Mobilya Tarihi Hakkında “Bilmeseniz de Olur”luk Hikayeler: Bowl Chair

Acil damgalı bir kağıtla koşar adım yatakhaneye girdi Binbaşı Miller. “Kasap bu gece İtalya’ya birkaç hediye bırakmanızı rica etti” diyerek bağırdı, elindeki sopayla henüz uykuya geçmiş pilotların ranzalarına vurarak. Apar topar yerlerinden fırlayıp binbaşının kapıya astığı listeye koştu pilotlar; içlerinden o listede olmamak için dua ederek. Liste bu sefer oldukça uzundu; 200 kişilik yatakhanede, yatakların yarısından çoğu boş kalacaktı bu gece. Yataklarına dönemeyen ve güzelim uykularından olan pilotlar, bu gece İtalya’nın ikinci büyük şehri olan Milano’ya 200 tondan fazla bomba bırakacaktı.

Bu büyük hava saldırısı emrini veren, “Kasap” lakaplı kişi*, İngiltere Hava Kuvvetleri Komutanı Sir Arthur Harris idi. Bu lakabı ona, Hava Kuvvetleri’nde görevli askerler takmıştı. Aslında gazetelerde adı daha çok, Bombacı Harris olarak geçiyordu. Fotomaç başlığından bozma bu lakabı ise gazeteciler takmıştı. Savaş boyunca yaklaşık 1 milyon ton bombanın Almanya ve İtalya’ya atılmasının emrini verecek olan birine “Bombacı” lakabını takmak oldukça mantıklı gözükse de, bu bombaların büyük çoğunluğunun sivillerin yaşadığı yerlere atıldığı düşünüldüğünde, askerlerin gazetecilerden daha iyi bir lakap buldukları söylenebilirdi. “Kasap”, Harris’in isminin başına çok yakışıyordu…


II. Dünya Savaşı sırasında, Milano’da birçok bina gibi ünlü Duomo Kilisesi ve Galleria Vittorio Emanuele de büyük hasar gördü.

Milano halkı, şehirlerinin tepesinde uçan Lancaster ve Halifax’lara artık oldukça alışıktı. Fakat ilk kez bu kadar fazlasını bir arada görüyorlardı. Belli ki bu gece, “Kasap”, çok fazla insanın yaşamını mahvedecekti… Bombalardan biri Alfa Romeo fabrikasına düştü. Neyse ki fabrika gece olduğu için kapalıydı. Ama savaş yüzünden ekmek bulmakta bile zorlanan Paolo’nun gideceği bir işi de kalmamıştı o gece, artık fırından ekmek çıksa bile alamayacaktı. Beceriksiz bir pilotun attığı bir başka bomba, boş bir araziye düştü. Mahalledeki çocukların top sahasıydı bu arazi. Uykusunu arkadaşlarından biraz daha iyi almış bir pilot, bombasını Corriera Della Sera Gazetesi binasının tam tepesine bıraktı. Savaş nedeniyle iş bulamayan birçok kişinin aksine, hemen hemen her gün fazla mesai yapan birçok gazeteci, artık mesaiye kalamayacaktı. Bir başka bomba, pilotun canı düğmeye basıp bir an önce uykusuna geri dönmek istediği için belki de, Via Gesu’daki bir binaya düştü. Burası, Roma’dan Milano’ya birkaç sene önce taşınmış olan genç bir kadının, babasının yardımıyla açtığı küçük bir mimarlık ofisiydi. Zaten savaş nedeniyle pek de iş yapamayan genç kadının, ofisiyle birlikte, hayalleri de yıkılmıştı…

Ahşap, çift kanatlı kapının önüne geldi, tam işaret parmağını bükmüş usulca kapıya vuracakken, kalbinin yerinden fırlayacağını hissederek, aniden durdu. Kapıya baktı, “galiba meşe ağacından yapılmış” diye düşündü. “Ama kestane de olabilirdi.” Bu iki ağacı hep karıştırırdı. 7-8 saniye içinde nerede olduğunu hatırladı, hatırlar hatırlamaz kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu yine. Heyecanını yatıştırmaya çalıştı, ama bir türlü mani olamıyordu ne ellerinin titremesine, ne terlemesine, ne de kalp atışlarının hızlanmasına. İçeriye girdiğinde heyecanının geçeceğini umarak sonunda çaldı ve hafifçe araladı akçaağaçtan yapılmış olan kapıyı.

