Olimpiyat? İstanbul? 2036?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, 2036 Olimpiyat Oyunları için adaylık sürecini başlattıklarını duyurdu. Lozan, Mart 2022

Örnek Ulus? Marka Şehir?

Olimpiyat deyince sık sık duyduğumuz ve ulusal gururumuzu gıdıklayan bir takım sloganlarla medyada çokça karşılaşırız: “Çin yapıyorsa biz haydi haydi yaparız”, “Tesis mi? Birkaç maketle, görselle Batılıları kandırırız”, bu arada iki Olimpos Dağı’nı da karıştırarak; “Zaten bizim Olimpos’ta ateşimiz yanıyor”. Veya işte bildiğiniz gibi, artık gına getirmiş bir şekilde; “Kıtalararası Köprü şehiriz”, “Müslümanız”, “Biz uyduruk değil kalıcı tesisler yapacağız”…

Bizim “devlerimiz”, “sultanlarımız”, “perilerimiz” ve “herküllerimiz” de var biliyorsunuz.

Hele tüm insanlığın evrensel buluşmasından söz ederken, “islam ülkesi”, “Lozan’ı taçlandırmak” gibi gerekçeler öne sürmek ise çağdaş etik değerler ile bağdaşmıyor galiba.

Peki, başka bir açıdan bakalım meseleye; Londra Olimpiyatları’nda, pazara sürülen Bolt, Phelps, Federer gibi sporcular tamam da, yine tanıtımlar sürecinde Beckham’ın, Rowling’in, Emin’in, Kapoor’un, McCartney’in, James Bond’un, hatta Kraliçe’nin kendisinin ne işi vardı diye düşünsek sonra da kendimize bir baksak. Bizlerin bu gibi evrensel kahramanlarımız kimler acaba?

Biraz bakalım dedim uluslararası arenada, vitrinde kimleri marka şahsiyetlerimiz olarak gösterebiliriz diye. Üzülerek gördüm ki bunların hepsinin başı belada…

Fazıl Say; “Japonya’ya kaçacağım” diyordu ama bir ara (ne dediyse?) 10 ay hapse bile mahkum oldu. Orhan Pamuk, kamuoyuna vatan haini olarak tanıtılıyor, koruma ile dolaşıyor. Olimpiyat madalyası alan sporcumuz Süreyya Ayhan’a antrenörü ile evlendi diye bildiğiniz muameleyi reva gördük. Mehmet Aksoy’un ucubesi vardı, bir güzel yıktık. Dünya çapındaki bir markamızı, Yılmaz Güney’i hapse mahkum ediyoruz, o ve Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ahmet Kaya sürgünde ölüyor. Aziz Nesin’i yakmaya çalışıyoruz. Evrensel sinemacılarımızı, şarkıcılarımızı “katil” ve “şerefsiz” olarak adlandırıyoruz, yurt dışında ölmeye mahkum ediyoruz.

Ve her geçen yıl yurtdışına binlerce değerimizi kaçırıyoruz. Daron Acemoğlu, Gazi Yaşargil, Aziz Sancar, Özlem Türeci, Uğur Şahin… Neredeler? Kim bilir daha kaç parlak gencimizi kaçırdık?

Bu Şehir?

2000 (Sidney), 2004 (Atina), 2008 (Pekin), 2012 (Londra), 2020 (Tokyo) yıllarında defalarca aday olup milyonlarca dolar masraf yapıp; başvuru dosyalarında bir araba hayal kurup sonunda hep rezil olduğumuz bu olimpiyat hayalini lütfen gerçekçi olarak gözden geçirelim. Bu kentlerin başına gelenleri ekonomik, sosyal, sportif açılardan araştıralım. Çünkü iktidar ve çevresi insanın kibrini kışkırtıp yanıltabiliyor.

Bu nedenle bir kez daha hatırlatmak istiyorum ki, zaten bir “dünya kenti”, bir “dünya markası” olan İstanbul’un karşılaşabileceği tüm riskler (yoksulluk, deprem, salgın, çevre krizi…) yanı sıra böyle yeni bir maceraya hiç ihtiyacı yoktur.

İstanbul’un elindeki müthiş doğal, tarihsel, kültürel, ekonomik potansiyeli gibi olanakları çok daha iyi kullanma şansı vardır.

