Kaç sene oldu hatırlamıyorum bir maça gitmiştim Adana'da. Hani şu adına düzenlenen yarışmanın kolokyumunda bile İstanbul konuşulan stadyum...
Kendimden bahsetmem gerekirse yirmili yaşlarının sonunda, ismi etiket değeri taşımayan bir üniversitenin mimarlık bölümünü bitirmiş bir mimarım. Bu etiket tabirini de kullanmayı Howard’dan öğrenmiştim, ne zaman bu konu açılsa eklerdi; “Öğrendim ki etiket ambalajın içindekinden daha önemliymiş.” Howard’la benzerdik birbirimize; aynı senaryoyu oynayan farklı oyuncular gibi benzer hayatlar yaşıyorduk.
Maç başlamak üzereydi. Kalabalık, takımlarını destekliyordu coşku ile, çevreyi biraz izledikten sonra Howard kalabalığa bakarak; “Böyle coşkulu olduklarına aldanma, bir hayal kırıklığına bakar birbirlerini yemeye başlamaları…” dedi ve ekledi: “Hepsi taraftar, bizim gibiler aslında.” Nasıl dememe fırsat bırakmadan “Biz dediğim bizim camia; mimarlık ortamı, daha iyi bir çevre yaratma uğruna kavga eden taraftarlar.”
Maça coşkuyla başlayan seyirci, yavaş yavaş durulmaya başlamıştı. Bu durumu fırsat bilip konuya girmek istedim “Abi” dedim, “Sence ne yapmalıyım? Ortam malum, mezun olalı beş yıl oldu.” Bir süre sessizce durdu, auta çıkan topun ardında söze başladı: “Bunca denemenin sonunda ne yapsam diye soruyorsun değil mi?” Gülümsedi: “İnan ben de bilmiyorum.” diye devam etti. Bunca deneme sonrası hala ikimiz de yolumuzu çizmekte karar verememiştik…
“Neden hep forvetler sevilir bilir misin?” dedi. “Gol attıkları için olsa gerek” diye cevapladım. “Evet, haklısın ama eksik, tabelada bir tek onun adı yazılır; herkes onu tanır.” Eliyle bizim takımın defansını göstererek “Şu adam otuz iki yaşında, bir kez adına tezahürat yapıldı mı acaba? Gol sevincine en son katılanlardan ama yenilen golde ilk bakılan kişi. Futbol takım işidir gerçi mimarlık da öyle ya hadi neyse…”
Otuzuncu dakikaya yeni girerken kanattan yapılan bir ortada golü bulduk, tribünler büyük bir coşku yaşıyordu, Howard da mutluydu ama hep sakindi, jürilerde de böyle olurdu hep; en ağır eleştiriye bile tepki vermezdi. Ben ise çok seviniyordum, kolay mı? Şehrinin takımı bir büyük takıma gol atmıştı, öne geçmiştik; güzel başlayan bir gün çok güzel gidiyordu. “Aman!” dedi Howard, “Çok sevinme, buralarda kolay galibiyet olmaz, o tabir buralarda geçerli değil.” dedi, gülümsedi.
İlk yarı bitmişti, “Abi” diye girdim söze “Sence ‘büyük’ şehirlere mi gitsem?” Biraz hüzünlü baktı yüzüme, “Bu ülkede futbol doğup büyüdüğümüz şehrin takımlarını değil üç büyükleri tuttuğumuz gün bitti.” dedi. “Nasıl?” dedim, “Sen şimdi gideyim diyorsun, e burada kim kalacak, kim tutacak bu şehrin takımını, kim burada mimarlık yapacak? Hepimiz gidelim aynı yere aynı şeyi üretelim sonra neden gelişemiyoruz!”. Rakip takımın ısınan oyuncularını göstererek “Ülkenin mimarlık seviyesini orada yapılan marka yapılar belirlemez ki. Burada yapılan senin benim yaşadığım ev dediğimiz şeydir mimarlığımızın seviyesi, günlük kullanım da mimarlıktır, hatta gerçek mimarlıktır; Euro ile satılan kitapların kapaklarında var olan star bir mimarın tasarımları dışında.”
