Mimarların örgütlenme modelinin kısa sorgulaması.
Geçtiğimiz 19-20 Eylül tarihinde Mimarlar Odası’nın hiçbir yerde duyurusu yapılmayan, genel merkezin kendi sosyal medya hesapları ve web sitesinde dahi bu tarihe kadar bahsi geçmeyen genel kurulu yapıldı. Sonucunu konuşulanı, adayları, bundan öncesini ve bundan sonrasını üye olarak bilemeyeceğimiz bir genel kurul sonrası eminim bir iki gün içerisinde örgütlülüğe vurgu yapılarak, böyle bir dönemde dayanışma vs diyerek bir sonuç bildirgesi yayınlanacaktır. Davulla zurnayla üyeye duyuruldu demeyi isterdim ama oranın aktörleri kapalı kapılar ardında, merdiven altı pazarlıklarla, ilkesiz bir genel kurul daha yapmayı tercih ettiler. Sağlık olsun ama bize çok kıymetli zamanımızı örgütlülük ve dayanışma hikayeleriyle kaybettirmeye devam edecekleri açık. Bu yazının konusu genel kurul değil, yazının konusu mimarlık mesleğinin ne kadar örgütlü ya da örgütsüz olduğudur.
Mimarlar Odası kurulduğu 1954 yılından beri mimarlık mesleğinin ve mimarın tek temsilcisi olduğu teziyle yürümektedir. Kurulduğu günkü mimar sayısı bir topluluğun örgütlü kalabilmesi, birbiri ile tanış olması, birbiri üzerindeki denetimi ve utanma duygusunu örgütleyebilecek bir sayı iken bugün ulaştığımız noktada mimar sayısının yetmiş binlere dayanmış, kimsenin birbirini tanımadığı, yüzlerce farklı alt iş kolunda çalışan bir topluluğa dönüşmüştür. Daha üst örgütsel rakama bakarsak TMMOB’nin de altı yüz binden fazla üyesi vardır. Rakamı daha iyi anlayabilmek için: bugün TMMOB nüfus olarak meclisle başbakanla bakanlar kuruluyla yönetilen Avrupa’daki 15 ülkeden ve dünyadaki 85 bağımsız ya da özerk ülkeden büyüktür. Mimarlar Odası ise nüfus olarak 10 bağımsız ya da özerk Avrupa ülkesinden 39 bağımsız ya da özerk dünya ülkesinden nüfus olarak büyüktür. Rakamların büyüklüğü bazı gözlere iyi gibi görünse de bir örgüt olduğu iddiasındaki Mimarlar Odası ve TMMOB artık niteliğini kaybetmiş hantallaşmış, kaçınılmaz olarak bürokratlaşmış dolayısıyla üye sayısı ve nicelik olarak mevcut yapısı ile yönetilebilir, üyeleri üzerindeki kontrol sağlayabilir olmaktan çoktan çıkmıştır. O yüzden de artık çoğunlukla yönetim mekanizmaları oluşturdukları üst dillerde ve kutsadıkları geleneklerinde meslek dışı harici politikalara yönelmiş, sürekli Kartacalı düşmanlara karşı dayanışma mesajları ile varlığını ve iktidar alanını korumaya çalışmaktadır.
Odaların varlığı ve tarihiyle ilgili lonca örnekleri verilmektedir ancak geçmişteki loncaların ya da ocakların çoğunun niceliksel büyüklüğü de bu kadar olmadığı gibi o örgütler de temelinde tanış olmaya ve birbirini kontrol edebilme küçüklüğüne sahipti.
Geldiğimiz noktada bu kadar büyük ve çeşitliliği artmış bir meslekler topluluğunun tek bir örgütle yönetilebildiğini iddia etmek, serbest piyasanın üyeler ve meslek üzerindeki aşındırıcı etkilerine karşı tek bir örgütle mücadele edebilmek oldukça sofistike ve gerçek dışı bir hayal olmanın ötesine geçemeyecektir. Zaten içinde bulunduğumuz ve çoğunluğumuzun içinde tek başımıza mücadele etmek zorunda kaldığı mimarlık ortamının geldiği durum da bunu açıkça göstermektedir.
Bütün bunların yanında bu kadar niceliğe sahip nitelikli bir örgütlenme ile bile bu mücadele imkânsız görünmekteyken, niteliksel olarak da bürokrasiye gömülmüş, içinde gizli bilgiler tutan, devletleşmiş, hantallaşmış, kişiselleşmiş ve iyice içine kapanmış bir örgüt yapısının nitelikli gerçekliğinden söz etmek de bir o kadar hayalcilik olacaktır.
Mimarlar Odası’nda niteliksel bir değişimin şart olduğu gibi, biz mimarların örgütlenme yapısını sorgulaması ve örgütlenme tarzımızın değişiminin de kaçınılmaz olduğu o sınıra gelmiş bulunuyoruz. İşsiz mimarlar bir kenara, iş bulmuş olanların büyük kısmı bile TÜİK’in açıkladığı fakirlik sınırların alt çizgilerinde dolaşırken, yapı denetimde çalışanlar asgari ücretle ağır cezalar ve işsiz kalma korkusuyla uğraşırken, serbest çalışan mimarlar piyasadaki masanın her iki yanında ahlaki sınırları zorlayan meslektaşlarla uğraşmaya çalışırken, proje bedelleri ülke ve dünya gerçeklerinden çoktan uzaklaşmışken, meslek itibarı diplerde sürünürken örgütümüz dediğimiz kurumun üyesine karşı içe kapanarak kendi tekelci varlığını koruma derdine düşüyor olması meslek adına oldukça alçaltıcı bir durumdur.
Mimarlar Odası’nın var olmaya devam edebilmesinin en öncelikli şartı bu içe kapanıklığını acilen aşması, niceliksel büyüklüğünü ve bu büyüklüğün bu şekilde yönetilemez olduğunu fark etmesi, çatı olarak üyesine hizmet vermeyi sürdürmesi, sayısız alt mesleki branşları kendi içlerinde örgütlenmeye zorlaması olacaktır. Örgütsel demokrasinin temeli de tabana yayılmış demokratik yapıların sayısının artırılması ve güçlendirilmesi olacaktır. Bu bağlamda kimsenin dışarıda kalmayacağı şekilde ülkedeki tüm mimarların kendi yerel toplulukları ve işdaşları ile etik değerler etrafında, utanma duygusunu tesis edecek biçimde gerçek anlamda her ne şekilde olursa olsun örgütlenmesinin vakti çoktan gelmiştir.
Örgütlü davranamadığımız, gerçek anlamda örgütlenemediğimiz sürece, utanacak sosyal çevrelerimiz olmadığı sürece, daha az kazanır, daha çok üzülür, meslek ahlakını daha çok tartışır, gizli genel kurullarda Kartacalılar’ın korkusuyla İstanbul’un listesi mi Ankara’nın listesi mi diye daha çok tartışır meslek adına çok kıymetli kaynaklarımızı ve zamanlarımızı kaybetmeye devam ederiz.