İstanbul’un arınmaya, temizlenmeye, sakinleşmeye, huzura, sağlığa, sosyal eşitliğe, spekülatif olmayan (betonsuz) bir zenginleşmeye ihtiyacı vardır. Onlarca deneme ve tarihsel kayıt, olimpiyatların bu fırsatların hiçbirini bir kente sağlamadığını kanıtlamıştır. Ekonomik kriz, yerinden etmeler, aşırı yapılaşma, sürdürülemezlik, terkedilmiş tesisler, “Beyaz Fil” denen gereksiz mega projeler, sportif başarısızlık, prestij kaybı…

İstanbul çok fazla işlev üstlendi, yüklendi, betonlaştı, kalabalıklaştı, sıkıştı, yoksullaştı, kirlendi ve ezildi. Üzerine eklenecek bir olimpiyat bu dertlerin hiçbirine çare değildir ve tam tersine sorunları arttırıcı, kışkırtıcı olacaktır.

Lütfen enerjimizi, bütçemizi, vizyonumuzu beton ve karbon yüklü; mega proje çılgınlıkları ile süslü bu geçici başarı hikâyesinden sıyrılarak, öncelikle kentlinin huzuruna, sağlığına, barınmasına, esenliğine harcayalım. Bu yaklaşım İstanbul’a, inanın olimpiyatlardan çok daha fazlasını kazandıracaktır.

Erişebilme, yaşamı sürdürebilme, en basit doğal gereksinmelerini karşılayabilme çabasında olan İstanbulluları boş vaatler ile kandırmayalım. Kent çeperindeki yüzbinlerce yoksul çocuğu, göçmeni bir kutu süt ile değil ama gerçek kentlilik kültürü ve konforu ile tanıştıralım.

Spor Medyası? Spor Seyircisi? Kentli Kültürü?

Peki, şimdi biraz farklı yerlerden bakalım konuya.

2036 adaylığı derken 14 yıllık bir perspektiften söz ediyoruz. Evet İstanbul (ki o dönemde 24 milyonluk bir megapol?) iletişim gücü, medya, konaklama, tesis yeterliği ve kentsel altyapı olarak çok daha iyi durumda olacak. Peki insan varlığımızın eğitimi, kentliliği, disiplini, uygarlığı açısından nerede olacağız?

Peki, seyirci kültürümüz ne durumda? Üzgünüm ama bir Afrikalı futbolcuya muz sallayan kişinin görüntüsünü anımsayalım tam burada. Bu görüntü de bana şunu hatırlattı; biliyorsunuz olimpiyatlarda madalyaların yarısını siyahlar götürüyor, inanılmaz miktarda muz tüketimi olacak demek ki 2036 İstanbul’da.

Bir gecede yağmalanan lalelerimizi, kırılıp dökülen kent heykellerini, ufak ufak parçaladığımız Ayasofya’yı, ölüme mahkum ettiğimiz Marmara’yı, dünyaya nam salan trafik sorunumuzu… Tüm bunları yola koyabilecek miyiz?

Yirmibirinci Yüzyıl İçin Daha Çağdaş Sorular? Sürdürülebilirlik ve Olimpik Miras

Şimdi çağımızda insanların uğraştığı, doğrudan olimpik kriterler arasına girmese de üstü örtülü olarak gündeme gelen ve çok değer verilen “sürdürülebilirlik”, “geçicilik” ve “miras” konularına bakalım. Londra bu konularda epeyce başarılı bir örnek oldu.

Biz (kimi önerilerde) Haydarpaşa’yı veriyoruz, mendirekleri de yanında hediyesi olarak. Londra en değerli yerlerini feda etmiyor. Orada seçilen yer eski bir sanayi bölgesi, bataklıklar, kirli hava, su ve toprak ile belki bizim Dilovası (Gebze) gibi bir yer. İnşaat öncesinde zehirlenmiş toprağın tedavi edildiği bir hastane kuruluyor, “remediation” deniyor buna. Madalyalarla verilen çiçekler bile bu parkta yetiştirilmiş; yani bazı şeyler de bizdeki gibi dibine kadar dünyayı zorlayıp, mahvetmemek için yapılıyor en azından, dediğim gibi biraz “krema işler”. Yani kentin mücevherleri alınıp; “Biz bu olimpiyatları o kadar istiyoruz ki alın bunlar sizin olsun, biz bu iş için bütün bunları feda ederiz” denmiyor.

Olimpiyatlar konusunda oldukça yeni gündeme gelen değerli bir kavram “olimpik miras”.

Bu kavram ile yapılan tüm yatırımın kent tarihinde en çok bir ay süren bu olaydan sonra nasıl dönüştürüleceği; ne kadarının, nasıl ve kimler yararına kullanılacağı sorgulanıyor.

