Kapadokya bölgesinin bu eşsiz Bizans mirası üzerinde oturan bizlerin ne gibi sorumlukları var?
Roma’nın varisi Bizans, Ortadoğu’dan Anadolu ve Balkanlar’a kadar uzanan alanda, kültürel kimliğini doğu Hıristiyanlığıyla şekillendirerek özgün eserler bırakmış ardından. Kapadokya, işte böylesi geniş bir coğrafyanın tam da ortasında, benzersiz jeolojik yapısı ve kara iklimi sayesinde koruyarak günümüze dek yaşattığı arkeolojik mirasıyla öne çıkıyor ve bu nedenle 19 yüzyıl sonlarından günümüze Bizans uygarlığının izlerini süren çok sayıda bilim insanı için bir çekim merkezi niteliğinde. Bölgenin bilinen Ortaçağ yapıları, hakkında yazılmış ciltler dolusu kitap ve yüzlerce makaleye rağmen, tükenmez veriler sunuyor araştırmacılara. Elbette bu zengin bilimsel literatüre düzenli olarak eklenen yeni buluntuları da unutmamak gerek.
Kavaklıdere Vadisi, Göreme
Burada sözünü ettiğimiz zengin mimari mirasın neredeyse tamamını Kapadokya’nın farklı doğal yapısı ve coğrafyasıyla bütünleşen kaya oyma yapılar oluşturuyor, az sayıda duvar yapısı ve kilise kalıntısını saymazsak eğer.
Zelve Açık Hava Müzesi, Ortaçağ yerleşimi
Birçoğu duvar resimleriyle bezeli sayısız kaya oyma kilise, manastır, yeraltı sığınağı (yeraltı şehri), dini, askeri ya da sivil kaya yerleşim, sarp volkanik doğanın organik bir parçası olarak varlığını sürdürmüş günümüze değin. Bu maddi kültür birikimi Akdeniz havasının başka bölgeleriyle karşılaştırıldığında eşine az rastlanır yoğunlukta Kapadokya’da. Örneğin sadece duvar resimleri barındıran kilise sayısının, kısmen korunmuş da olsa, ciddi envanter çalışması eksikliğine rağmen altı yüz civarında olduğunu biliyoruz. Koruma altındaki sit alanlarından ve açık hava müzelerinden uzaklaşıp bilinen turistik rotaların dışına çıkıldığında, vadilerin içlerinde ya da sarp yamaçlarında, binlerce Bizans kalıntısı inatla ve umutla ziyaretçisini bekliyor hala; doğanın, daha çok da insanın acımasız tahribatına rağmen.
Tavşanlı Kilise, Ortahisar
Kapadokya, Bizans tarihinin, kültürünün ve sanatının az bilinen yönlerine ışık tutan eserlerle dolu bir açık hava kütüphanesidir adeta. Bölgedeki Ortaçağ yapıları hakkında yazılı tarihi kaynak (vakayiname ve benzeri) yok denecek azdır ve bu noktada anıtların kendileri, topografyanın içinde nasıl konumlandıkları, birbirleri arasındaki ilgileşim, dini yapıların barındırdıkları duvar resimleri, kitabeler, epigrafik veriler ve genel olarak mimari özellikler yaratıldıkları dönem ve sosyal bağlamın anlaşılması için doğrudan birer tarihi belge niteliği kazanır. Bu nedenle, Kapadokya’da Bizans yapılarının önemi sadece sanat ve mimari alanıyla sınırlı değildir. Bu eserler bir bütün olarak ele alındığında ve barındırdıkları çoklu bilgi katmanları üzerinden irdelendiğinde altı ile onüçüncü yüzyıllar arasında Bizans imparatorluğunun tarihi sosyal ve kültürel yaşamına dair kimi zaman yeni, kimi zaman de bilinenleri tamamlayan şeyler anlatırlar bize.
Aziz Kirykos’a ithaf yazıt, Gorgoli (Mustafapaşa)
Doğu Hıristiyanlığı öğretisini temellerinden ve “Kilise’nin Babaları” olarak anılan piskoposlara ev sahipliği yapar Kapadokya dördüncü yüzyılda. Bu döneme ait yazılı kaynaklardan, bölgenin önemli dini merkezlerinden Nazianzos, Nyssa, ve Caesarea/Kayseri’de etkileyici taş mimari yapılar ve sanat eserleri bulunduğunu öğreniyoruz ancak bunların kalıntıları dahi günümüze ulaşmamıştır. En eski duvar mimarisi örneklerinden beş ile yedinci yüzyıllar arasına tarihlendirilen ve turistik güzergahların dışında kalan Gelveri, Sivrihisar yakınındaki Kızıl Kilise ya da Hasan Dağı eteklerindeki kilise kalıntıları (Viranşehir harabeleri, Süt Kilise vs.) halen ayakta olsa da, geçtiğimiz yüzyılın başlarında Soğanlı Köyü’nde oldukça iyi durumda fotoğraflanan Ak Kilise bugün tamamen yok olmuştur.
