Mimar seksiliği diye bir şey vardı ve çıplaklıkla ilgisi yoktu...
Bembeyaz teninden omuzlarına akan saçları siyah straplez elbisesine rengini sıçratıyor, peyzajın yansımasıyla yeşil gözleri her zamankinden daha derin bakıyordu. Mimar seksiliği diye bir şey vardı ve çıplaklıkla ilgisi yoktu.
Biz mimarlar mesai uzatmaya kolay katlanır, zaman zaman bununla övünürdük bile. Mimarlık fedakarlıktı. Meslek değil, bir hayat biçimiydi. Biçim lafını duyunca zaten gözümüz başımız oynuyor, egomuz tavan yapıyordu. Kötü çalışma koşullarını bu yüzden kolay kabulleniyorduk. Klas insanlardık ama yaşadığımız koşulları düşününce, boşuna biz mimarlar için “bin liralık elitler” demiyorlardı.
Başka meslekten arkadaşlarımız cumartesi günü Caddebostan sahilini katederken biz o katlara, kotları yazanlardık. Haftada 45 saat çalıştığın bir hayat mı? Saçmalamayın. Sizler mimarsınız, yarı tanrı sayılırsınız. Başka meslekten arkadaşlarımız cuma geceleri günahlar içerisinde kulaç atarken, bizler ofislerimizde “yaratma sürecimiz”le övünç duyardık.
Bir de diğer meslekten arkadaşlarımız ağlanırlardı ya, pazartesi sendromu diye. Biz sizin geçtiğiniz yollardan geri dönmüştük beyler. Pazartesi sendromunu pazar günleri de çalışmak suretiyle aştık.
Peki seks bunun neresinde?.. O konuya birazdan geleceğim.
Doğru ya, eteğin kalçasında olmasına gerek yoktu. Pileli olduğunda esecek rüzgarın beklentisiyle kalanını zihnimizde modelleyebiliyorduk. Mimardık ve 3 boyutlu düşünüyorduk.
Ben şanslı bir çalışandım, patronlarım özel insanlardı. Ama istisnalar kaideyi bozmaz, sektörün durumu belliydi. Sigortaların genelde asgariden gözükmesi de çoğumuzun sol tandanslı düşünce yapısından olmalıydı. Devlet nezlinde eşit koşullarda hayat sürdüğümüzü göstermek istiyor olmalıydık.
Yahu elalem aybaşında bankadan maaşlarını çekerdi, biz mimarlar maaşı zarftan çıkarıp bankaya yatırırdık.
Patron…
Ofisini seviyorsun, sigortalıyorsun.
Bilgisayarlarını seviyorsun, sigortalıyorsun.
Beni sevmeni beklemiyorum da, zorundasın yahu. Sigortamı maaşımdan yatıracaksın.
Oysa tesisatçı dediğin adam şantiyenin bel kemiği…
– Metin Usta?
– Merhaba Sedat abi.
– Yarın Moda’ya gel rica edeceğim, bir şantiyeye başlıyoruz.
– Yarın gelemem abi. Pazarları çalışmıyorum.
– Bir uğra yahu saat 2’de. Sonra ne yapıyorsan yap.
– Pazarları çalışmıyorum Sedat abi.
Biz mimarlar çalıştık…
Peki ya seks?.. O konuya birazdan geleceğim.
Güzel olan topuklu ayakkabının kendisi değil, topuklu ayakkabının verdiği dirilikti. Kalçasının duruşu değişiyor, oturduğunda dizininin seviyesi yükseliyordu.
Ama maaşların gününde yatmasının tartışma konusu olmasını bile kabullenemiyorum.
Patronum; tahsilat sıkıntısı çektiğinde gönül rahatlığıyla maaşları erteliyorsun, ödemeni erken aldığında peşin peşin dağıtıyor musun? Ben neden çalışan bir mimarım ve neden senden daha az kazanıyorum biliyor musun? O stresi çekmemek için…
Tüm mimarlık çalışanlarının hakkını doğru araması gerekiyor. Bazı ofisler karşılıksız mesailerle veya yemek parasını vermediği stajyer ordusuyla piyasa fiyatlarını aşağı çekmemeli, sağlıklı bir rekabet oluşturmalıydı…
Bunun tek yolu da mimarların taleplerini güçlü bir şekilde, hep birlikte dile getirmesinden geçiyordu.
Peki ya seks?
Seks meks yok size. Önce hakkınızı aramayı öğrenin.
