İyi yöneticiler her şeyi kendileri mi yapar yoksa iyi yapacak doğru adamları mı bulurlar?
- 1909 yılında yaşanan ve 31 Mart Vakası diye bilinen olayın simgesel mekanı bu Kışla’ydı. Ayaklanmanın bastırılması sırasında topçu ateşiyle harabedildikten sonra futbol sahası olarak kullanılmıştı. Kışla olmadan önce Kışla’nın olduğu yerin bir kısmı Ermeni Mezarlığı’ydı.
- 1939 tarihli Proust’un projelerinde 2 Numaralı Park olarak görülen yerin içinde kalan Kışla, Park’ın yapımı sırasında, 1940’da yıkıldı. İnönü Gezisi olarak adlandırılan yer zamanla Taksim Gezisi adını aldı.
- Şehrin içindeki konumu ve topoğrafyayı iyi kullanması açısından önemli olan bu park da bütün Taksim Meydanı gibi yeterince anlamlı bir biçimde kullanılamadı ama bu arada çınarları büyüdü ve muhteşem bir “Hüdayi Nabit” şehir mekanına dönüştü.
- Valikonağı Caddesi’nin Askeri Müze’nin arkasına gelen kısmından başlayıp, Dolmabahçe Sarayı ile Bezmialem Valide Sultan Camisi’nin arasındaki rıhtımdan denize kadar uzanan bu şehir parkı ilk darbeyi Hilton Oteli’nin yapılmasıyla aldı. Bugüne kadar daha iyisi yapılamamış bu modernist yapı ne yazık ki yer seçimi açısında kabul edilebilir değildi ve hala değil.
- Askeri Müze, spor sergi sarayı (Lütfü Kırdar Salonu), Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu (Kongre Merkezi), Açık Hava Tiyatrosu, Taşkışla (İTÜ), Taşlık Gazinosu (Swiss Otel), İnönü Stadyumu, Atatürk Kitaplığı gibi yapıları da içine alan bu park aranarak bulunamayacak bir şehirsel mekan kısmen tasarlanıp, kısmen raslantılarla yapıla/bozula bugüne kadar geldi. Bu arada içine Gökkafes denilen saçmalık, Maçka Parkı’ndaki G-mall, lokantalar, kahveler ve gece mekanları da girdi.
- Bugün artık buraya bir yapı daha ekleyerek değil, olanların birbiriyle ve şehirle ilişkisini yeniden düşünerek yola koyulmak gerekiyor.
- Dünyanın her yerinde şehir canlı bir organizmadır ve zamanla değişir ama değişiklik sırasında her zaman gözetilen şey kamusal alanların ne kadar olduğu ve nasıl ele alındığı olur. Kamusal alan gibi görülen çoğu yer “özel kollektif alan” olmaktan öteye geçemiyor. Bu yüzden hiçbir izin gerektirmeden herkesin girip çıkabildiği ve kendinden vazgeçmeden başkalarıyla bir arada durabildiği bu geçek kamusal alanlar çok kıymetli.
- Kışla’nın yıkılması yanlıştı, keşke yıkılmasaydı. Park içinde kalarak kullanılabilirdi. Üstelik bir kısmı yıkık olduğu için kısmen boşaltılarak ve parkın yapı içinden akışına izin verilerek kullanılabilirdi ama şimdi onu yeniden ve aynen yapmaya çalışmak da en az o kadar yanlış. Saçma sapan bir umutsuz çaba. Rekonstrüksiyon için yapı ayakta olmasa bile yapı malzemesinin %75’inin sahada olması istenir. Üstelik projeleri bile ortada olmayan bir yapının rekonstrüksiyonu olsa olsa gerçekte olanın karikatürü olur.
- İktidara yakın insanların içinde de aklı selim birileri vardır muhakkak ama körleşme nedeniyle bu basit sonuçları öngöremiyorlar. Bana sorarsan konu ideolojik… Her ne kadar Taksim Gezisi olarak bilinse de “İnönü Gezisi” yerine 31 Mart Vakası’nın olduğu mekanı yapmak iktidardakilere bir tür “iade-i itibar” gibi geliyor olmalı… Oysa kültür dediğimiz şey, kopmalar ve ayrışmalar değil birleşmeler ve birikmelerle oluşuyor.
