci gücü harcandıkça “mine” etmek denilen madencilik sayesinde tescilleniyor. Yani üretimi zor ve meşakkatli olduğundan kısıtlı sayıda ve hiçbir merkez bankasının değiştiremeyeceği şekilde kriptolanmış halde. Paranız dijital şekilde tescilleniyor. Bitcoin denilen ilk kripto para sayısı da kısıtlı. 2140 yılında daha bilgisayar işlemci gücüyle de çözümlenemeyecek ama o kısıtlı haliyle fiyatı nereye kadar çıkar bilemiyoruz. Zira gittikçe üretilmesi zorlaşıyor.
Hatırlarım ilk yıllarda kendi bilgisayarınızla bu kriptoları çözmede bir hafta makineyi açık bıraktığınızda 1 Bitcoin elde edebilirken, şimdi bir yıl çalışsa bile 1 Bitcoin elde edemiyorsunuz. Harcanan enerjiyi düşünün bir.
Böylece merkez bankalarına devletlere bağımlı kalmıyorsunuz. Tek yapacağınız upuzun bir cüzdan kriptosunu ya da bir kare kodu saklamak.
Bu iş tutunca altcoin denilen Bitcoin benzeri sistemler (kripto para algoritmaları) çıkıyor. Örneğin Ethereum bunlardan biri. Onun da ayrı bir değeri var.
(Non-Fungible-Tokens) yani değiştirelemeyen (gayrı misli) jetonlar. Token aslında coin değil. Çünkü coin kendi algoritmasına sahip, token ise bir kripto paranın sistemini kullanan başka bir değer. NFT Ethereum’un alt yapısını kullanıyor. Coin sayısı genelde sınırlıyken, token istediğiniz kadar yapılabilir.
Örnekle açıklamam gerekirse 200 TL paranız var. Bozdurmak istediniz, ben geldim iki adet 100 TL verdim ve bir değer kaybı yaşamadan her ikimiz de paramızı aldık. Ya sizdeki 200 TL’lik kağıt banknotun seri numarası 123456789 ise?
Ya da daha güzeli o 200 TL yanlış basılmış ve seri kodu 123457891234578912345789 ise. Bozuk işte olmuş ya hatalı çıkmış darphaneden. Onu iki adet 100 TL versem bana verir misiniz? Ya da orijinal Mona Lisa tablosunun tuvalinin ve üzerindeki boyanın değer 60-70 TL’yi geçer mi? Bir Çanakkale Gazi Madalyasını eritseniz ne kadar gümüş çıkar? Bir Picasso tablosu, kalemlere, tişörtlere, afişlere basıldığı halde neden hala koleksiyonerlerin kasalarında milyonlarca dolar ediyor?
Bir metanın değerinin materyal değerini fersah fersah geçebileceğini anladık. Peki bu dijital sanat için de geçerli mi? Dijital sanatın kopyalanması o kadar kolay ki. Hatta Picasso’nun işini bir tişörte basmaktan kolay onun ekran görüntüsünü alıp hard diskte tutmak. Nasıl onu eşsiz hale getirip sadece bir kişinin malı olmasını sağlayacağız?
Zaten Internet’te onlarca sitede dolaşan, az yer kaplayan, tek bir Google aramasında erişilebilen bir GIF dosyası para eder mi? Aslında etmez. Bu dijital dosya Ethereum üzerinde eşsiz bir kripto koda bağlanırsa? Satıldığında bu metanın bağlı olduğu kodu satın alınmış olur. Yani o dijital medya neyse onun TEKİL SAHİBİ olmuştur artık. O dijital eser artık sadece onundur ve bir noter gibi Ethereum algoritması bunu kanıtlamaktadır. Kod, kırılamaz silinemez. Binlerce makinede çözülmüş kod parçacıkları duruyor. Hepsinin değiştirilmesi imkansız.