20 yorum
Şimdi konu seks mi yoksa Mimarazzi mi! Ona göre yorum yazalım ya da yazmayalım Sedat ;=)
cok iyi olmus eline saglk sedat . Sex diye diye okutturdun yazıyı 😀
Temposu yerinde.
Bi de ‘adam haklı beyler’.
İçinde “seks” kelimesi geçtiği için bu kadar okunması da ayrıca düşünülmesi gereken bir konu. Yokluğu belli etmesek bari :]
(bkz: sayfanın alt tarafı, 30 gün içinde en çok okunan. An itibariyle 10.442)
Bu arada inşaat sürecinde yer alan mesleklere bakarsak, mimarlardan daha çok “fazla mesai” olgusunu normalleştirmiş bir meslek grubu yok gerçekten. Fıtrat mıdır nedir…
Ben kitap bekliyorum artık açık söyliyim. Derleme mi yaparsın yeni mi yazarsın bilmem
Türkiye’deki mimarların karşılaştığı ve mecbur bırakıldığı çalışma koşullarından gerçek bir kesitinden bahsetmeniz beni nedense şaşırttı. Çünkü, şuana kadar yazdığınız yazılarınıza yaptığım “Bu kişi gerçekten bu dünyaya ait mi?” dediğim kişinin bir anda Türkiye’nin gerçeklerinden bahsetmesi beni duygulandırdı. Hak aramayı öğrenin derken aslında senin hakkını vermeyen de bir Mimar. Diğer mimarlardan daha az ücretle çalışırım diye kurnazlığa yatanda bir Mimar. Mimarların hakkını savunan ve denetleyen Mimarlar Odasında çalışanlar bir Mimar. Ama hangisi gerçek bir Mimar?
Harika bir yazı olmuş.Yüreğinize ve aklınıza sağlık.
“Bir de diğer meslekten arkadaşlarımız ağlanırlardı ya, pazartesi sendromu diye. Biz sizin geçtiğiniz yollardan geri dönmüştük beyler. Pazartesi sendromunu pazar günleri de çalışmak suretiyle aştık.”
Mükkemel yazmışsın eline sağlık.Maaş konusunda Ssrun aslında bizleriz. Sadece çevremizdeki arkadaşlara bunu belirtmek lazım. Kendimizde de suç vatdır elbette. Bu yazı için teşekkürler 🙂
Kaybedenler Kulübü tadında eyvallah.
Bu talihsiz yazıyı geç gördüm. Yazıda seks yok diyenler yazıda seks metası olarak “kadın mimar” var daha ne olsun yahu! Yoksa o resim neden kondu? Neden topuklu ayakkabılar işitildi? Yazıyı yazanı bilmesek bir kadın mı yazdı diyeceğiz, çünkü kendi bedeni içinde düşünememiş “empati” kurmuş zahar. Hani şu iyiliğe giden yol olarak lanse edilen, pek moda şu aralar EMPATİ. Bana kalırsa duyarsızlığın başlangıcıdır “empati”. Çünkü doğru kurulduğuna dair en ufak bir garanti yok. :=) Empatiye gerek olmadan demokratik ol olabiliyorsan. Sürekli empati kurabilir misin ki? Otomatik empati var mı?
Diyeceksiniz ki ironi var, bence yok! Medyanın kadın bedenini kullanmasıyla dalga geçiyor bu yazı desek de olmuyor ne yazık ki o eleştiriyi veremiyor, aksine kendisi bu yöntemle, asıl söylemek istediği şeyi okura sağ gösterip soldan vuruyor. İlgiyi çekiyor mu çekiyor. Azarlıyor mu azarlıyor.
Yazıda mini etek yok ama uçuşan etekler var. Son derece cinsiyetçi, duyarsız, talihsiz, kaş yapayım derken göz çıkartan bir metin. Ama yazan mimar lütfen bana gücenmesin, Ne Nazımlar, ne Atilla İlhanlar, Ne Sait Faikler ne Afili Filintalar gördük biz. Kalemlerini penis olarak kullandılar. Ödülleri de okurları da bol oldu her daim.
Yazı mı talihsiz yoksa Simla mı Türkiye’yi tanımıyor? Sordum gitti.
