Ne kadar daha böyle gidecek, Koşuyolu bir konut alanı olmaktan çıkacak mı?
Fransız filozof ve şair Bruno Cany, yeni çıkacak kitabında yer alacak olan ve geçen Mayıs ayında İstanbul’u ziyaretinden sonra yazdığı şiirini, büyük bir coşkuyla okudu önceki akşam. Şiirin adı “İstanbul, Koşuyolu Mahallesi”ydi. Şiir Festivali için geldiği şehirde katıldığı etkinliklerden biri, Koşuyolu Mahalle Evi’nde gerçekleşmişti. Akşamüzeri Mahalle Evi’nin bahçesinde toplanan, dünyanın pek çok ülkesinden gelmiş ondan fazla şair, Koşuyolu sakinlerine şiirlerini okumuş; ardından üst kattaki salonda, şairlerin dizelerine hem kendi dillerinde hem Türkçe olarak devam edilmişti. Bruno Cany’nin, İstanbul denince aklına gelen iki şey vardı artık: Nazım Hikmet ve Koşuyolu Mahallesi.
Bruno Cany’yi ve tüm katılımcı şairleri böylesine heyecanlandıran şey, bana kalırsa, Koşuyolu’nun hala kaybolmayan mahalle haliydi. Birbirini güler yüzle selamlayan, ayaküstü sohbete başlayan, seslerinden heyecanları hissedilen, etrafta oynayan her çocuğa kendi çocuğu gibi davranan insanlardı Koşuyolu’nu mahalle yapan. Ancak eski evlerin yıkılıp, işyeri olarak yeniden inşa edilmesi sonucunda, Mahalle özelliğinin kaybolmaya yüz tutması meselesi vardı biz Koşuyoluların içini kemiren. Son yıllarda yaşanan büyük kentsel değişimden payını alan Koşuyolu, yeşillikler içinde konut olma özelliğini gün geçtikçe kaybediyordu. Böylesine can alıcı bir konuyu uzun süredir Koşuyolu’nda oturan Mimar Hasan Şener ile konuştuk. Sosyo-ekonomik açıdan ve mimari değişimler üzerinden bugün gelinen nokta itibariyle, mahallenin geleceğine ilişkin düşünceler, kaygılar, dilekler ortaya çıktı.
Koşuyolu’nun geleceği nasıl olacak dediğimizde; Koşuyolu Caddesi ve Muhittin Üstündağ Caddesi (Koşuyolu Parkı tarafı) neredeyse tamamen kafe-restoran oldu ve sayıları her gün artıyor. Tüm cadde ve sokaklar, eski binayı yıkıp yerine yenisini yapan iş yerleriyle doluyor. Koşuyolu’nun 50’lerdeki işçi konutları, bir tekel işçisinin kazandığı parayla tek başına ödeyebildiği evi, şu anda farklı bir yere gelip dayanmış. Ne kadar daha böyle gidecek, Koşuyolu bir konut alanı olmaktan çıkacak mı?
Ben öyle görüyorum; sanki konut alanı olmaktan çıkacak. Koşuyolu’nda, sayıları dört yüzü aşan iki-üç katlı evlerde gözleniyor bu gelişme. Arsa ile üzerindeki yapı ayrı ayrı değerlendiriliyor diye düşünmek lazım. Burası çok önemli bir lokasyon ve bir statüsü var. Bu statüye işyerleri değer biçecek; çünkü kurumsal kimlik açısından onların da statüsü artıyor. Dolayısıyla, ev olarak değeri ile işyeri olarak değeri arasındaki makas açılıyor. Özellikle çok hisseli konutlar daha az direniyor. Örneğin iki çocuk aileden kalmış evi paylaşamıyorlar; çünkü maalesef birkaç ailenin oturacağı alana sahip değil bu evler. Hisseli mirasçıları birden fazla olan yerler ve mülkler bu yüzden daha kolay el değiştirebiliyor.
Şöyle bir sıkıntı yaşanıyor: Cenap Şahabettin ve Mahmut Yesari Sokaklarda, gece saat 10’dan sonra karanlık, sessiz, ölü bir mahalle görünümü var. Komşular yok artık. Onların yerini işyerleri almış. Peki buna müdahale şansımız var mı? Leventliler yaptı. Kentsel Sit Alanı olarak belirlendi bölge. İşyerleri geri çekiliyor şu anda. Ben konut olarak devam etsin istiyorum. Ama şehir dokusu başka yöne gidiyorsa nasıl durduracaksınız… Ve ya durdurulmalı mı?
