Ozan, babasının mesleğini seçmemişti ama bu mütevazi ülkenin gençlere verdiği olanaklar, açtığı kapıları bir bir geçerek bizim mimarlığımız yerine kendi özel mimarlığını seçmişti.
Helsinki’nin merkezindeki Sessizlik Şapeli daha yeni yapılıyordu. Ozan’la birlikte, Lasi Palatsi’nin yanından Kamppi Meydanı’na doğru yürüdük. Meydanın bir yüzünü kaplayan çok katlı alışveriş merkezinin meydana açılan kapısına doğru yaklaşıyorduk. Yere hafif kar düşmüştü. Adımlarımız bastığımız beyazlıkları silip granit döşemede izlerimizi bırakıyordu. Önce ne konuşuyorduk bilmiyorum ama Ozan bana doğru döndü, “Ya baba sen beni mimar yapmadın ya…” demez mi! Sanki bir anda dünya başıma yıkıldı, içim cız etti. Gökten inen, hiç beklemediğim bu saptama karşısında hafif bir şaşkınlık hatta itiraf etmeliyim hafif bir üzüntü bile duydum. Saniyeler içinde kendimi toplayıp ona doğru döndüm. “Sen mimar olmak isteseydin zaten oldurdun oğlum. Dört yaşında aniden uyanıp yanıma geliyordun. Uzun gecelerde ben projeler çizerken dizlerimde oturup, çizgilere dikkatle baktığını hatırlıyorum. Sen yine de kendi yaptığın işlerde başka türlü bir mimar olacaksın” gibilerinden bir şeyler sıralayıp durumu kurtarmaya çalıştım. Arkadan nereye gittiysek gittik ve sohbet başka yerlere kaydı gitti. Ozan o yıllarda Helsinki Üniversitesi, Ekonomi Bölümüne yeni girmişti, ilk sınıfların telaşı ve koşuşturmaları arasında karşılaştığı atmosferi anlamaya çalışıyordu. Futbolu yeni bırakmıştı. Benim buraya taşınmamdan sonra, Finlandiya’ya 14 yaşında gelen Ozan, SAPA takımı ile başladığı futbol macerasında daha sonra oynadığı buraların bilinen bir takımı PK (Pe Ko) da oynamıştı. Bu takımla yaptığı bir sürü heyecanlı maçların ardından en son kendi yaş grupları arasında Finlandiya’daki uzun turnuvada 3.lük kupasını kaldırmıştı. Bir baba gözü ile bakardım elbette. Onun hiçbir maçını kaçırmayıp videoya alır, oynadığı oyundan inanılmaz keyif duyardım. Ama ben de eskiden futbol oynadığımdan ve bu kadar yıl seyrettiğimden görüyordum ki Ozan çok iyi bir sol kanat ve forvet oyuncusuydu. Top ona gelince her şey bir başka oluyordu. Oyunun kaderini değiştirebilirdi. İki ayağını da iyi kullanmasına rağmen solu kuvvetliydi. Tekniği de çok iyiydi. Çalımı da çok severdi. İpe dizer gibi adam geçer, karşısındakileri şaşkına çevirir, türlü oyunlarla rakiplerini eksiltirdi. Takımı PK ile karşılaştıkları ünlü rakipleri Helsinki HJK ile olan maçları ise bir başkaydı. Futbol oynarken ve Türkiye’den buraya taşındıktan sonra Finlandiya’daki ortaokul ve lise yıllarında aralarında barlarda garsonluk yapma, temizlik firmasında bulaşık yıkama, kebap salonunda çalışma, buraların en önemli alışveriş mağazalarından biri olan Stokmann’daki bilgisayar, elektronik bölümündeki tezgahtarlıkları gibi birçok işe girdi çıktı. Gneçlik yıllarındaki bazı tartışmalarımızın arasında bir gün “baba endişelenme” dediğini bugün gibi hatırlarım. Ne yapacağını az çok biliyordu. Yol ayrımında futbolu bir kenara bıraktı. Şimdi oralarda yıllarca öğrendiklerini başka bir yere transfer etme zamanıydı.