Yani NFT kavramı elinizdeki 200 TL’lik banknotun seri kodunun 123457891234578912345789 olduğu tescillenmiş oluyor. Gidip bakkala o para ile bir kilo kadar pastırma aldınız (üşenmedim baktım bir dilim sırt pastırma 2 TL olmuş) 200 TL kaybolsa da önemli değil artık, o banknotun resmi NFT oldu ve satıldı. Değerini koruyor.
Nasıl artık ultra zenginler araba, yat, kat ve hatta altına mücevhere para yatırmak yerine sanat eseri alıyorlar, artık NFT sayesinde böyle dijital sanat eserleri de alınıp satılabiliyor.
Sadece sanat mı, resim mi? Twitter’ın kurucusunun 2006 yılında attığı bir tweet 2,9 milyon dolara satıldı. Banksy’nin bir resmi NFT yapıldı satıldı ve satılır satılmaz yakıldı. Bildiğin ucundan başlayarak yaktılar. Satın alan kişi bir şey kaybetmedi. Bir de reklamı oldu NFT değeri arttı. Onu bırakın, yanarken çekilen videosu da ayrıca NFT yapıldı o video da ayrıca satıldı. İşbu yazıyı da NFT yapıp satabilirim. Manyaklık diz boyunu geçti.
Bir mimari mekânın NFT yapılıp satılması romantik mimarlar tarafından “Satılan NFT mekân içine NFT mobilyalar alınır konulur artık” diye yorumlanıyor ama mesele mimari mekan değil. Isırıp yarım bıraktığınız bir tostun fotoğrafını NFT yaparsanız, hayatınız boyunca yiyeceğiniz tostun ederinden daha fazla para edebilir.
Yapın tabii. Yapması kolay da satması zor.
“Kanala abone olmayı ve layk tuşuna basmayı unutmayın” diye başlayıp dakikada 3 kere “arkadaşlar” diyen Youtuberlar gibi “Nasıl NFT yapılır” videosu çekmiyorum. Öncelikli olarak bir Ethereum cüzdanınız olmalı. Ondan sonra NFT yaratabilir özelliklerini girebilir ve sonra onu pazarda Ethereum (Bitcoin’in alternatifinden biri söylemiştik) harcayıp almanız ya da satıp Ethereum kazanmanız mümkündür. Cüzdandan sonra pazar yeri platformunu kullanmanız gerek.
Süreci deneyimlediğimi cümle içinde kurabilmek için, Roma’daki Pantheon’un kubbesini 24 kareden oluşan panoramasını NFT yaptım şu zamanın kuru ile 40 dolar karşılığı 0.03 Ethereum fiyatla satışa koydum. Kimse almaz ya, yapmadım demem. Yaptım işte.
(İlk çıktığında galiba 3 adet Bitcoin mine etmişliğim de var. Şu anda en az 100.000 dolar ediyor ama kodu bulamıyorum. Formatlayınca makine gitmişti. Evet, ciddiyim.)
Peki mimari mekanınızın ya da resminizin fotoğrafınızın kısaca dijital eserinizi tüm haklarını satmanız mı gerekiyor? NFT yapıp sattığınız bir dijital metayı yeniden kullanabilir ve hatta yeniden NFT yapıp başkasına satabilir misiniz? Evet mümkün. Bunu NFT yaparken belirtiyorsunuz. Alan da sadece kendisinin mi sahip olmadığını anlıyor.
Ben Pantheon fotoğrafımdan önce 1996’dan beri kullandığım avatarımı NFT yapayım dedim. Zira artık saçlarım daha da döküldü yeni avatar kullanırım dedim. Sonra vazgeçtim.
Doğru. Kulağa “Minare gölgesi ve davul tozu” gibi geliyor ama doğru. O paraları verenler gerçekten var. Ancak o paralar da Ethereum olarak NFT’ye veriliyor.
Size bundan 5 yıl önce, bilgisayarların aslında yararsız kodları çözerek enerji ve zaman harcanarak elde edilecek sanal paralar olacak ve onun bir tanesi 40.000 Dolardan fazla edecek desem beni çok ciddiye almazdınız. NFT de 5 yıla kalmaz kanıksanacaktır.
