Arkitera’daki yazılarım arasında tıklama rekoltesi en yüksek olanı, malûmunuz üzre, Meşgul Görünmek Sanatı başlıklı olanıdır.
Yayıma alındığı geçen yılın Mayıs ayından beri, 3 bin 500 üzerinde tık almıştır; tıklayanın hepsi okumuş mudur, emin değiliz.
Diğer yazılarımın hasadını hiç sormayın, en bileği güçlüsü bini geçmiyor, kuraklık var; Ben bu işi bıraksam iyi olacak, dedirtiyor…
Lakin Arkitera’daki kalem refiklerim, refîkalarımın mimarlık üzerine yazdığı her yazı onbinlerce okur bulunca, benim bu en çok ilgi görmüş yazım biraz yürek serpintisi veriyorsa da, rakam kıyaslamasına vurdunuz mu “Devede kulak kalıyor!“
Mesela, “Vapurlar Falan” köşe başlığı altında görüşlerini okuduğumuz yazar refikimiz Sedat Bayrak var ki, tek başına senfoni orkestrası gibidir.
Her yazısının hesabını tutacak kadar eli sıkı Shylock değilim, ama “Mimarlık Ve Seks” başlıklı yazısı, sanırım 90 bin okura selam çakmıştır.
Zaten yazının başlığına seks’i bulaştırdınız mı, babaları tutmuş Zenci gibi yazınız Vatusi Dansına başlar ki, tut tutabilirsen ucunu…
Meşgul Görünmek Sanatı başlıklı yazı, tam da o sıralarda kendimi meşgul göstermeye çalıştığım berbat bir ruh döneminin ürünüydü; bütün içtenliğimle yazılmıştı.
Ben bu yazının kaderini kendime bağlarken, sonra farkına vardım ki, aslında yazıda kullandığım bir klasik dönem resmi yazıya hayat vermiştir. Birçok okurdan gelen yorumlar Georges Seurat‘ın 1884 tarihli resmiyle yazımdaki görüşlerin tıpa tıp örtüştüğünü belirtiyordu. Sanki yazıyı resme bakarak yazdığımı yahut eğer Seurat hayatta olsaydı, yazımı okumuş bulunsa, bu resmi yazı için yapmış olacağını da söylediler.
Bu tirajı bol yazımdan sonra Seurat’un La Grande Jatte Adasında Bir Pazar Öğleden Sonrası- Un dimanche après-midi à l’Île de la Grande Jatte– ismini taşıyan tablosunu çalışma masamın karşısına çiviledim; habire seyrediyorum. Boş boş resme bakmadım, ey dostlar, bu arada resim hakkında epeyi bilgi topladım.
Georges Seurat, empresyonist-izlenimci sanat akımı arasında adı geçen bir Parisli ressamdır. Doğada ne görüyorsak, gördüğümüzü algıladığımız gibi yansıtırız diye düşünen empresyonistlerin meşhurları arasında Cézanne, Degas, Pissaro, Manet gibi bildik, âşina isimler var. Seurat’ın ansiklopedik maddelere bakarsanız, bunlar arasında adı bile yakın zamanlara kadar geçmiyordu. Zaten epi topu 31 sene yaşadı, kısacık ömrünün baharında ressamlığının en önemli eserlerini, sanki hayatının kısa kalacağını bilmiş gibi ardı ardına verdi. Menenjit yüzünden öleceği günden beş yıl evvel tamamladığı Bir Pazar Öğleden Sonrası için iki yılını harcamış, göz nûru dökmüştür.
Göz nûru demekliğimiz boşuna değil. Zira sanatçı farkında olmaksızın, sonradan tv-ekran, bilgisayar teknolojisi gibi alanlarda yaygın biçimde bugün kullandığımız Pixel tekniğiyle bu resmini oya gibi işleyip boyamış, nokta nokta dokumuştur.
Şiirlerden şarkılara, tiyatro eserlerinden romanlara kadar Batı Kültürünün ilham kaynağı olacak Bir Pazar Öğleden Sonrası‘nı ele almayan kalmamış görünüyor. Entelektüelizmin üzerinde durmadan geçmediği bu eser sinemaya yansımakta gecikmedi: Hollywood’un çizgi-filmde meşhur yapımcısı Warner Bros Şirketi’nin Looney Tunes başlıklı animasyona dayalı filmleri, 1930’lardan itibaren beyazperdeye yansırken, Bir Pazar Öğleden Sonrası‘nı kullanmamazlık etmez.
Seks dergisi Playboy, –Sedat Bayrak’ın kulakları çınlasın!– 1974 Ocak sayısında kapak kızı olarak seksi Amerikan yıldızı Nancy Cameron’u kullanır, elbette meşhur resmin ilhamıyla aynı tabloyu yansıtacaktır.
Amerikan pop kültüründen tutunuz, ağır-ağbi ve entel-dantel sanatına kadar her yere sızmış bu resmin, şimdi sıkı durun, Şikago (Chicago) Sanat Müzesi duvarlarında asılı olduğunu da hemen eklemek şart görünüyor. Paris’in Louvre Müzesindeki Mona Lisa neyse, Seurat’ın Bir Pazar Öğleden Sonrası Şikago’da aynı şeydir. Tabii Amerikalı müze-sergi-galeri dolaşmayı seven sanatçılar, Şikagolu zengin ama azıcık Mafya babası, Clay Bartlett’a teşekkür borçludur. Mr.Clay, 1923 yılında, Paris’i eli cüzdanında dolaşırken Seurat’ın bu resmini yok pahasına satın alıp Atlantik ötesine taşır ve karısına hediye eder. Karı koca öldükten sonra resmin kıymetini bilmeyen torunlar, çoluk çocuk, çerçevesiyle beraber müzeye hibe edeceklerdir ki, bu hamiyetseverliğe aferin deriz.