Artık ekonomi dünyasının kapılarını kendine açacak Helsinki Üniversitesi’ne öğrenci olarak adımını attı. Ama iyi bir ekonomist olma isteğinin arkasında o zamana dek hiç düşünmediği çok daha başka bir sürpriz de bir yerlere saklanmış Ozan’ı bekliyordu. Sohbetlerde, konuşmalarında arkadaşlarının dikkatini çekmeye başlamıştı. Öğrenci temsilciliğinden ve bu temsilciliğin organı Okul Parlamentosu’ndan arkadaşlar önlerindeki seçimde Ozan’a adaylığını koymasını önerdiler. Ve koydu da. Bu onun ilk seçim deneyimiydi. Kampanyalar konuşmalar birbirini kovaladı ve sonuçta farklı kampüslerden gelen oyların sayımı akşamı heyecan doruktaydı. İki kişi aynı oyla seçimi kazanan ilan edildi. Bunlardan birisi Ozan diğeri ise bir diğer okuldaşı genç bir Finli’ydi. Ama hemen ardından bir Fin seçim geleneği olarak yapılan ikinci sayımda çok az bir oy farkı ile ikinci oldu. Bu onun bu ölçekte politikayla, seçimlerle, seçim heyecanları, oylarla ilk kez bu kadar yakın, bu kadar birebir yüz yüze gelmesiydi. Helsinki Üniversitesi Öğrenci Parlamentosu aynen gerçek Fin Parlamentosu’nda olduğu gibi siyasal partilerin temsilcileriyle ve partiler üstü olan bir grup HYAL tarafından paylaşılmıştı. Ozan da bu mozaikte partili olmayan bu grubun üyesiydi. Parlamentoda milyonlarca Euro malı mülkü olan bu kuruluşun her şeyi, gayrimenkulleri, yurtları, sosyal tesisleri ve diğer yapılacak işleri, politikaları bu parlamentodakiler tarafından yönetiliyor ve bu gençler de bir anlamda birbirleriyle tartışarak bu kuruluşun politikasını öğrenciler adına ve lehine organize ediyorlardı. Ozan orada bir karar aldı. Sol partilerden birine girmeyi kafasına koymuştu. Yeşiller ve Sosyal Demokratlar’dan önemli kişilerle konuştu, kafasını netleştirdi. Sonunda Yeşiller’di gönlünden geçen. Seçmesi ile birlikte on gün sonra Yeşiller’in yönetim kurulundaydı. Bir buçuk yıl önceydi ve kimsenin tanımadığı Ozan artık politikanın merdivenlerini tırmanmaya başlamıştı. Kazanılması çok zor olan Avrupa Parlementosu seçiminde partisinin Finlandiya Yeşilleri’nin adaylarından biri oldu. Kampanyası ve ülke genelinde aldığı oy ile dikkat çekti.
Avrupa Parlementosu seçimlerinin arkasından biri Genç Yeşillerin eş başkanlığı ve yine katıldığı Helsinki Üniversitesi Öğrenci Seçimleri olmak üzere iki seçimde ilk sırayı alarak seçimi kazandı. Ve artık önünde büyük bir hayal olan Fin Parlementosu seçimleri vardı. Okulunun ekonomideki lisans bölümü bitmişti artık yüksek lisans öğrencisiydi ama neredeyse büyük hedefi Fin Parlamentosu’ndaki politikada da masterını yapacağı bir maceraya atılma zamanıydı. Yeşiller’in Helsinki’den 4 milletvekili alacağı öngörülüyordu. Zaten yarış Ozan için de 4. sırada yer almaktı. Ama daha yukarıdakiler burada olacağı düşünülenlerin hepsi zaten daha önce parlamentoda bir iki dönemlerini geçiren deneyimli kişiler bu partinin ağır toplarıydı. Bazı liselerde yapılan kamuyu yoklamalarda bütün ünlüleri geçip ilk sırayı aldı. Yine kampanyalar, partisinin deneyimli isimleri ve muhafazakarlardan sosyal demokratlara, aşırı milliyetçi olanlardan aşırı solculara diğer partilerden adaylarla kıyasıya televizyon programları, her yerdeki o bitmek tükenmek bilmeyen panellerdeki tartışmalar, seçim konuşmaları, meydanlardaki aktiviteler, kampanya takımındakilerin çabaları derken oy verme gününün akşamı sonuçlar açıklandı. Ozan ilk dördü zorluyordu. Gücü yetecek miydi ? Ama son sahnede başka bir sürpriz daha vardı. Sayımın sonuna doğru Yeşiller’in oy oranının ülke çapında yüzde 50 arttığı kesinleşti. Daha önce çıkardıkları on milletvekilliği on beşe çıkıyordu. Bu artış Helsinki’ye de yansımıştı. Bu orana göre başkentten dört yerine Yeşiller beş milletvekilliği kazanacaklardı. Ozan beşinci ilan edildi kendisinden sonraki ile oldukça az bir farkla. İkinci sayımda da sonuç değişmedi ve Ozan 27 yaşında parlamentoya girdi. Fin Politika tarihindeki ilk Türk asıllı ve de yabancı asıllı iki milletvekilinden biri olarak seçimin en büyük bir sürprizlerinden biri olmuştu bu ülkeyi yönetecek iki yüz parlamenterin arasında.
