Mimarlık… Kader Kısmet Meselesi

Geçtiğimiz günlerde MoMA'nın, Amerikan Folk Art Müzesi'nin (Amerikan Halk Sanatları Müzesi) yıkılacağını ve müzenin genişletilmesi için Diller Scofidio+ Renfiro tarafından tasarlanan yeni projenin uygulanacağını açıklaması tartışmaları başlattı.

2001 yılında tamamlanan Tod Williams and Billie Tsien Architects tarafından tasarlanan Folk Art Müzesi arazisinin 2011 yılında MoMA’ya satılması ardından yıkımına karar verilmesi ile çağdaş tasarımın başlıca temsilcilerinden olan müzenin mimariye bakışının sorgulanmasına sebep oldu. Mimarlık ve sanat camiasının en güncel tartışmasının odağında olan MoMA, “Dünyada ilk mimarlık ve tasarım departmanı olan müze” olması ile de eleştirilere maruz kalıyor. 

Barry Bergdoll, müzenin mimarlık ve tasarım küratörü, durumdan ne kadar üzgün olduğunu, bunun yönetim bazında alınan bir karar olduğunu belirtiyor ve ekliyor; “Tod Williams and Billie Tsien Architects tarafından yerel halk sanatları için tasarlanan müze bir mücevher ama MoMA’nın sergilemek istediği koleksiyondaki diğer eserler için uygun değil!” Kente dair bir anlamda simgeleşmiş bir yapı herhangi bir sanat eserinden daha mı değersizdi? Daha çok sanat eseri sergilemek için bir yapıyı yıkabilir misiniz? Orada eseri bulanan herhangi bir sanatçı bu durumdan memnun olur muydu?


http://folkmoma.tumblr.com/ adresinden alınmıştır

Ya da en basitinden bu cephe bir müze içerisinde sergilenen bir iş olsaydı bu kadar kolay çöpe atılabilecek miydi? Tüm bu sorular MoMA’yı “Mimarlık sanat değil mi?” tartışmalarının tam ortasına oturtuyor…

Ünlü eleştirmen Martin Filler MoMA’nın mimarlığa olan bu saldırısını “kültürel vandalizm” olarak tanımlıyordu.

Guggenheim’dan Sonra Mimarlık

Yıkılacak olan Folk Art Müzesi’ne biraz daha yakından tanımak gerekirse yapı 11 Eylül saldırısından sonra yapılan ilk müzeydi. New York’a çöken karamsar bulutların ardından 53. Cadde’de yeni bir merkez alanının oluşmasına büyük katkı sağlamasıyla dikkat çeken yapı, bir nevi topluma umut serpmişti. Ayrıca ölçeğiyle hem yaşanan olayların ardından çok da açık etmeden güvenli bir bölge oluştuyor, hem de yüksek yapıların arasında, herşeyin büyüklük olduğu bir dönemde “hala umut var” diyordu…


Folk Art Museum

Bu oldukça katı, sert kabuklu yapı için o dönem tartışmaların bir kısmı da “içe dönük”, çok “elitist” olduğu yönündeydi. Hatta şimdiki Diller Scofidio+ Renfiro’nun planları ile karşılaştırılma yapılsa yeni planların giriş kotunda yer alan 15.000 m2‘lik kamusal açık alanı ile yeni planın çok daha geçirgen olduğu yönünde yorumlar bile yapıldı.


Diller Scofidio+ Renfiro yeni MoMA görünüşleri

MoMA yönetimi binanın ışık ve mekansal düzenlemelerinin, bir müze için yeterli olmadığını belirtti. Yani müze olarak tasarlanmış bir yapı 13 yılın ardından bir müzenin ihtiyaçlarını karşılamıyordu.

Konuyla ilgili Jerry Saltz, MoMA’yı destekler nitelikteki açıklamalarında, müze tasarımlarına yönelik sert eleştirilerde bulunuyor, Guggenheim Bilbao’dan sonra mimarların müze tasarlarken mimarlığı sanattan ön plana çıkardıklarını belirterek “Binanın dışında ne isterseniz yapın ama iç mekanda sadece sanatı sergilemek için doğru programlar kurgulayın” diyordu. Tekrar kendimize soruyoruz… MoMA’nın küratöryal pratiğini, mimari programı esnetmekte zorlamalı mı (zor değil gibi) yoksa sanat için ısmarlama standart mekanlara olan talep haklı bir talep mi? Aslında zorlayıcı bir sürecin, böylesine köklü bir küratöryal tecrübeye ne kadar heyecanlı tesadüfi oluşumlar yarattırabileceğini düşünmek bile güzel….