Çok değerlenecek diye borsadan THY hissesi aldınız. Memlekete giderken arzu etmediğiniz koltuğu verdi diye görevliyi “Ben senin patronunum” diye azarlarsanız millet güler. O hisseniz kâğıt veya ekran üzerindeki birkaç sayıdan ibarettir ya. Bundan 5 yıl sonra NFT çok daha fazla para da edebilir. Ben o kaybettiğim Bitcoin cüzdan kodunu bulursam, -Arkitera bana yazı para vermiyor olsa da- “zengin olununca hiç çalışılmaz” kuralına uyup artık yazı yazmayı bırakabilirim.
Olmayabilir de. Bu milyon dolarlık NFT’lerin değeri düşebilir. Hatırlıyorum “Ayasofya.com” isimli alan adı benim, çok para edecek diye almıştım. Şimdi kullanıyorum. Onun dışında “allahindanbul.com” isimli alan adına da sahibim. Hala bir beddua arama motoru yapıp çalıştıramadım. Alan adı isimleri artık çok para etmiyor.
Kısaca NFT bir dijital güven meselesi. Bu tür NFT’ye güvenip yatırım yapabilirsiniz. Belki de çok para kazanabilir, çevrenizdekileri şaşırtabilirsiniz. Ben kısıtlı paramı bu mecraya yatırmak niyetinde değilim.
Fakat lotodan büyük ikramiye çıktığında, ev, araba alıp güzel para harcadığımda, lotodan para çıktığını tahmin edece, paraya sıkışık ve bir o kadar yapışkan “çooook uzak” akrabalarıma “NFT yaptım oradan gani gani para geldi” yalanını söyleyebilirim. Yine de peşimi bırakmazlar ama olsun kafaları karışır.
Kripto zincir paralar ve değerlerle ilgiliyseniz giriniz muhakkak. Fakat yaptıklarınızın satışını yapmak, sizin popülerliğinizle alakalı. Brad Pitt olsanız 17 numaralı, kadınların aklını başından alan gülüşünüzün fotosunu NFT olarak satabilirsiniz ama benim turistik fotomu kim ne yapsın? Ya da haberdeki gibi bizzat tasarladığınız sanal mekanı birilerine satabilirsiniz ancak alacak meraklısı varsa. Yani bu iş popülerlik ve satabilme özelliğine dayanarak değerleniyor. İnşa edilecek uygulama projeleri para etmezken sizin NFT eder mi bilemem.
Zaten haberdeki örnekte NFT ile satılan metanın mimari bir çalışma olması bir teferruat. Baksana adam attığı tweeti satıyor. Mimariyle uğraşmaya değmez. Tutturabildiğine tutturabildiğini satarsın NFT yapıp.
Açıkça söylüyorum ki bu bir sanatı ve sanatçıyı destekleme platformu değil.
Dijital cüzdanınız varsa ve yeterli bir popülerliğiniz ve takipçiniz olduğunu düşünüyorsanız mimari mekan tasarımlarınızı pekala NFT yapıp satmayı deneyebilirsiniz.
Bak ben fotomu NFT yaptım ama adresini vermiyorum ki bu yazıyı okuyanlar almak için sıraya girip (açık arttırma özelliği var) birbirleriyle yarışıp rekorlar üzerine rekorlar kırmayayım.
1 Yorum
Merhaba Ahmet bey.
Sayıları çok fazla olan ve umusuzluğa kapılan mimarlara gerçekleşme olasılığı çok düşükhayaller sunmak yerine, herkese daha yararlı olabilecek gerçekçi çözümler önermek ve sorunları kökünden çözmek daha iyi değil mi? Böyle bir şey yapmak isteseniz, Arkitera yayınlamazmıydı sizce? Örneğin aşağıdaki yazı için 3 kere başvurdum, 3. başvurumda hadi yayınlamıyorsanız bari gerekçe gösterin diye ricada bulundum ama nafile!
makalem şu:
Mimarlık Mesleğinin İç Sorunları Neler? Sorumlular Kimler? Çözüm için Neler Yapılabilir?