Ozan çoğumuz gibi küçükken futbolu çok severdi ve Suadiye’de otururken mahalle aralarında oynardı. Kendisi de benim gibi, diğer kardeşleri gibi BJK’li. Onunla yensek de yenilsek de ne güzel maçlar seyrettik ve hala seyrediyoruz yeri geldiğinde hep. Ama belki de maçlar hep bahane. Bir arada olmak ve o anları yaşamak içindi onlar. Onun yıllar önce 6 ya da 7 yaşlarında yaptığı resimleri hatırlıyorum. Kendi hayalindeki maçları çizerdi ve bana gösterirdi, üzerlerinde sohbet ederdik. Bir de farklı enstantaneleri bir araya geldiği dikdörtgen ve daire şeklinde resimler, diyagramlar çizerdi. Bazılarının yanına yuvarlaklar koyardı. Bir gün bana bunların aslında dünyalar olduğunu, biri kırılırsa diğerinin kırılanın yerini alacağını söylemişti. Haklıydı da. Bazen dünyalar kırılıyordu. Başka dünyalar kuruluyordu. Yeni kurulanlar kırılanların yerinin alıyordu. Ya da bir dünyanın yanında keşfedilecek daha başka dünyalar vardı. İnsanlar sınırlar arasında yaşıyorlardı, aynı ülkede ya da farklı ülkelerde. İşte Ozan bu kırılan ve kurulan ya da bambaşka dünyaların üzerindeydi ama artık onun dünyasında bütün dünyalar bir araya gelmişti. Sınırlar da kalkıp gitmişti. Bir tarafta yaşamının yarısını geçirdiği ana vatanı Türkiye bir tarafta da diğer yarısını geçirdiği ve geçireceği diğer vatanı Finlandiya vardı. İki kültür bütün nüansları ile bir araya, üst üste geldi. Ve sonuçta Ozan, futbol yıllarında karşı karşıya oynadıkları, bugün CSKA’da oynayan arkadaşı Fin Milli takım oyuncusu Roman Eremenko’nun yaptığının aksine babasının mesleğini seçmemişti ama bu mütevazi ülkenin gençlere verdiği olanaklar, açtığı kapıları bir bir geçerek bizim mimarlığımız yerine kendi özel mimarlığını seçmişti, yaratmıştı adım adım. Her şey birbirinin içindeydi, mimarlık da, politika da, ülkelerde. Yaşam da tam böyle bir şeydi, kırılmalar, kurulmalar, sınırlar, keşfedilmeyi bekleyen dünyalar arasında. Ozan o altı yaşındayken çizdiği dünyaları, ülkeleri, farklı enstantaneleri arasından çok sevdiği ekonomisini, politikasını ve Yeşil Dünyası’nı yıllar sonra bulmuştu, kucaklamıştı.
3 yorum
Sevgili Okan Dagli.
Tesekkurler yorum icin. Cok dogru diyorsunuz. Onun bir vatani da Kibris. Hayatinda yeri olan bir baska dunya ve insanlarin vatani. Ne guzel degil mi bir suru dunyasi olmasi Ozanin onu bugunlere getiren…
Selamlar uzaklardan…
Sevgili Tolga Senturk.
Sizin de yorumunuza cok tesekkurler. Hersey galiba buyuk bir mimarlik demeli belki de…Sevgiyle…
Keyifle okudum.
… Önemli olanda kendimizin mimarı olabilmek. Ozan bunun stratejisini kurmuş, tasarlamış ve başarmış. Tebrikler..