İkinci yarının başlaması ile rakip de yükleniyordu. “Onlar için buralar taşra biliyorsun değil mi? Şu bizimkiler içinse oralar ulaşılması imkânsız bir nokta. Senin yaptığın işin değeri bile bir mezun olduğun okul, iki ofisinin adresinde yazan şehir. Bak şu bizim takımın ön liberosu biliyorsun üç büyüklerde oynadı, sırf bu sebepten oynuyor bu takımda, tek artı değeri sayılabilecek noktası bu herkesin gözünde. Kariyer denir hep. Ayağına top gelmeden onun, eline çizme fırsatı vermeden senin hakkında fikir sahibi olur bu insanlar…”
Altmışıncı dakikayı yeni geçmiştik cebinden bir kâğıt çıkardı. “Bak! İçinde bulunduğum her iş için buraya bir çizik atarım duvara çizik atan bir mahkûm gibi, bu kâğıt da benim kefaretim sanırım” dedi ve güldü. Üç satır vardı kâğıtta; yarışma, uygulanan, uygulanmayan. Baktım kâğıda en çok çizik uygulanmayanda vardı sonra on iki, on üç kadar yarışmada, en fazla beş tane de uygulananda, uygulanmayanı sayamadım ama çoktu onu hatırlıyorum.
Daha yetmişinci dakikaya varmamıştık golü yediğimizde. Tribünler desteğe devam ederken kâğıttaki yarışma hanesindeki çizgilerin tamamını kapatarak söze girdi Howard; “Bu derece alacağım zamanlar…” elini biraz kaydırdı ve birkaç çentiğin görünmesini sağladı “Ki zaten burada yürümek ne demek öğrendim.” Biraz daha çentiğin görünür olmasını sağladıktan sonra “Kentinde yarışma kültürü varsa burada öğrenirsin yürümeyi ama bizim için bu geçerli.” dedi parmağını eki yerine getirerek.
İyiden iyiye maç sonlarına yaklaşıyorduk, rakip baskıyı arttırmıştı bizimkiler ise kendi yarı sahasından çıkmakta zorlanıyordu, nadir gelişen ataklarla rakip kaleye gitmeye çalışıyorduk. Korkulan olmuştu; ikinci golü ağlarımızdan çıkarırken cefakâr kalecimiz, herkes üzgündü.
Yedek kulübesinden önümüze doğru ısınmaya gelmişti gelecek vaat eden genç orta saha oyuncumuz. Howard ısınan oyuncuyu göstererek girdi konuya; “İşte sen, ben bu genç çocuğuz. Yedek oyuncuyu gibiyiz bu meslekte, son anda devreye girer kısıtlı zamanda var olmaya çalışırız. Hep bir şeyleri bekleriz; vazgeçilmez orta sahanın sakatlanmasını, bir gün o şansı yakalayacağımıza inanırız, bizde de suç vardır, bazen şansı kendimiz yaratmalıyız.”
Maçın bitimine beş dakika kadar kala oyuna dâhil olmuştu genç orta saha, mücadelesini de veriyordu, elinden geleni yapmaya çalıştı. “O çocuğun hayatı futbol oynamakla maç başı ücretini almak arasında bir yerlerde sıkıştı. Bir yanı oynamak bir yanı yaşamak istiyor. Bazen oynayınca yaşayacağına bazen de maç başı ücretinin onu yaşatacağına inanıyor.” diye devam etti sözlerine Howard.
Maçın bitimiyle birlikte seyirciler stadyumu terk etmeye başladırlar, Howard’la hemen çıkmadık, biraz daha oturmaya devam ettik. Gülümseyerek girdi söze “Sana demiştim, buralarda erken sevinme diye, mimarlık da futbol gibi hayal kırıklıklarıyla doludur. Heyecan ve istekle başlayan her adım hüzün ve emek ile sonlanır. Mimarlık fena halde futbola benzer.” dedi Howard ayağa kalkarken. “Özellikle de buralarda!”
Bir ben kalmıştım stadyumda, boş iken tekrar baktım. Düşündüm, sanırım çok da abartmamak gerek, futbol en nihayetinde bir oyun…