Olimpiyatlar için yapılan devasa yapıların sonradan kent adına hangi enerjileri manipüle edeceği, kente nasıl eklemleneceği ve bu müthiş etkinlik aniden bittikten sonra nasıl kullanılacağı, artıkların – sökülen bölümlerin nasıl bir geri dönüşüm süreci ile yeniden kullanılacağının – kazanılacağının tasarımı yapılacak mı merak ederim.

Haydi, İş Başına?

Bakalım bu kez hayallerimiz gerçekleşir ve İstanbul, Olimpiyat şehri olarak belirlenirse, 2036’ya kadar geçen süre içinde nelerle uğraşacağız:

• Spor Bakanımız, tesisler ve tesisler ve tesisler yaptırmak yerine sporun esas unsuru olan insan ögesi ile ilgilenebilecek; sporun yöneticileri olan Federasyon yöneticileri ile, eğitimciler ile tepeden inme değil de katılımcı, yapıcı ve sürekli bir ilişki kurabilecek mi?

• Bu arada, “dindar bir nesil” yanı sıra “sporcu bir nesil” de yetiştirmemiz için bize tanınacak 14 yıllık bir süre yeterli olacak mı? Orta eğitim sistemi için TSM dallarından (Türkçe, Sosyal, Matematik) başka, farklı bir arayışa girince, yalnızca İmam Hatip’i akıl edebiliyoruz. Nerede kaldı ki, Spor dalları, Sanat dalları, bunların bursları, altyapıları, tesisleri ile gündeme gelmesi?

• Genç bir toplum olmakla övünüp duruyoruz ama sporcu yaş grubunda 20 milyon gencimiz varken hala biraz daha fazla madalya için devşirme eleman arayışındayız.

• Meseleye en üst düzeyde bile “tesis yapmak” olarak bakılıyor. Tesis ve altyapı 14 değerlendirme ölçütünden yalnızca ikisi. İnşaat potansiyeli iştah kabartıyor ama mimari, teknolojik nitelikten söz eden yok. Kubbeli Nükleer santral tasarlayabilen mimarlarımız, bakalım kubbesiz spor salonları tasarlayabilecekler mi?

• Yeterince yurt yapamayıp onbinlerce öğrencisini sokakta bırakan bu kent, doğru düzgün bir sporcu köyü oluşturabilecek mi?

• “Sürdürülebilirlik” deyince yalnızca Osmanlı yapısı restorasyonunu- ihyasını anlayan yöneticilerimiz, bu süreçte çağdaşlığın bu en önemli ölçütü konusunda biraz olsun aydınlanabilecekler mi?

• Futboldan başka spor, küfürden başka sıfat tanımayan spor basınımız, bu arada badmingtonın, çim hokeyinin inceliklerini öğrenebilecekler mi?

• Bir ara Saraçoğlu “kupa savaşlarında” acımadan benzinci yakmaya kalkışan mutena spor seyircimiz, örneğin bir tenis karşılaşmasında gerektiği biçimde sessiz durabilecek mi?

• Emniyet şeritlerini insafsızca kullanan (ve turist dostu!) İstanbul şoförleri bakalım “Olimpik Şerit”leri boş bırakmayı öğrenecek (veya bu acıya katlanmayı kabullenecek) mi?

• Maraton için 42 kilometrelik düzgün ve temiz bir yol bulabilecek miyiz; bu hat boyunca kesintisiz iki yanlı olarak, üstelik düzgünce durabilecek sayıda seyircimiz var mı?

• Bisiklet parkuru olarak kesintisiz ve pürüzsüz, yeşilliklerle çevrili on beş kilometrelik bir yolumuz var mı?

• Kürek yarışları için İstanbul civarında, 2036 yılında bakalım 3.000 metrelik temiz bir su birikintisi kalacak mı?

• 2036’ya kadar TOKİ boşluk, yeşil alan bırakacak mı bu kentte ve çevresinde. Nerede düzgün bir yol, nerede top oynanacak bir arsa? TOKİ’nin ulusal bir simge haline getirdiği beton kilitli parke yollar üzerinde mi bisiklet yarışı yapılacak?

• Hilal biçimli çatısına kanarak yaptırdığımız ucube Olimpik Stadı’mızı bakalım o zamana dek (üçüncü bir girişim ile) adam edebilecek miyiz?

• Tüm meselelere zaten tesis yapımı olarak bakıyoruz, (“İnşaat Ya Resulullah” diye slogan bile ürettik) üstyapı yanı sıra, altyapı inşaat faaliyetleri de iştah kabartıcı. Bakalım o zamana kadar daha kaç köprü, kaç tünel yaparız kentimize. İnşaat  Ağaları daha kaç ağaç keser, kaç ormanı betonlar?