Ak Kilise, Soğanlı, Yirminci yüzyıl başları (foto Guillaume de Jerphanion)
Kızıl Kilise, Sivrihisar, Gelveri
Aynı döneme, yani altıncı yüzyıla ait çok sayıda kaya oyma kiliseyse, Avanos, Ürgüp, Uçhisar üçgeninin içindeki bölgede bulunuyor (Kızılçukur, Güllüdere, Zelve vadileri, Eski Çavuşin köyü, Göreme ve Avanos çevresi). Bu yapılar, mimari formları ve bezemeleri, barındırdıkları kitabeler altıncı yüzyılda Kapadokya’da bilinen büyük yerleşimler dışında, kırsal alanda da önemli bir sosyal dokunun varlığına ve ciddi bir mimari ve kültürel faaliyete işaret ediyor ve bölgede yaşamın sadece münzevi hayat süren çileci keşişler ve manastırlardan ibaret olmadığını gösteriyor. Konu edilen yapılar turizmin hızla geliştiği bir bölgede yer alıyor ve Çavuşin Vaftizci Yahya Bazilikası ya da Göreme Maçan’daki Aziz Sergios Kilisesi’nde olduğu gibi imara açılmış bölgelerin içinde kalıyorlar zamanla.
Aziz Sergios Kilisesi, Göreme
Kapadokya’daki eserler sekiz ila dokuzuncu yüzyıllarda Bizans toplumu ve sanat üretimini derinden etkileyen ve “ikona kırıcılık” olarak bilinen resim karşıtı dönem hakkında da veriler barındırır. Duvar resimleri ve kitabeler, içerik ve harf biçimleri Bizans’taki bu derin dini ve politik krizin toplumu ve sanat üretimini nasıl etkilediğine dair önemli bir tartışma alanı sağlar. En son bilimsel çalışmalarda, bezemeleri haç motifleriyle sınırlı olan, ya da anıtsal haç bezemelerini sınırlı sayıda figürlü betimle (aziz ve azizeler, İncil’den ya da Eski Ahit’ten olaylar) birleştiren bu kiliselerden bazılarının (Zelve Açık hava müzesi dışındaki 1 no’lu kilise, Ürgüp yakınlarındaki Kurtdere vadisinde bulunan mezar kiliseleri, Sinasos yakınındaki Gomeda vadisinde bulunan Aziz Basilios Kilisesi) önceleri düşünüldüğü gibi İkona Kırıcılık döneminde değil de, hemen sonrasında dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında resimlendikleri önerilmektedir. Bu önemli yapılar da herhangi bir koruma önlemi olmadan doğada tek başlarına inatla Ortaçağ tarihinin az bilinen bir dönemi hakkındaki bilgileri saklamaktadırlar bizler için.
Kurtdere Vadisi mezar kitabeleri, Ürgüp
Aziz Basilios Kilisesi, Mustafapaşa
Bizans İmparatorluğu için ikona kırıcılık hareketiyle tarihsel olarak örtüşen bir diğer sorunlu dönem Arap akınlarıdır. Yedinci yüzyıldan başlayarak İslam fetihleri imparatorluğun doğu eyaletleri, Filistin, Suriye, Mezopotamya’yı zamanla Bizans’ın elinden alır ancak Kilikya bölgesinin ötesine geçmez. Sekizinci yüzyıl boyunca ve dokuzuncu yüzyılın ilk yarısında her yıl tekrar eden Arap akınlarına karşı koymak için askeri anlamda organize olan bir sınır bölgesi haline gelecektir Kapadokya: ekonomik ve sosyal anlamda bir çöküş yaşayacak, sanatsal üretim ise durma noktasına gelecektir. Bu dönemde Kapadokya’daki geniş savunma ağını irili ufaklı bir çok kale ve bugün yeraltı şehri olarak tanımlanan sayısız yeraltı sığınağının oluşturduğunu yazılı tarihi kaynaklardan biliyoruz. Günümüzde bu yeraltı şehirlerinin bazıları turizm sayesinde tekrar ortaya çıkartılmış olsa da, bölgedeki bu karmaşık savunma sisteminin tarihsel coğrafyası henüz araştırılmayı beklemektedir.