Çalışan olsun işveren olsun, çalışma hayatımızı olumsuz etkileyen birçok durum veya sorun söz konusu olabilmektedir. Tüm meslekleri etkileyebilen sorunlar olduğu gibi, mesleklere özel sorunlar da söz konusu olabilmektedir. Bu yazıda mimarlık mesleğinin “özel” veya “içten kaynaklı” sorunları ele alınacak, varsa sorumlular belirlenecek ve çözüm önerileri de sunulacak.
Mimarlık mesleğinin içler acısı durumda olduğu, sadece bu durumdan yaralananlar tarafından inkar edilebilir. Bu durumun bazı göstergeleri şunlardır:
Bedavaya veya çok düşük ücret karşılığında hizmet beklemek
Binlerce kişinin başvurduğu iş ilanlarının varlığı
Bedavaya, sigortasız ve/veya yarım maaş ile haftada 60 saat çalışmak
Mezun olduktan yıllar sonra bile iş bulamamak
Yüzlerce ekipten binlerce kişinin katıldığı yarışmaların olması
Lisansüstü eğitime başvuru sayılarındaki patlamalar
Mesleki veya ulusal ölçekte kötü yönetim ve planlama, ekonomik dalgalanmalar, durgun piyasa, değer kaybeden yerel para birimi (yerine genelde dolar yükseliyor deniyor), yerel, küresel vb. diğer tüm kurumlar ve etkenler tüm meslekleri etkilediği gibi elbette mimarlık mesleğini de etkiliyor. Ancak, mimarlık mesleğine en fazla zarar veren kişiler maalesef yine mimarların kendisidir.
Mimarlar Odası (TMMOB) da elbette işin içinde ve onunla ilgili de bir çok şey söylendi, yazıldı, öneri yapıldı ve yapılmaya devam etmektedir. Bu yazıda mimarlar odasına odaklanmak yerine sorunlara odaklanacak, bu sorunlara sebebiyet verenlere yer verilecek ve sorunları çözmek adına da öneriler sunulacaktır.
Sorun 1: Mezun Sayısının Fazlalığı
Piyasa talebinin çok çok üstünde mimar sayısı olması nedeniyle arz-talep dengesinde ciddi biçimde bir dengesizlik vardır. Bunun nedeni inşaat, tadilat, restorasyon vb. işlerin az olması değil, mimarlık okulu/bölümü mezun sayısının fazla olmasıdır. Sadece istanbul’da 50’den fazla mimarlık okulu bulunmaktadır.
Peki burada suçlu kimdir? MEB ve YÖK gibi kurumların uzun-kısa vadeli eğitim politikalarının ve ayrıca hükümetin, devletin elbette suçu var. Ancak suç tamamen onlarda değil. Sayısı hızla artan bu okullar, mimar, mimar-kökenli eğitim görevlileri olmadan açılamazdı veya sayısı bu kadar fazla olmazdı. İş bulamayıp burada çalışan ve tek işle çalışan mimarlardan bahsetmiyorum elbette… Devlet okullarındaki olması gereken eğitim kalitesinin çok çok altında eğitim verip aynı zamanda özel okullarda da “hocalık” yapan eğitmenlerimizden bahsediyorum. Bu hocalar tam mesai çalışmadıkları ve devlet okullarında haftada sadece 1-2 gün devam yaptıkları halde hem devletten hem de özelden TAM ÜCRET almaktadırlar. Okulda olmadıkları halde okulda gözüken, özel okul öğrencilerini devlet okullarında ağırlayıp tashih yapıp proje çizen-çizdiren hocalar… Devlet okullarındaki derslerine girmeyip özel okulunda bulunan hocalar…
Çözüm: Okulların sayısının azaltılması, mezun sayısı düşürülmesi sorunu kökünden çözer ancak bu yapılana kadar veya yapılmazsa şunlar yapılmalı:
Yukarıda bahsettiğim yolsuzlukları sonlandırmak için devlet okullarında çalışan eğitim görevlileri aynı anda özelde de çalışması ya tamamen yasaklanmalı yada büyük sınırlamalar getirilmeli. Okulda bulundukları süre ile orantılı ücret verilmeli, örneğin okula 2 gün geliyorlarsa tam maaş değil,2 günlük maaş almalıdırlar. Okullarda olmadıklarında derslere girmediklerinde yok yazılmalıdırlar. Okulda bulunmadıkları halde okulda gözükmemeleri için giriş çıkışlarda parmak izi alınmalı, kamera sistemi kullanılmalı, bilgisayar ekranı kayıtları alınmalı veya her ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Devlet okullarına özel okul öğrencileri çağıran hocalar tespit edilmeli, ifşa edilemi ve cezalandırılmalıdır. Bu konularda özel sektörün zengin tecrübelerine başvurulabilir.