Birçoğumuza göre İstanbul’un biricik kurtuluş (kaçıncı kez kurtarıyoruz bu zavallı kenti?) umudu olimpiyat oyunlarında! Bu kurtuluş her neyse, onu olağan koşullarda, kendi evimizde, kendi kendimize bir türlü sağlayamıyoruz da, olimpiyatların bize verilmesi sayesinde mi evimizi düzene sokacağız?

Burada hep aklıma şu tuhaf davranışımız gelir: İstanbul’da ayı oynatmayı, ayılara ayıp oluyor diye değil de turistlere ayıp oluyor diye yasaklamış bir milletiz biz. Şu olimpiyatları bir alalım, bakın İstanbul’un zavallı sokak köpekleri, kedileri ne oluyor!

Bu arada, sözlerimin başına dönüp eklememe izin verin:

Spora ilişkin hemen hemen her şeyde olduğu gibi olimpiyat konusunda da, tartışmalarımız sadece skorda (madalya sayısı yanı sıra bina metrekaresi de var elbet!) somutlaşarak gündeme geldi demiştim.

Ve kimi sonuçlara bakalım: Pekin madalya skoru; Çin: 84, Türkiye: 5.

Olimpiyatların yapıldığı ülkelere ekonomik veya sportif bir sıçramayı “kendiliğinden” getirdiğini uman sokaktaki sevgili vatandaşa da bir kelime edelim mi?

2004 olimpiyatlarını düzenleyen ve ha gayret 16 madalya alabilen sevgili komşumuz Yunanistan olimpiyatlar sonrası çok ağır bir ekonomik krize girdi. 2012 Londra Olimpiyatlar’ındaki madalya sayısı da iki (yalnızca 2) adet bronzdur. Bunca gayrete rağmen pek sporcu bir gençlik de yetişmemiş gibi.

Tabi bir de kentin sosyolojik ayarının, ahenginin (ne kadar varsa?) bozulması sorunu var.

Bunlar kimi zaman yatırımcıları çekmek için kullanılan şehir imajını zedeleyeceği düşünülen toplumsal grupların baskı altına alınması, kimi zaman muhalefetin baskı altına alınması, kimi zaman ise yerel halk ile etkinlik için gelen izleyiciler arasında çıkan gerginliklerden kaynaklanan anti-demokratik ve otoriter uygulamaların artması olarak gözlenmektedir. Otoriter yapımız tüm demokratik dünyada vurgulanırken, kentte bir barış ortamının sağlanabileceğine inanıyor muyuz?
Öte yandan mega etkinlikler boyunca inşaat sektöründe yaşanacak yoğunlaşmaya bağlı geçici ve güvencesiz istihdamdaki artış ve buna bağlı sorunlar da mega etkinliklerin sosyal ve mekânsal etkileri arasında sayılabilir.

Bazı olimpiyat kentlerinde kentin yerleşik alanlarında yerinden etme ve zorunlu tahliye gibi süreçlerin yaşandığı görülmüştür. Ayrıca kentsel arazi değerlerinde oluşacak spekülatif artışlar, kentte yaşayanların hayat konforları ve hakları üzerinde zorlu bir yönetim riski taşımaktadır. Örneğin Londra Olimpiyatları etkisiyle 1000 kişi, Barselona’da ise 600 aile tesis ve yol inşaatı nedeniyle doğrudan yerinden edilmiştir. 1988 yılında Seul’de 720.000 kişi, 2008 yılında Pekin’de 1.250.000 kişi, Atlanta’da 30.000 yerinden edilmiştir. Barselona’da olimpiyat oyunları kiralar ve konut fiyatları üzerinde 6 yıl içinde %139- 144 artışa neden olmuştur.

Konut (arzı değil, dağılımı) varlığı ve güvenliği açısından büyük bir kriz yaşayan deprem kenti İstanbul için şu olimpiyat hayalini bir kenara bırakıp bir milyon kişilik sağlıklı konut üretmek daha hayırlı bir iş olmaz mı?

Bir kez daha hatırlatayım: Yaklaşık 400 milyar TL’lik bu bütçe (2022 için bu rakam, 2036’da ne olur bir düşünün) ile kente en az 200.000 sağlıklı konut kazandırabilir, bir milyon kişinin hayatını kurtarabiliriz.

Sonuç Yerine, Başkana Açık Mektup
2036 İstanbul Olimpiyat Beklentimizden Vazgeçelim… Lütfen!