Patron sorunca cevaplamadan olmaz 🙂 Talihsiz sıfatı yazıyla yazan kişi arasında uyumsuzluk olduğunda söylenir. Ama vurgulaman iyi oldu talihsiz bir sıfattır talihsiz. Türkiye’yi tanımamakla ilgili bir durum yok ki mesele “tipik” olmada zaten. Ama şu bilinsin “kadın”ın görsel temsiliyetinde “bana göre” bilinçli ya da bilinçsiz hassas bir durum olduğunda üşenmeden kaçınmadan özellikle tepki veriyorum. Başka türlü bu yıkıcı dilden kurtulamayacağız. İnsanevladı yerine insanoğlu demeyinceye kadar. Yazı dili zordur bu yüzden. Yazılan herşey yücelir. Hepimiz yazdığımız sürece bu riski taşıyoruz. Türk dizilerinde hafifmeşref gösterilen mimar, hemşire, sekreter, hostes vb kadınlar belki de kırılgan yaptı bizi. Maço şairler, öykücüler sonra…
Ücretli mimarların sorunlarını ben de tartışmak isterim. Üniversitelerde % 65 oranındaki kadın mimarın piyasada nasıl oluyorda % 30’lara düştüğünü de. Evli mimar çiftlerden neden erkeğin adının öne çıkıyor olmasını da. Ya da bana bir iş görüşmesinde çocuklu olduğum için akşam çocuklarınız uyuduktan sonra mesaiye gelebilecek misiniz diyen çocuksuz kadın mimar işvereni de. 🙂 Her şeyi tartışalım garip ya da “tuhaf” demeden.
Cinselliğin kadın bedeni üzerinden tarif edilmesine karşı duyulan hassasiyeti -çoğu zaman- anlamsız bulduğumu itiraf etmek zorundayım.
Tarif edenin heteroseksüel bir erkek olması dışında bir neden aramanın da biraz işgüzarlık olduğunu düşünüyorum (yine “çoğu zaman” notuyla birlikte)
Heteroseksüel kadınlar tarafından kaleme alınan ve doğal olarak erkeği cinsel obje halinde sunan metinlerin yazarlarının “cesur kadın” tanımlamasıyla ödüllendirilmesiyle aynı şeyi yapan erkek yazarlara “maço” tanımının yakıştırılması değil mi asıl talihsiz olan.
Neden erkeklerin erkek, kadınların kadın, gaylerin gay, lezbiyenlerin lezbiyen, vs.lerin de vs. gibi cinsel davranışlar gösterdiklerini olağan karşılayamadığımızı anlayamıyorum.
Böylece konuyu da tamamen mimarlık dışına taşımış olduk 🙂
Sayın Eroğuz haklısınız dar alanda yazışınca eksikler değil de fazlalıklar oluşuyor söylemediğimiz şeyler algılanıyor. Kısaca benim dikkat çekmek istediğim “seks” sözcüğüne salt kadın figürlerle görsellik sunmak, kadın bedeni, giysilerindeki olası seksiliğin öne çıkarılmasıydı yani eşcinselleri transları dahil etmek istiyorsanız bir hiyerarşi arıyorsanız yani meta kadın bedeni. Bu yazının görseli neden kadın? Talihsizlik Sedat Bayrak’ın erkek olması değil ayrıca heyereseksüel öyle kolay diyemiyorum sizin kadar, yaftalar gibi, bilmiyorum çünkü, cinsiyetçi biri olmadığina eminim, aydın ve yazma cesareti olan bir arkadaş, başkası bize sorana kadar bazen bilemiyoruz bana da oluyor, yazılan şey akit etkisi yapar. Bu yorum alanı da bunun için. Bu yazıda sizin dediğiniz gibi bireylerin farklı cinsel görünümlerini kabul etme ya da etmemek üzerine bir referans var da ben mi yanlış şıkkı seçtim bilemedim, işgüzarlık işte. Maço yazarlara gelince bu konuda sayısız makale kitap ve yorum var. Nazım ne demişti Piraye’ye “sen tarlasın ben makine”, bakanlar ne dedi “kadınlar çicektir” Kadını kent olarak gören Murathan Mungan’dan tutun da kadını daktilo kağıdı gören Sait Faik’e, ne kadınlar sevdim zaten yoktular diyen ve avradım diye nara atan kibar adam Atilla Ilhan’a kadar saymakla bitmez. Oğuz Atay’in Tutunamayanlar’ı dahil maskulen edebiyat nedeniyle Aylak Adam zirvededir, Sevgi Soysal “kadın yazar”dır ve Yürümek adlı baş yapıt bi Aylak Adam olamaz…. Bu tartışma uzar örnek çok. Konuyu mimarlığa bağlayalım 🙂 Zaha Hadid değil Leyla Erbil okumalı ki insana dair tasarım yapabilelim.