Sivrihisar Kalesi, Gelveri
Anıtların bölgenin tarihsel bağlamı hakkında bizi aydınlattığı bir yer de Aksaray yakınlarındaki Peristrema (Ihlara) Vadisi ve burada bulunan yoğun maddi kültür öğeleridir. Yedinci yüzyıldan başlayarak İslam fetihleri Bizans İmparatorluğunun doğu eyaletlerinde, Mezopotamya, Suriye, Filistin’de yaşayan Hıristiyanları ve özellikle keşişleri Anadolu’nun içlerine doğru göçe zorlar. Ihlara Vadisi’nde bulunan ve dokuzuncu yüzyıla tarihlenen bazı kiliselerin duvar resimlerinin (Ağaç Altı Kilise, Eğri Taş Kilise, Yılanlı Kilise, Kokar Kilise, Pürenli Seki Kilise) özgün ikonografik ve üslup özellikleri nedeniyle doğu eyaletlerinden gelmiş farklı Hıristiyan grupların eseri olduğu düşünülmektedir. Ne yazık ki benzersiz duvar resimleriyle bezeli bu yapıların bazıları doğal erozyon nedeniyle tamamen yok olma tehlikesi altındadır.
Pürenli Seki Kilisesi, Ihlara
Ağaçaltı Kilise, Ihlara
Dokuzuncu yüzyılın ortasından itibaren Bizans güçleri Arap akınlarını püskürterek imparatorluğun doğu sınırlarını tekrar Suriye’ye doğru genişletir. Onuncu yüzyılın başlarında ise Kapadokya eski ekonomik ve sosyal canlılığını kazanır. Bu tekrar dirilişin en önemli göstergesi kitabeleri sayesinde onuncu yüzyıl başına tarihlenen duvar resimlerinin bulunduğu çok sayıda kilisedir. Kimi apokrif, İncil hikayelerini resmeden sahneler bir film şeridi şeklinde kesintisiz kilise duvarlarını çepeçevre sarıp sarmalar. Söz konusu resim programların Doğu Hıristiyan sanatında da eşsizdir ve sadece üslup ve ikonografi konularında sanat tarihçilerine çalışma imkanı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda yaratıldıkları dönemin dini, kültürel ve sosyal ortamını bize en iyi açıklayan kaynak niteliğindedirler. Bu kiliselerin önemli bir bölümü Göreme Açık Hava Müzesi ve çevresinde koruma altında bulunsa da (Eski Tokalı Kilise) bazıları turizm faaliyetlerinin gelişmesiyle tahribata maruz kalmışlardır (Göreme 3), birkaçı da bilinen turistik rotaların dışında yer alır (Ortahisar yakınlarındaki Tavşanlı Kilise, Sinasos/Mustafapaşa yakınındaki Kutsal Havariler Kilisesi, Pancarlık Kilise, İbrahimpaşa yakınlarında İçeridere Kilisesi).
Pancarlık Kilise, Mustafapaşa
Eski Tokalı Kilise, Göreme
Onbirinci yüzyıla gelindiğinde Kapadokya sanatı ve mimarisinde belirgin bir merkeziyetçi etki gözlenir. Göreme Karanlık Kilise ve Soğanlı Karabaş kilisede olduğu gibi; ressamlar, Bizans’ın önemli merkezlerinde yaygın sanat akımlarını yakından tanıyan ve belki de buralarda çalışan sanatçılar, baniler ise Konstantinopolis’le resmi ilişkileri olan devlet memurları ya da yerel aristokrasinin üyeleridir. Kapadokya’daki onbirinci yüzyıl duvar resimleri Bizans sanatındaki gelişmeleri takip edebileceğimiz nadir kaynaklardandır çünkü o dönemin Konstantinopolis sanatından karşılaştırma yapabileceğimiz örnekler arasında sadece birkaç el yazması günümüze ulaşabilmiştir ancak.
Karanlık Kilise, Göreme (foto Murat Gülyaz)
Mikael Skepides, Karabaş Kilise Banisi, Soğanlı
Kaya oyma bir köy şeklinde düzenlenmiş farklı yaşam alanlarından (odalar, bezemeli salonlar ve onları birbirine bağlayan geçitler, kapı mekanizmaları, mutfaklar, ocaklar vs.) ve zirai işlevli mekanlardan (depolar, sarnıçlar, şaraphane ve şırahaneler, değirmenler, su yolları, su bentleri, ahırlar vs.) meydana gelen Kapadokya’daki sivil mimari örnekleri özellikle on birinci yüzyıl Bizans toplumu, günlük hayat ve sosyal hiyerarşi konularında da değerli veriler barındırır. Akhisar yakınındaki Çanlı Kilise yerleşimi, Gülşehir Açık Saray yerleşimi ve Yeşilhisar yakınındaki Erdemli yerleşimi yüzey araştırmalarına konu olmuş ve elde edilen bilimsel sonuçlar Ortaçağ Kapadokya toplumu ve günlük yaşamını daha iyi tanımamızı sağlamıştır.