Mahalle dayanamaz fazla; çok zor. Gelişme varsa insanlar satın alıyorlar. Ben buranın geleceğini karma bir yapıda görüyorum. Home ofis – ev – küçük şirket üçlemesinin gelişimine uygun bir durumu var.
Yalnız tabi altyapı yetersiz… Sonra yollar… Bu kadar çok kafe ve işyerlerinden dolayı araç trafiği çok fazla. Konut olsa, belki en fazla iki aracı olur. İşyerlerine ait araçlar ise çok fazla; park yeri problemi var. Yaya yolları park alanı oldu. Araç trafiği arttıkça artıyor. Sonuçta tıkanma noktasına gelinecek gibi geliyor bana.
Arz talep bunu kendiliğinden dengeleyebilir. Bazı işyerleri kapanacaktır, kafeler, restoranlar… Yine de kestiremiyor insan. Öngöremiyor. Bu tür gelişmeleri planlamak mümkün olmuyor. Çok organik. Ekonominin gelişmesine, taleplerin gelişmesine, zevklerin değişmesine bağlı. Sosyal gelişmeleri planlamak, kontrol etmek, öngörmek kolay değil. Mekanlar da buna bağlı olarak gelişiyor, değişiyor. Ben dediğim gibi, fiziki olarak dokunun özelliklerinin geliştirilmesi, yaşatılması ve geleceğe taşınmasının öncelikli olduğunu düşünüyorum.
O zaman Levent gibi Kentsel Sit Alanı olsun… Hiç kimse uğraşmasın, kalsın böyle… Onu düşünüyor insan… Batıda nasıl yapılıyor bu. Mesela bir Avrupa şehrinde… Bir sokağa giriyorsunuz ve hep eski evler görüyorsunuz. Hiç yeni yok. Ya da yeni yapılanlar eski biçimlerinde yapılıyorlar.
Yeni yapılan binalar da var.. Hepsi eski değil. Ama bu yenilenişle ilgili kurallar getirilmiş. Özellikle cephe ile ilgili kurallar var; cephesindeki boşluklar, doluluklar ile ilgili oranlar konusunda… Bizde de var bu tür kurallar mesela kentsel sit olarak tescil edilmiş bazı yerleşmelerde bina cephelerinde pencere boşlukları 1’e 2 oranında yapılabiliyor.
Koşuyolu sokaklarına baktığınızda; kimi kahverengi granit yapmış, kimi gri granit… Neden granit yapıyorlar, onu da bilmiyorum. Şöyle bir bakın sokaklara, baştan sona farklı. En azından dışını kurtarma şansınız olsa…
Farklı dokular mevcut… Bazı yerlerde bahçeli ev dokusu gözleniyor. Bir de bahçe alanı kısıtlı olan kent dokusu var. Örneğin ana caddeler… Buralarda caddeye özgü cepheleri ve onların karakterini yeniden oluşturma çabası gözleniyor. Bahçeli yerlerde ve ara sokaklarda ise ölçek değişmesine de bağlı olarak farklı bir mimari çaba söz konusu. Bu durumla ilgili olarak önceden bazı kuralların konması ve bunların denetimi mümkün olabilir. Bunun için Belediye bünyesinde uzmanlardan oluşan estetik kurullar öngörülebilir.. Batıda da benzer uygulamalara rastlanıyor. Estetik kurul modeli, sanıyorum, şu anda ülkemizde görev yapan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları’nın işleyişinden daha pratik olabilir…
Estetik konulardaki kurallar, mimari çevre kalitesini tek başına tanımlayamıyor. Bu kuralları iyi yorumlayacak, çevreye duyarlı cepheleri tasarlayacak iyi mimarlara da ihtiyaç var…
Siz İTÜ İç Mimarlık’ta öğretim üyesisiniz. Daha iyi projelerin seçilme şansı yok mu?