İmza yetkisi sadece devlet üniversitelerinden yeni mezun olanlara verilsin. Bedavaya mimari proje elde etmek ve müteahhitlik tadilat hizmetleri yanında bedava mimari proje sunmak isteyen ve bunun için çocuklarını özel okullarda okutan müteahhit ve inşaatçılar en az 5 yıl beklemeli, imza yetkisi kazanabilmeleri için de çocuklarının bu süre içinde devlet okulları mezunlarının ofislerinde çalıştırmalıdır.
Sorun 2: Yarışmalar ile İlgili Problemler
Bu sorunun iki bileşeni vardır:
2.a) Birincisi yarışmaların kalitesinin düşmesi ve her isteyenin yarışma açabilmesi durumudur. Öyle yarışmalar açılıyor ki yarışmaya ve ödüllere bakınca gülecek misin ağlayacak mısın bilemezsin! Koskoca caddenin cephelerinin çizimi karşılığında boyama seti hediyesi verenler ve binasının kafeteryasını 1000 liraya yenilemek isteyenlerin yarışması bunlardan bazılarıdır.
Çözüm: Yarışma açma şartları çok daha yükseltilmeli ve uygun hale getirilmelidir. Örneğin sadece belirli alanı/ölçeği geçen projelerde yarışma yapılabilmeli, mevcutta böyle bir alt limit varsa yükseltilmeli, sadece yerel-bögesel-ulusal-uluslararası niteliği ve etkisi olan yapılar için yarışma açılabilmelidir. Bu kapsama girmeyen projeler için mimarlar ve mimari ofislere başvurulmalı, kurumlarca belirlenen birim fiyat üzerinden mimari hizmet satın alınmalıdır.
2.b) Yarışmalar ile ilgili ikinci sorun ise yine hocalarla ilgilidir. Birçok hoca, mevkilerini sonuna kadar kötüye kullanarak, gerekli seviyede eğitim vermedikleri halde, dev öğrenci kadrolarına bedavaya proje çizdirip mimari yarışmalara girmektedirler. ”Yardımcı olurlar, iyi not verirler, dersten geçirirler, iş bulma konusunda yardımcı olurlar, tecrübe kazanırız, bir şeyler öğreniriz” gibi beklentiler ve umutlarla, çaresiz birçok öğrenci de bu hocaların köleleri olmak zorunda kalmaktadır. Yarışmalarda hocaların dev kadrolarına rakip olmaya çalışan ve piyasada zor şartlar içinde mesleğini icra etmek isteyen mimar ve mimari bürolar büyük haksızlığa uğramaktadırlar. Ofis masrafı yok, kira yok, maaş vermek yok, sigorta yok, yemek masrafı yok bedavaya çalışan var, ne güzel! Haksız rekabetin bu kadarı da olmaz!