Açık Saray yerleşimi, Gülşehir
Onbirinci yüzyılın ortasından başlayarak Anadolu içlerine yayılan Türk akınları nedeniyle Kapadokya sanatında bir tür yoksullaşma yaşanır. Hiç şüphesiz yaklaşan tehlike nedeniyle bölgeden göç edenler artmış ve bunlar arasında kaliteli ressamlar da bulunmaktadır. Onikinci yüzyıla gelindiğinde ise Kapadokya artık Bizans eyaleti olmaktan çıkmış Selçuklu egemenliğine girmiştir. Ancak Selçuklu hanedanının iç çekişmeleri ve başta Danişmendliler olmak üzere Anadolu’daki diğer beyliklerle hakimiyet kurma mücadelesi Kapadokya’yı ekonomik ve sosyal kargaşanın ortasında bırakır, bölgede kalmış Bizans’ın varisleri Ortodoks Hıristiyan toplulukların sanat üretimi ise durma noktasında gelir.
Azize Barbara Kilisesi, Göreme
Kapadokya Hıristiyan sanatındaki son uyanış on üçüncü yüzyılın başlarında Selçukluların Konya başkent olmak üzere bölgede hakimiyetlerini kabul ettirmeleri ve düzen tesis etmeleri ile gerçekleşir. Zengin mimari örnekler, duvar resimleri ve kitabeler, Selçuklu toplumuyla bütünleşmiş Ortodoks Hıristiyan uyruğun sosyal ve ekonomik gücünü göstermekle kalmaz aynı zamanda o dönemde İznik’i başkent edinmiş Bizans ile Selçuklular arasındaki ekonomik, kültürel ve politik ilişkiler konusunda da yeni veriler sağlar. Bu dönem yapılarından ve duvar resimlerinden bazıları (Gülşehir yakınında Karşı Kilise ve Tatlarin Kiliseleri) konservasyon ve restorasyon çalışmalarıyla koruma altına alınmış olsa da bir çoğu doğal bozulma ve insan tahribatı nedeniyle halen yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır (Gülşehir’in Yüksekli köyündeki kiliseler, Cemil köyündeki Başmelek Mikael Manastırı Kilisesi, Yeşilhisar’a bağlı Güzelöz’deki Aziz Georgios Kilisesi).
Karşı Kilise, Gülşehir
Tatlarin Kilisesi, Tatlarin Köyü (Acıgöl)
Onüçüncü yüzyıl sonlarından sonra Yunanca konuşan Ortodoks Hıristiyan topluluklar Kapadokya’yı mesken tutmaya devam etmişler ancak geride herhangi bir iz bırakmamışlardır. Böylece onbeşinci yüzyılın ortasında Bizans’ın tarih sahnesinden kalkmasıyla ardında bıraktığı maddi kültür öğeleri Anadolu topraklarından yavaş ancak belirgin bir şekilde silinecek ya da yeni egemen uygarlığın kültürel ve dini kimliğiyle dönüşerek başka biçimlere bürünecektir. İşte bu noktada, Kapadokya’nın özgün doğal yapısı ve coğrafyasının organik bir parçası olması sayesinde günümüze aktarılan Bizans anıtlarının ne anlama geldiğini daha dürüstçe sorgulamamız gerekiyor.
T.C. Kültür Bakanlığı ve Nevşehir Müzesinin çabalarıyla tarihi sit alanı kapsamına alınarak korunan ve restore edilen bir çok eser var (Tokalı Kilise, Karanlık Kilise, El Nazar Kilisesi, Karşi Kilise, Tatlarin Kiliseleri, Şahinefendi Kırkşehitler Kilisesi) ancak bazen ağaçlara bakarken ormanı gözden kaçırmak da mümkün, çünkü en az bu eserler kadar önemli diğer birçok anıt ve yapı grubu da kaderlerine terk edilmiş durumda.
Aslında kültürümüzün bir parçası gibi gözükmeyen ancak yaşadığımız toprağın tarihi belleği olan bu anıtları nasıl ve ne oranda korumamız beklenebilir? Aslında korumayla birlikte hatta korumanın da ötesinde Kapadokya’daki Bizans mirasının araştırılacağı bir bilimsel kuruma ya da enstitüye ihtiyaç var belki de. Zengin bilimsel literatüre rağmen bizim Kapadokya’dan öğrenecek çok şeyimiz Kapadokya’nın da bize öğreteceği çok şey var hala.