Ne yazsak eksik veya fazla kalıyor ama son olarak kadın bedeninin seks metası olması ya da gemikerin kentlerin hatta doğurgan doğanın dişil kabul edilmesinin ne sakıncası var, sizi (heteroseksüel veya eşcinsel diyemedim pardon) rahatsız etmiyor ama tüm bunlar kadınlar üzerinde kurulan en vahşi tahakkümlerin estetize edilmiş halleri çok kalleş yani. Lezbiyene lezbiyen dememek meselesi değil gemiyw gemi, kente kent, çiceğe çiçek diyememe meselesi. Cinsiyettlendirilen şeylere bir “dümen” de eklenmiş oluyor. Kentli şımarık özgürlükçü halimizle bunları maruz ve eğlenceli görmemizde ayrı bir vurdumduymazlık. Bilursiniz geçenlerde Paris’ te bir müzede ünlü vajina tablosunu önünde vajinasıyla permormans sanatı yapan kadın tutuklandı. Dünya ikiyüzlü. Dilerim bu yüzleri açık eden mekanlar ve performanslar artar
Sayın Simla Sunay Özdemir, yazdıklarınızın çoğuna katılıyor olsam bile bütün bunların ortamı tanımlayan aktörlerin sayısal olarak baskın biçimde erkeklerden oluşmasının doğal sonucu olduğunu düşünüyorum.
Edebiyattan verdiğiniz örnekler son derece yerinde, aynı dönemde bu durumu dengeleyecek bir kadın söyleminin mevcut olmadığı -ya da çok kısıtlı olduğu- da bir gerçek. Savunduğunuz değerleri düşünüce bu durumu dengeleme hassasiyetini -ki öyle olsa bu bir lütuf olurdu- erkek yazarlardan beklediğinizi sanmıyorum.
Verdiğiniz örnekler üzerinden (eğer yanlış anlamadıysam) bu tam da kadına kadın diyememe meselesi.
Yanlış hatırlamıyorsam Sibel Bozdoğan’a ait bir cümleydi: “cumhuriyet kadını cinsiyetsiz olmayı tercih etti”
Çünkü çok konforluydu… (bu benim cümlem 🙂 )
Vurdumduymaz bir şımarık olarak onayladığımdan ya da önemsemediğimden değil ama bu durumun karşılıklı alınan pozisyonlarla orta çıkmış olduğunu düşünüyorum ve her durum gibi koşullar değiştikçe güncellenmek üzere pozisyon değişiklikleri yaşanmasını olağan buluyorum.
Sizin de belirttiğiniz gibi, yazının güzergahı -özellikle hızlı ve kısa yazmaya çalışınca- başka yerlerden geçiyor.
Eksik dinlediklerim ve fazla söylediklerim için hoşgörü dileklerimle, sevgiler.
Tartışmayı seyrinde takip etmek benim için çok ilgi çekici (ydi), ta ki cumhuriyet kadının cinsiyetsiz olmayı tercih ettiğini okuyana dek. Katılmamakla birlikte, cumhuriyet ile birlikte yeniden kurgulananın sadece mimari, şahsi ya da kültürel kimliklerin değil, aynı zamanda kadınlar için özel bir cinsiyet tanımının da yapıldığını düşünüyorum. Unutmamak lazım ki, bu devletin kuruluşunda bu tanımların imzalarında erkeklerin ismi geçiyor. Ve kadın, evinde kadın gibi kadın (gece üretken, evde çocuğuna ailesine bakan) dışarda ise milletini yetiştiren kimliksiz görev insanı (öğretmen, hemşire) olarak yeniden işlevlendirildi. Kutsal diye nitelendirilen bu görevlere adapte olan savunan bir çok kadın olmuştur elbet, hala da vardır muhakkak. Ama durumu anlatmak için konfor kelimesi fazlaca iddialı bir kelime bence.
Bunun haricinde kadın meselesi ister istemez her noktada tartışılabilen bir konu, önemli olan bazen daha önemli meselelerin önüne geçmemesini sağlamak belki de. Yazı dilinde, olan biteni, durumu aktarırken hassasiyetle dengeyi sağlamak oldukça zor bir iş ve bazen de sağlanabilecek dengeyle yazının ana hissiyatı, cesareti kaybolabilir ne yazık ki.
Bu nedenle Simla Hanım kadar sert bakmıyorum bu yazıya ama daima gözü kulağı açık olmak lazım kesinlikle. Tartışmanıza sağlık.
Zekalar, pırıl pırıl..