Çok Genç Kaybettik!

Aslında ekonomik ömrünü bile henüz tamamlamamış bir yapının, aynı işlev için tekrar tasarlanması konusu, mimari yapıların yaşam döngüsünün nasıl ve neden değiştiğini sorgulamamız için çok güzel bir fırsat! Tasarımın 21.yy’da kabuledilebilir olabilmesinin koşullarını ya da varoluş biçimlerini sorgulamak belki bu anlamda gerekli.

Özellikle mimarlık ile kültür endüstrisinin kesiştiği alanlara bakıldığında “süreklilikten” kalıcılıktan bir kaçışın olduğu, sanat mekanlarının, pop-up’lara, pavyonlara daha “geçici” ünitelere dönüştüğünü de söylemek mümkün. Bunun sebeplerini ise tasarımın bir tüketim objesi olarak içselleştirilmesi, tüketim objesinin ise çok hızla el değişteren ve çok kolay istenmeyen olabilmesinden kaynaklanıyor.

Böylesine vefasız bir sistemde ise neyin korunması gerektiğini, neyin özgün ve değerli olduğunu belirlemek ve direnmek de değer kazanıyor. Yapıya değer biçmek için belirli standartlar oluşturuluyor. Yaş, bir döneme ait olmak vb kavramlar baz alındığı takdirde yakın dönemde yapılmış yapıların hiçbir standarta uygun olmamasını durumunu da çözemiyoruz.

Peki herşeyin saniyede değiştiği bir dünyada bir yapının geleceğinden nasıl emin olacağız? Bir yapı nasıl kendini olduğu gibi kabul ettirebilecek, koleksiyonu itibariyle stabil bir mevcudiyeti temsil eden, öyle betimlenmiş, kalıcılığı referans alan bir tasarım ile yeni kültür mekanları yaratmak mümkün olamaz mı?

Çağa uyum, değişen trendler, beraberinde arazi spekülasyonları gölgesinde kullanıcısının kendinden sıkılacağından emin ve “iz” bırakamayacağını içselleştirmiş, bunları kendine bir kriter olarak kabul eden bir dönem getirmiş gibi. Doğan Hasol şöyle diyor; “Mimari yapıların ömrü artık insanların ki kadar bile olmuyor…” Peki böyle bir dönemde yapıların yaşam döngülerini nasıl düşünmeliyiz? Bir yapıya biçmemiz gereken ömür ne kadar olacak? Bir nesil ile yapıya biçilen değer son mu bulacak? Belki daha da kısa…

Yapının yaşamını tehdit eden unsurlardan bir diğeri şüphesiz ki kentsel rant. Binanız tasarımın önüne geçilemeyen tüm değişim salvolarından kurtulmuş olsa da kentsel mekanda orman kanunlarının geçerli olduğunu unutmamakta fayda var. Aynı familiadan olan hayvanların dahi birbirini yiyebileceği misali, kurumsallaşmış, sürekli büyüyen ve “tekel” olma yönünde ilerleyen bir kültür kurumu ile küçük bir enstitütünün çatışması boyutu da mekanı “güçlü olan kazansın” bahsine konu eden ilişkilerden… Sürekli büyüyen MoMA, daha çok yer daha çok sanat, daha çok-daha çok istedikçe, yerel araştırmalar yapan Folk Art Müzesi (Halk Sanatları Müzesi) ve diğerleri üzerinde artan baskısı, yeni kentsel çatışma alanları yaratıyor. İlişki ağı içerisinde çıkar gruplarını tekrar tanımlamak, bu bağlamda sermeye ile kültür endüstürisi ilişkisini belirlemek, mekanın gelişimini anlamak adına çok değerli ipuçları sunuyor.

Tartışmalar ise Twitter’da #FolkMoMA etiketi ile devam ediyor. Ayrıca açılan bir blog’ta alternatif sanal müze önerileri toplanmaya devam ediyor. MoMA’nın baskıcı tavrı farklı gruplarca eleştiriliyor…

Artık yapıların geleceği henüz mimarları, yapımına şahit olanları hayattayken tartışılıyor… Kuşaklara aktarılacak bir gelenek, yapının bir eser olarak değeri, koruma kültürü vs tüm bu kavramlar literatürde sistem baskısı ile yeni yeni anlamlar kazanıyor. Kaybettiğimiz genç yapılar için söyleyebilecek çok bir söz ise kalmıyor. Hani derler ya: “Kader işte…”

Etiketler

Bir yanıt yazın