Çözüm: Hiçbir örf, etik, kural ve kanuna uymayan bu davranışları engellemek için, eğitim kurumlarında çalışanların mimari yarışmalara girmeleri KESİNLİKLE YASAKLANMALIDIR. En adil ve tek çözüm budur! Aksi takdirde bu haksızlık devam edecek ve hocalar bedavaya öğrenci çalıştırmaya devam edeceklerdir. Bu sorun çözülürse hem mimarlık okullarındaki eğitim(sizlik) sorunun çözülmesinde yardımcı olunacak hem de mimari yarışmalar çok daha adil şekilde düzenlenecektir.
Sorun 3: Stajlar ve Zorunlu Stajlar
Meslek ile ilgili pratik kazanmak, gerçek tecrübe kazanmak adı altında sunulan staj aslında pratikte hiç de öyle değildir. Stajyer uygulaması cimri işverenler için bedava işçi sağlama, ve deneme fırsatı sunmaktan başka bir şey değildir. Özellikle kurumsal ve büyük firmalar bunun için staja büyük önemi vermektedirler.
Çözüm: Çözüm aslında oldukça basittir; ya staj ücretli, tam maaşlı olacak ya da tamamen kaldırılacak ve yasaklanacaktır! Bunlar olmazsa hem kendinize hem de mesleğinize zarar vermemek için “naylon staj” yapma hakkınızı sonuna kadar kullanın!
Bireysel olarak yapılabilecekler
Çevremizdeki yanlışları düzeltmek isterken kendimizdeki sorunları ihmal etmemeliyiz elbette… Basit gözüken, ama aslında mesleği olumsuz etkileyebilecek birçok davranış vardır. Bireysel olarak şu hususlara dikkat edilmelidir:
Hocalarla bedavaya veya düşük ücret ve oranla yarışmaya girilmemeli
Kimse staj adı altında bedavaya veya düşük ücretle çalışmamalı
Çalışıldığı halde ve görece iyi ücret alındığı halde, piyasa fiyatının çok altındaki fiyata ek iş yapılmamalı; örneğin bir yemek karşılığında cephe, plan, veya Render alma işlerini yerine getirmek.
Korsan yazılım kullanarak Freelance (Serbest Çalışma) vb. işler yapılırsa kısa vadeli kazanç elde edilebilir, ancak kısa vadede bu yazılımların ücretlerini ödemiş ve buna göre fiyat belirleyip iş yapan mimarlara ve dolayısıyla tüm mimarlık mesleğine büyük haksızlık yapılmış olur. Bu işi yapanların sayısı arttıkça fiyatlar da düşmeye devam eder, mimarlık mesleği değer kaybetmeye devam eder.
Acil ihtiyaç olmadığı halde, kötü veya aşırı kötü şartlarda çalışmayı kabul etmek veya çalışmaya devam edilmemeli
Mezun sayısının fazla olduğu, özellikle de devlet okullarındaki mezunlarının birçoğu piyasa şartlarının çok üstünde olduğu halde çift anadal yapmak, lisansüstü eğitimi için şartları zorlamak bozulan arz-talep dengesini daha dengesizleştirir diye düşünüyorum.
Bu yazıyı yazmadan önce çok düşündüm. Kimseye haksızlık yapılmaması için elimden geleni yaptım. Mimarlik mesleğinin vahim durumunun ortaya konulması, tanımlanması ve iyileştirilmesinde katkıda bulunacak çözüm önerileri sunmak adına elimden geleni yaptım. Hocalarla ilgili takıntım bulunmuyor. Birçoğunun üzerimizde emekleri var. Onlara hayatımız boyunca borçlu ve minnettar olacağız ancak yukarıdaki durumların düzeltilmesi, sorunların çözülmesi için de elimizden geleni yapmalıyız. Bu yazıya katılıyorsanız lütfen paylaşın, yayın, kendimizin, ailemizin ve başkalarının büyük emeklerinin boşa gitmemesi ve daha fazla haksızlığa uğramaması için elimizden geleni yapalım.