Onu bu kadar heyecanlandıran, hatta neredeyse kalbinin durmasına sebep olan kişi şimdi tam karşısında, birkaç metre ötesinde duruyordu. Gio Ponti kafasını yavaşça kaldırdı, hafif bir tebessüm eşliğinde, eliyle işaret etti “Otursana” dercesine. Yutkunmaya çalıştı otururken, yutkunamadı. “‘Bir şey içer misin?”‘ diye sorarsa su isterim, hem boğazımdaki garip kuruluk da geçer” diye düşündü, ama o beklediği soru gelmedi. Heyecandan kuruyan boğazından çatallanarak çıkan sesinden utanarak, çok da uzatmadan lafı, elindeki portfolyosunu takdim etti.

Ponti ağır ağır kahvesini yudumladı, hızlı hızlı portfolyoya bakmaya başladı. “Beğenmedi mi acaba çok hızlı geçiyor bütün işleri, iki saniyede ne anlayacak ki benim aylarca, gece gündüz uğraştığım projeden” diye düşündü. Tam o esnada elindeki portfolyo kağıtlarını masasına bırakıp kafasını kaldırdı Ponti ve “Neden geldin Roma’dan?” diye sordu. Sanki “bir sen eksiktin Milano’da” der gibiydi vurgusu. Bir an ne diyeceğini şaşırdı.

Aslında bir su içebilseydi, hayallerinin peşinden gitmek için ne gerekiyorsa yapabileceğini, onun için bu savaş ortamında ailesini bırakıp Milano’ya geldiğini, kendi tarzını, kendi üslubunu bu şehirde, Gio Ponti gibi isimlerle çalışarak çok daha iyi bir şekilde oturtabileceğini, modernizm tutkunu olduğunu ama aynı zamanda hümanizme de meraklı olduğunu belki de çok daha sade bir şekilde, düzgün cümlelerle anlatabilecekti. Lafı fazla uzatmış olacak, Ponti “Şimdi beni dinle” der gibi bir el hareketi yaptı ve “Burada çalışmak istiyorsan çalışabilirsin, ama sana para veremem, hatta senin bana para vermen lazım” diyerek sohbeti sonlandırdı.

Belki de insanlara para değil de bilgi verilen üniversite hayatı ile insanların para kazanmak durumunda olduğu profesyonel hayatı birbirine karıştırarak, emek sömürüsü üzerine kurulu bir snopluk yapma biçimi olan ve birkaç iyi iş yapınca egosuna hakim olamayan mimar patronlarca çok sevilen bu cümle kalıbını Ponti o gün icat etmişti…

Lina ve Pietro Brezilya’ya taşındıktan 4 yıl sonra, ülkenin sanat, tasarım ve mimarlık dünyasına yön verebilecek nitelikte bir dergi yaratmaya karar vermişlerdi. Pietro Maria Bardi zaten oldukça donanımlı bir gazeteci ve sanat eleştirmeniydi. Lina Bo Bardi de savaş yıllarında iş bulamadığı için yıllarca mimarlık ve tasarım dergilerine illüstrasyonlar yapmış, Gio Ponti ile tanışması sonrasında, başta Domus olmak üzere birçok farklı dergi için yazılar yazmış, editörlük yapmıştı. Sonunda yıllarca Ponti’nin yanında bedava çalışmış olması da bir işe yarayacaktı**. İkili, hem sosyalist görüşlerinden, hem de Lina’nın insanı merkeze alan mimarlık ve tasarım anlayışından yola çıkarak, dergilerinin ismini Habitat koydular. Lina’nın işlerinde olduğu gibi, dergi içeriklerini oluştururken de Brezilya insanının ve kentlerinin problemlerini ve yüzyıl ortası modernizminin vazgeçilmez öğesi olan hümanizmi her zaman merkeze alıyorlardı.