Sayın Başkan Ekrem İmamoğlu,

Sizi nasıl ikna etmek mümkün olabilir bilemiyorum ama 2 dakikanızı ayırırsanız bir deneyeyim. 2000 (Sidney), 2004 (Atina), 2008 (Pekin), 2012 (Londra), 2020 (Tokyo) yıllarında defalarca aday olup milyonlarca dolar masraf yapıp; başvuru dosyalarında bir araba yalan söyleyip sonunda hep rezil olduğumuz bu olimpiyat hayalinizi lütfen gerçekçi olarak gözden geçiriniz. Bu kentlerin başına gelenleri ekonomik, sosyal, sportif açılardan araştırtınız. İktidar ve çevresi insanı yanıltabiliyor. Burası artık Bizans değil ve “maviler” ile “yeşillerin” hipodromda yarışmasını izleyip haykıracak köleleriniz yok artık!

Evet, biz sizi tanıdık, çok sevdik, destek olduk. Ama İstanbul’u daha çok seviyoruz. Bu nedenle bir kez daha hatırlatmak istiyoruz ki, zaten bir “dünya kenti”, bir “dünya markası” olan İstanbul’un karşılaşabileceği tüm riskler (yoksulluk, deprem, salgın, çevre krizi…) yanı sıra böyle yeni bir maceraya hiç ihtiyacı yoktur.

Tüm insanlığın evrensel buluşmasından söz ederken, “islam ülkesi”, “Lozan’ı taçlandırmak” gibi gerekçeler öne sürmek ise çağdaş etik değerler ile bağdaşmamaktadır.

İstanbul’un elindeki müthiş doğal, tarihsel, kültürel, ekonomik potansiyelini çok daha iyi kullanma olanakları vardır. İstanbul’un arınmaya, temizlenmeye, sakinleşmeye, huzura, sağlığa, sosyal eşitliğe, spekülatif olmayan (betonsuz) bir zenginleşmeye ihtiyacı vardır. Onlarca deneme ve tarihsel kayıt, olimpiyatların bu fırsatların hiçbirini bir kente sağlamadığını kanıtlamıştır. Ekonomik kriz, yerinden etmeler, aşırı yapılaşma, sürdürülemezlik, terkedilmiş tesisler, “Beyaz Fil” denen gereksiz mega projeler, sportif başarısızlık, prestij kaybı…

Sayın Başkan, İstanbul çok fazla işlev üstlendi, yüklendi, betonlaştı, kalabalıklaştı, sıkıştı, yoksullaştı, kirlendi ve ezildi. Üzerine eklenecek bir olimpiyat bu dertlerin hiçbirine çare değildir ve tam tersine sorunları arttırıcı, kışkırtıcı olacaktır.
Lütfen enerjinizi, kentliden aldığınız desteği, bütçenizi, vizyonunuzu beton ve karbon yüklü; mega proje çılgınlıkları ile süslü bu geçici ve sanal başarı hikâyesinden sıyrılarak, öncelikle kentlinin varlığına, huzuruna, sağlığına, esenliğine harcayınız. Bu yaklaşım hem size hem de İstanbul’a, inanın olimpiyatlardan çok daha fazlasını kazandıracaktır.

Erişebilme, yaşamı sürdürebilme, en basit doğal gereksinmelerini karşılayabilme çabasında olan İstanbulluları boş vaatler ile kandırmayalım. Kent çeperindeki yüzbinlerce yoksul çocuğu, göçmeni gerçek kentlilik kültürü ve konforu ile tanıştıralım. Onlara marjinallik, hedefsizlik ve uyuşturucu yerine gerçek bir doğa alanında mutlu, neşeli, müzikli spor olanaklarını sunalım. Sevgi ve saygı ile yaşayabilen bir gençliğimiz olsun.

Belki o zaman, seçim otobüsünüzün yanında “her şey çok güzel olacak!” diye koşturan çocuk, “Yeni bir İstanbul’da” bizim olimpiyat ateşimizi de tutuşturabilecektir.

Sevgi ve Akılla kalın sayın başkan.

Etiketler

1 Yorum

  • Özgür Savaş Özer says:

    42.195 metrelik maraton staddan başlayıp stadda bittiğinde İstanbul’a hiç uğramadan yapılmış oluyordu. Sanırım yapıldığı şehre uğramadan koşulacak tek maraton olacaktı ve bunun önüne geçmek için formatta değişiklik arayışı yapılıyordu bir ara. Son gelinen aşama nasıl bilmiyorum. Öğrenmek isterim; olimpiyatlar tarihine nasıl bir yenilik sunmaya hazırlanıyoruz…

Bir yanıt yazın