- İyi yöneticiler her şeyi kendileri mi yapar yoksa iyi yapacak doğru adamları mı bulurlar? Yenikapı’da deniz doldurularak elde edilen “miting alanı”, Kartal’daki marina, Kanalistanbul, 3. Köprü, Çamlıca Camisi, Beşiktaş İskelesi’nin hemen arkasındaki otele satılması, Resim Heykel Müzesi’nin Dolmabahçe Sarayı veliaht dairesinden çıkarılması, yeni havaalanının yeri, Haliç Köprüsü, Haydarpaşa Limanı ve istasyon, tarihi dokunun olduğu bölgelerde “kentsel dönüşüm projeleri”, TOKİ uygulamaları gibi konular ilgili taraflar arasında gerektiği gibi ve yeterince tartışılan süreçler değil, alelacele varılmış sonuçlar olarak çıkıyor karşımıza. Oysa beğendiğimiz ve imrendiğimiz şehirlerin belirli arallıklarla revizyondan geçirilip, değiştirilse de ne olacaklarına dair yüz yıllık programları var.
- Bizim içinde yaşadığımız ya da yaşamaya çalıştığımız coğrafya ile şimdi ve burada yaşayan insanlar arasında çok zayıf bir bağ varmış ve bu bağ giderek daha da zayıflıyormuş gibi görünüyor. Hiç kimse kendisinin olana bunu yapmaz. Kendisinin olmayınca “hoyrat davranma hakkı”nı da elde etmiş oluyor. İstanbul bir müze şehir olarak anlaşılmadıkça bu hoyratlık bitmeyecek gibi görünüyor ama doğru dürüst müzeleri bile olmayan bir şehir nasıl olacakta müze şehir olacak? Müze olmamasının nedeni geçmişte olanların ve geçmişten kalanların kimsenin olmaması mı? “benim değilse neden saklayayım, neden göstereyim” diye bir cümle mi var sessizce dolaşan?
- Yapılacak en iyi şey, bütün parametreleriyle harika bir yer olmaya hazır olan bu konuda sözü olan ve olacak olan kim varsa toplantılar ve ortak çalışmalarla konuyu açıp, anlamaya çalışmak ve bir “tasarım rehberi” hazırlamak olmalı. Bu iş için çalışkan, yetkin, becerikli, birikimli insanlar var.
- İstanbul’da değilim. Cuma akşamından bu yana uzaktan da olsa becerebildiğim kadarıyla olanları izlemeye çalışıyorum. Giderek zıvanadan çıktı. Kışla dayatmasının ideolojik olduğunu söylemiştim ama bu kadar ahmakça davranılacağı aklıma gelmemişti. İktidar, “muktedir” olmaya çalıştıkça kendilerini bile şaşırtacak kadar olmadık bir zamanda saçmalar ve gücünü aldığı yer, güçsüzlüğünün de kaynağı olur diye biliriz. Bu hipotetik cümle şimdi ayniyle vaki… ve hala “üç beş çapulcu” diye tanımlanabiliyor. Başbakan “AVM değil de şehir müzesi yapsak ne olacak? Bunların derdi başka. Biz sadece Kışla’yı yapmakla kalmayıp, AKM’yi de yıkıp daha güzel bir kültür merkezi yapacağız, bir sürü kültür merkezi var ama gerçek bir kültür merkezi yok” diyebiliyor. İyisini yapmak isteyen bilmediğini sorar değil mi? Küçücük bir aklı olan birinin bile restorasyonla ya da mevcut yapıya eklenerek de iyileştirmenin yapılabileceğini biliyor olması gerekir ama bu basit gerçeklikler her şeyi kendi yapmak isteyen ahmak yöneticilerin aklına bile gelmez. Becerebildikleri bir sürü şeye bakarak anlayabileceğimiz gibi, ahmak olmadıklarına göre geriye “taammüden kötülük” kalıyor… Başa çıkılması en zor olan da bu… ama imkansız değil. Bu başa çıkmanın bir ucu sokaktaki mücadele ise diğer ucu da herşeye rağmen “ortak akıl” üretmek için yuvarlak bir masa etrafında toplanmak ve Proust’un 2 Numaralı Parkı’nı yeniden düşünmek olmalı. Bu masada “muhafazakar demokratlar” da olsa iyi olur. Epeyce eski bir zamanda yapılmış olan ama projesi elimizde olduğu için yeniden ele alabileceğimiz bir Park’a dönerek muhafazakar, masa başı olmayan bir oturma düzeninde de demokrat olmaya halel getirmemiş oluruz.