Çok kolay değil… Yani kural koyuyorsunuz; mesela bu cephelerle ilgili boşluk-doluluk oranları konusunda… Bu sefer her bina aynı cephe karakterine sahip olmaya başlıyor, monotonluk oluşuyor… Binaların cepheleri, her binanın kendi kimliğini dışa yansıtacak şekilde olsun derseniz, çok iyi bir mimari sürecin yaşanması, iyi işverenin ve mimarın olması ve de iyi bir uygulamanın yapılması gerekir.
Estetik konusu…
Evet. Ama kim karar verecek. Belediyeler mi? Siz belediyelere gittiniz… Yani, hangi belediye olursa olsun orada memurlar var. Daha ziyade şekil açısından denetleyenler var… Sadece iyi niyet yeterli değil…
Neden? İstanbul Büyük Şehir Başkanı Mimar ve Sanat Tarihi doktorası yapmış…
Olabilir. Hepsine evet ama… Bunlarla çözülemiyor. Bu, toplumsal olarak meslek kalitemizle ilgili, kültürümüzle, değer sistemlerimizle ilgili… İnsanlarımız iyi mimara gitmeye yönelik olsalar… İyi mimarların elinden daha iyi sonuçlar çıkar.
Kentsel tasarım kılavuzları denen şeyler var. Estetik konusunda genel bilgileri içerir: İşte levhalar şöyle olacak, renkler böyle olacak ve buna ilişkin bazı kurallar… Ama o kadar. Malzeme tanımı yapılabilir. Bunların hepsi yapılabilir. Ama sonuçta sizin dediğiniz malzemeyi kullanarak da kötü cepheli bir bina yapılabilir. Malzeme ile ilgili değil ki, tasarımla ilgili. Tek başına malzeme bir şey ifade etmiyor.
Şöyle düşünsek mesela: Koşuyolu, Londra veya Paris’te olsaydı, onlar nasıl bir şey yaparlardı. Mahalle korunsun mu derlerdi, yoksa bizimki gibi bırakırlar mıydı? Koşuyolu’nda yaşayan insanlar olarak biz de o yöne doğru gidelim, daha farklı bir biçimde olsun diyelim.
Sosyal doku açısından böyle bir şey demek kolay değil. Her toplumun sosyal, kültürel özelliği farklı. Olabilir, ama çok kolay değildir. Fiziki planlamaya dair şeyler, kurallarla belirlediğimiz şeyler… Kimler buradaki oluşuma katkıda bulunacaksa-mimarı var, denetçisi var, belediyesi var-onların kalitesi önemli. Mimari olarak biz bu kaliteye ulaştık aslında, biz bunları yapabilecek düzeydeyiz, ama onların da bu süreçte rol almasının sağlanması söz konusu. İşverenlerin, mal sahiplerinin, belediyelerin o şekilde yaklaşması, gerekli iradeyi göstermesi önemli…
Bazı noktalarda- elitistbir bakışla söylemiyorum – belli şeylerin yok olduğunu görüyorsanız, belki siz yine sizin bir otorite olarak “böyle olabilir” dediklerinizle, mekanda yaşayanlardan gelen istekleri birleştirip, var olan bu yapıyı daha güzel hale getirebilirsiniz. Şu anda İstanbul’un genelinde bu yok. Koşuyolu, daha nadir bir yer olarak, şu anda duruyor. Ama o, dediğiniz gibi kayboluyor; yakında geriye bir şey kalmayacak. İyi tamam, gayet güzel, herkes mutlu… İstediği gibi yaptı, istediği gibi kullandı; sonra bakıyorsunuz ortada bir çöplük. Bunun önüne geçmek için bir şey yapmak lazım. Dediğiniz gibi yeşil kalmıyor, çünkü işyerleri arsanın tamamını kullanıyor, tüm arsaya iki üç kat bodrum yapıyor. Koşuyolu o zaman Koşuyolu olmaktan çıkıyor.
Evet ama, bu kuralları koymak çok zor değil. Ben onu söylüyorum. Bu yeşil korunsun… Nasıl korunacak? Demin anlattığım gibi bu; yapılaşma nizamına, imar uygulama kurallarına bağlı… Bugün uygulanmakta olan “Bodrum katların parsel sonuna kadar yapılaşması” devam ettiği takdirde, Koşuyolu’nda yeşil doku kalmayacak. Bu kesin… Buna müdahale edilmeli.