Modernlik, Modernistlik, Kitsch ve Cürüm

Sözlerime soyut bir soru sorarak başlamamı lütfen mazur görün: Mimarlıkta modernlikten ne anlıyoruz?

Gayrımenkul pazarlama şirketlerinin ilanlarında yer aldığı gibi “prestijli, seçkin, size özel…” falan gibi bir sıfatı mı? Modern mimarlık dediğimizde yalnızca biçemle ilgili bir sorunsaldan mı söz ediyoruz? Yoksa mimarlık adı verilen sembolik alanın konu aldığı, faaliyet gösterdiği, farkındalık ürettiği profesyonellikle ilişkili bir sorunsaldan mı söz ediyoruz? Modernlikle ilgili tartışmalarda genelllikle bu sorular sıkça yer alır. Benim burada, yazının başında bu soruları sormamın ise özel bir nedeni var.

İstiklal Caddesi’nin göbeğinde yer alan Demirören Alışveriş Merkezi bugün açılıyor. Geçtiğimiz günlerde inşaatı örten perde kaldırıldı ve yapı yüzünü gösterdi. Karşımıza yuvarlak cumbaları, caddeye uzanan balkonları, süslü kolonları ile ucube bir yapı çıktı. Oysa işin başında beklentiler ne kadar farklıydı. Projeyi “Ağa Han Mimarlık Ödülü” gibi pek çok uluslararası ödülün sahibi, Türkiye’nin “star” mimarlarından Han Tümertekin’in üstlendiği duyuldu. Daha bir yıl öncesine kadar mimarlık çevrelerinde Tümertekin’in tasarladığı “müthiş” bir projeden söz ediliyordu. Peki o üzerinde bunca rüzgar estirilen bu “müthiş” projeye ne oldu? Gördüğümüz tasarımın Tümertekin’in tasarladığı proje ile bir ilişkisi var mı? Bu soruların cevabını tam olarak bilemiyoruz. Malsahibi binanın yüksekliğini artırmak ve yetkililerin onayını almak için “tarihi çevreye uyumlu olmayan” bu tasarımdan vaz geçmiş olabilir.
Muhtemeldir ki Tümertekin’in o “müthiş” projesi yetkili kurulların onayını almak için ayrı bir zorluk olarak algılanmış ve bu nedenle de yarı yolda terkedilmiştir.

Oysa başlangıçta durum ne kadar farklıydı. Gayrımenkul’ün sahibi olan yatırımcı şirket, her ne kadar “kar amaçlı” da olsa, bir “sosyal sorumluluk” projesine girişmiş ve “Beyoğlu Nereye Gidiyor” başlıklı bir yarışma ve sergi dahi düzenlemişti. Sonrasını ise başta söyledim: Mimarlık çevreleri de Tümertekin’in tasarladığı o “müthiş” projeyi yere göğe sığdıramıyorlardı. O zaman baştaki sorumuza geri dönebiliriz: Bu işte mimarın gerçekleştirdiği faaliyet ne ölçüde içinde yer aldığı sorunsalı, koşulları dönüştürmeyi başardı ki, bugün o hepimizin şaşkınlıkla tanıklık ettiği o “müthiş” bir profesyonel sonuç ortaya çıktı?

Yoksa bu “müthiş” proje hiç suya sabuna dokunmadan, işin kamusal boyutunu ihmal ederek, yalnızca yapının daha farklı bir biçemde yapılması anlamına mı geldi? Böylece mimar da tıpkı para kazanmak için “kendi işini yapan bir esnaf” gibi kendisini onay verecek kurumlardaki kişilerin, kar amaçlı bir kuruluşun perspektifi ve patronajı ile mi kendisini sınırlandırdı? “SİT Alanı” ilan edilen tarihsel kent merkezleri margarin kremalı pasta gibi bina tasarlayan mimarlara, kent dışındaki alış veriş merkezleri, üst sınıf seçkinler, zenginler için yapılan “rezidans”lar da yatırımcıların daha çok para kazanması için Türkiye’nin “star” mimarlarına mı ait? Mimari araştırmanın, deneyselliğin kamu tarafından desteklenmesi ve bunun için de mimarların kamusal nitelikli bir işlev yerine getirmesi gerekli değil mi?

Bu durumda modernlik de mimarlığın içinde yer aldığı sorunsalı dönüştürmeyi, sorgulamayı, deneyselliğe açmayı hedeflemeyen, içinde yer aldığı koşullar ile ilişkisi olmayan bir biçemden mi ibaret? Bu durumda modernlik de tıpkı -sözde karşıtı gibi duran- tarihselcilik gibi basmakalıp bir klişeye dönüşmüyor mu? Böyle bir ayrışmanın, karşılıklı olarak kent mekanını “korunaklı av sahaları”na dönüştürmenin kente, kentlilere karşı nasıl bir “cürüm” olduğunun farkında mıyız? Eğer öyleyse Tümertekin’in “bugün ortaya çıkan sonuç ile benim bir ilişkim yok, projeyi ben yapmadım” diyebilme lüksünün olacağını zannetmiyorum. Çünkü profesyonel mimarlığın “kamusal boyutu” bağımlı bir perspektifle bir taraftan alışveriş merkezleri, kentsel dönüşüm projeleri yaparken, diğer taraftan sermaye sahibi hayırseverler gibi “sosyal sorumluluk” projeleri yaparak kreş, okul, STK binası falan tasarlamak değildir. Modernlik böyle bir şey olamaz. Modernlik her şeyden önce, bütün bağımlı faaliyetlerin ötesindeki bir profesyonelliği, düşünce geliştirme özgürlüğünü savunmak, göstermek ve hatta oluşturmak, yani kamusal bir duruma yol açmak demektir.

Bu nedenle her ne kadar “bu projeyle benim bir ilişkim yok” derse desin, gerçekleşen projenin Han Tümertekin’e ait olduğunu düşünüyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın