Mimarlık okuluna başladığımdan beri çevremden bazı sorular alıyordum. Mezun olunca ne iş yapacaksın, “mutfak şurda olsun salon ise burda olsun” demek için mi okuyorsun? gibi sorulardı. Açıkçası net bir cevap verememiştim bu sorulara. Ancak bu sorular beni mimarlığın aslında ne demek olduğunu sorgulamaya yöneltti. Peki “yüceltip durduğumuz” bu mimarlık nedir? Müteahhitlikten ne farkı vardır?
Bina yapımı için takip edilebilecek iki yoldur aslında. İkisi de mevcuttur dünyadaki her ülkede ve olmalıdırlar da. Ama nasıl? Hangi yol ne zaman meşrudur? Çevremizden neden memnun değiliz?
Aslında müteahhitlik de mimarlık gibi gerekli bir meslek ancak en büyük problem bu iki mesleğin birbirlerine karışmasından ortaya çıkmakta diye düşünüyorum. Aralarındaki farkın belirgin kılınması adına bu iki mesleği inceleyelim.
Bir müteahhit %100 verimliliği hedefler. Ancak onun için verimlilik ekonomik olmak anlamına gelmektedir. Farklı bakış açılarına gerek duyulmaz ve kurallar vardır. Bir müteahhit bir araziyi maksimum işlevsel hale getirme amacındadır. Onun anlam arayışı salt fonksiyonelliktedir.
Bir mimar %100 verimliliği hedefler. Ancak onun için verimlilik ekonomiklikten çok daha kapsamlı ve yüce bir meseledir. O, arazideki her bir adım attığı yeri değerlendirilmesi gereken bir alan olarak görür. Arazideki maksimum verimliliği sağlamak (yani anlamlı sonuca ulaşmak) onun için sosyal verimlilikten geçmektedir. Araziyi gelecekteki kullanıcısı için adeta özene bezene hazırlar, onun için özel köşeler, karşılaşma mekanları, yönlendirici (herhangi bir yöne veya bir hissi atmosfere) ögeler ve hacimler tasarlar. Mimar için sonuç tasarımı üretmeye yönelik herhangi bir hamle, bulunduğu koşullar çerçevesinde anlamlı veya anlamsız olabilir. Kuralları yoktur, olmamalıdır. Önyargısı yoktur, olmamalıdır. Yürüdüğü istikamette kendine bir anlam yolu çizer. Mevcut yollardan birini seçmez, seçemez. Çünkü onun önündeki mimarlık problemi yepyeni bir yol gerektirir. Mevlanayı dinler: “Yol yoktur, yürürsen yol olur.”
Bir şehre mimar da gereklidir müteahhit de… Çirkin çevrelerin sebebi bu çevreleri müteahhitlerin üretmesinden dolayı değildir. Bu ikisinin şehri anlamlı bir biçimde paylaşamamasıdır. Bir şehrin tamamıyla mimarlar tarafından tasarlanması mümkün olamaz, uygulanabilir değil ve hatta imkansızdır. Çünkü mimarlık bir hizmettir. Tıpkı hastanın doktora ihtiyacı olduğu gibi, yolda kalanın bir yol göstericiye ihtiyacı olduğu gibi; sadece bazı kimselerin mimarlığa ihtiyacı vardır. Çünkü mimarlık ihtiyacı yüce bir ihtiyaçtır. Bir mimarlık problemine sahip olduğunu anlayabilmiş yüce ruhlu insanların ihtiyacıdır. Muhakkak tüm insanlar yüce ruhludur; ancak yüce ruhlu olmanın yüküne dayanamayanlar bu yüce ruhlarını görmezden gelirler.
Mimarlık problemine sahip olmak demek, binayı malzemelerden ibaret görmemek demektir. Malzemelerde var olan özün barındırdığı potansiyellere inanmayı gerektirir; dünyayı, evreni bir meta olarak görmemeyi gerektirir. Yüce bir tasarının içinde yaşanıldığını anlamayı, toprağa aşık olmayı, doğayı özümsemeyi gerektirir. Bu bakış açısına sahip birisi yaptıracağı binayı yeryüzüne dikeceği bir fidan gibi görür. Bu fidanın çevresine ve kendisine faydalı olarak gelişip, palazlanması için bir bahçıvanın tecrübe ve kabiliyetinden yararlanır. Zararlı otların gelişmemesine özen gösterir. Düzenli bakımlar yapar. Yüce bir tasarı olan evrene bırakacağı bu mirasın evrene layık olmasını ister. Dolayısıyla onun amacı arazisinde maksimum sayıda dairenin yerleştirildiğini görmek değildir. Onun amacı arazisinde tutarlı, anlamlı bir sosyal strüktürün yetiştiğini görmektir. Bu sosyal strüktürün neleri gerektireceği ise birçok etkene göre farklılık gösterir. Bu yüzden işin başında hiçbir kural yoktur, aslında ortasında da yoktur, sonunda da. Sadece kaygı ile dolu olarak anlamlı bir arayışta olmanın izleri vardır…