Durun, durun! Daha bitmedi; öyle sıkılıp, hemen gitmek yok…
Resim, New York’un tiyatro merkezi Broadway’de sahnelenecek olan “Sunday in the Park with George” adlı müzikalle tekrar hafızalar kazınacaktır. 1984’de az alkış, çok ıslık almadı sanmayınız; birkaç yıl perde açmıştır. Müzikal, Amerikalı romancı James Lapin‘in aynı adlı eserinden uyarlanmıştı; demek bu resimden mülhem-esinlenilmiş romanı da var…
Bu kadar şeyi sıraladık, şimdi sıra geldi, belediye park hizmetlerine…
Ohio Eyaleti’nin Columbus şehrinde bir park vardır ki, oralara kadar gidince uğramazsanız, vallahi darılırız.
Heykeltraş ve çevre düzenlemecisi James Mason, 1980’de, dört yıl süren bir uğraşı ardından resimde gördüğümüz göl-akmayan su-ağaçlar-çayır çimen-durgun doğa, hasılı ne varsa, aynısını oraya taşımıştır. Topiary Park diye şehir haritasından baktınız mı, elinizle koymuş gibi bulursunuz. Yaprak yaprak yontarak parkı, Seurat’ın eserine çeviren heykeltraşa, kocaman bir aferin vermeden ayrılmak yakışık almaz!
Nedir, Seurat’ın bu eserini böylesi canlı kılan, hafızalardan silmeyen, diye merak ederiz!
Seurat, bu eserinde, pösteki saymaya kalkan deli gibi nokta nokta resmini boyamıştır. Buna Pointilizm denir ki, akıllara sezâ bir iştir. Renk teorileri üzerine çalışan bilim-insanlarının ortaya koyduğuna bakarsanız, insan gözü noktacıklardan oluşan bir bütünün rengini görür.
TRT’de “İyi geceler, ekranınızı kapatmayı unutmayın!” ibaresiyle ekranda pırpır eden milyonlarca noktacığı hatırlayan eskileri şurada bırakalım, yeni kuşaklara ekranların görüntüyü insan gözüne iletirken noktacıklarla, PIXEL’lerle seslendiğini söyleyelim.
İşte bu teknolojinin dayandığı temel kuralı fark etmiş bulunan Seurat’ın eseri, sadece içeriği anlamıyla değil, aynı zamanda boyama tekniğiyle bir şâhaserdir. Seurat, mercekle bakılınca tek tek farkına varılabilecek olan mini-mini noktacıkların uzaktan bir bütün olarak renk-şekil-çizgi ve görüntü olduğunu anlamış bulunuyordu. “Sür fırçayı, geçsin gitsin, olsun bitsin!” diyenlere kulak asmadan, bir mücevher sanatçısı gibi, kuyumcu zenaatkârını ise gerisinde Tatar Ağası bırakacak biçimde gecesini gündüzüne kattı ve nokta, nokta bu eserini tamamladı.
İşte onu büyük yapan, aynı zamanda, bu tekniğidir. Burada, Orhan Pamuk‘un Benim Adım Kırmızı romanını, birden hatırlarız. Romanda en güzel minyatürü nokta nokta, üşenmeden tek tek boyayan roman kahramanı bize Pointilizm’i hatırlatır.
Nitekim günümüzün gelişmiş bilgisayar teknolojisiyle Seurat’ın resmini inceleyenler, her noktanın birbirine eşit fırça darbeleriyle, ne az ne fazla, tek tek işlendiğini hayretle görmektedir. Bu hayret, Seurat’a, acıklı yaşanıp biten ömrü ardından birçok aferin getirmiştir.
İnsan beyninin herbir Pixel’i bütünü içinde kavrayıp algılamasına ait olan bu tekniğe ait resim sanatının ilk şâhaserini, bu özelliğinin farkında olmaksızın, yani cehaletimle bilmeksizin, Meşgul Görünmek Sanatı adlı yazımda kullandığım için kendime de aferin payı çıkarıyorum.
Yazımızın başlığındaki Pixel ve Seks‘in bütün bunlarla bir âlakası yok; Okur’un dikkatini çeksin diye konmuş başlıktır.
Tıpkı, “Yatak Çarşafımdaki Dudak Ruju Lekesi” yahut “Aşkım Bir Portakal Kabuğudur” veya “Sev Dedim, Çarşafa Dolandım!” gibi başlıklarla yayımlanan ve yüz binler satan marul yaprağı kalabalığındaki kitapların dayanılmaz çekiciliğine bir Pazar Öğleden Sonrası’nın alaycı, dil çıkarıp, nanik yapmasıdır.
1 Yorum
Bende başlığın ilgi çekiciliğine aldanıp girdiğimi itiraf edeyim o zaman 🙂 Aynı zamanda sonuna kadar iştahla okumaya devam ettiğimi.