Lina, bu anlayışla mobilyalar tasarlamak üzere, arkadaşı Giancarlo Palanti ile de Arte e Arquitetura adında bir stüdyo açmıştı. Tasarladıkları ve kendi imkanları ile ürettirdikleri Bowl Chair, kısa sürede oldukça popüler oldu. Bunun üzerine, hümanizm odaklı bu sandalye hakkında Habitat’ta bir haber yapmaya karar verdiler. Fotoğraf çekimleri, Lina’nın kendisi ve eşi için tasarladığı Cam Ev’de*** yapılacaktı. Klasik bir sandalyenin kullanıcısına sunduğu oturma biçimine başkaldıran bu sandalyenin fotoğraflarının, insan ile çekilmesi gerektiğini düşünüyordu Lina. Sonuçta bu tasarım insanlar için yapılmıştı ve Jacobsen’in de dediği gibi, ancak üzerinde bir insan oturuyorken tamamlanmış sayılırdı. Model kendisi olacaktı. Lina, Bowl Chair’a oturdu ve ayaklarını rahat bir şekilde aşağıya doğru sallandırdı. Sandalye gerçekten de, fotoğrafta da gözüktüğü kadar rahattı ve yüzyıl başındaki modernist mobilyaların aksine, insanların rahat etmesi için yapıldığı her halinden belli oluyordu.


Lina Bo Bardi, ünlü sandalyesi Bowl Chair’a otururken (Habitat çekimlerinden)

Fotoğraf çekimi yaptıkları salonda, Lina’nın Bowl Chair’ı kadar rahat bir sandalye daha vardı: Le Corbusier, Charlotte Perriand ve Pierre Jeanneret tarafından tasarlanan LC4. Bu sandalye de Bowl Chair gibi, klasik oturma biçimi sunan sandalyelere bir baş kaldırı niteliğindeydi ve en az Lina Bo Bardi kadar anarşist bir aktivist olan Perriand da, yıllar önce bu sandalye ile, Lina’nınkine benzer bir poz vermişti. Kimbilir, belki de Lina, bu pozu verirken, çok sevdiği Perriand’dan ilham almıştı…


Solda: Charlotte Perriand, LC4’te uzanır vaziyette otururken. Sağda: LC4’ün üç ünlü tasarımcısı yan yana.

*Sir Arthur Harris’ten yaklaşık yarım asır sonra, “Kasap” lakabını, hepimizin çok daha iyi hatırladığı, yakın zamanda yaşanan katliamlarda, yüzbinlerce insanın ölmesine sebep olarak, Sırp diktatör Miloseviç de almıştır. Bkz. “Sırp Kasabı”

**Lina Bo Bardi, Gio Ponti ile birlikte, freelance olarak başta dergicilikle ile alakalı olmak üzere, bir çok farklı iş yapmıştır. Bilindiği kadarıyla da, bu işlerden hiç para kazanmamıştır. Bununla birlikte, yüzyıl ortası modernizminin en önemli isimlerinden olan Ponti’den, hem mimarlık, hem yayıncılık, hem de mobilya tasarımı konusunda çok şey öğrendiğini belirtmiştir.

***Lina Bo Bardi’nin kendisi ve eşi için tasarladığı, yapımı tamamlanan ilk işi olan Casa de Vidro. Videosu için: https://vimeo.com/35979889

EK 01: Yönetmenliğini Belinda Bukschcio’nun yaptığı film, Lina Bo Bardi ve mimarlığı hakkında daha detaylı bilgi için izlenebilir. http://www.precise-poetry.com/

EK 02: Bowl Chair, 1953 yılında, Amerika’da yayımlanan Interni Dergisi’ne kapak olmuştur. 2013 yılına kadar seri üretime geçmemiş olan tasarım, 2013’de, İtalyan mobilya markası Arper tarafından seri üretime geçirilmiş, sınırlı sayıda üretilmiştir (500 adet).

EK 03: Gio Ponti, mimar ve mobilya tasarımcısı kimliğinin yanında, aynı zamanda çok başarılı bir yayıncıdır. Domus ve Stile’nin kurusucusudur. Ara verdiği 5 yıl dışında, ölümüne kadar Domus’un editörlüğünü üstlenmiştir (Ara verdiği 5 yılın büyük bir kısmında, derginin editörlüğünü ünlü mimar Richard Rogers’ın amcası Ernesto Rogers yapmıştır. Derginin klasikleşen çizgisini beğenmeyen Ponti, Stile’yi bırakıp, ilk gözağrı olan Domus’a geri dönmüştür)

EK 04: Habitat, Lina Bo Bardi’nin kuruluşunda yer aldığı ikinci mimarlık/tasarım dergisidir. Daha öncesinde, İtalya’da yaşadığı son yıllarda Carlo Pagani ve Bruno Zevi İle birlike haftalık yayımlanan A Dergisi’ni kurmuşlardır.

Etiketler

2 yorum

Bir yanıt yazın