Siyasi iradenin, keyfi ve tek yönlü kararlarla, İstanbul kentini yeniden biçimlendirme hamleleri, kenti içinden çıkılmaz ve kaotik bir sürece sürükledi.
Kentlerimiz bu tür uygulamalarla her dönem karşılaşmış olsa da, son dönemde gerçekleşenler çok daha yakıcı olmuştur. Mimarlar ve şehir plancılarının da seslerini duyurma çabaları ise bugüne kadar yetersiz kalmıştır.
Ancak Gezi Parkı’nda başlayan ve hızla genişleyerek dünya çapında etkisini gösteren, direniş, bir çok şeyi açığa çıkardı. Gençler yaşadıkları kentin yönetiminde, alınan kararlarda söz sahibi olmak istediklerini barışçıl bir yöntemle dile getirdiler. Gençlerin öncülüğünde başlayan bu hareket yeni bir kent siyasetinin modelinin oluşumun habercisi oldu. Gezi Parkı direnişi sayesinde İstanbul kentiyle ile ilgili alınan kararlar çok daha fazla sayıda insanının ilgisini çeker oldu. Ancak kamuoyu tarafından henüz yeterince bilinmeyen nokta, atılan adımlar sadece fiziksel planlama ile de sınırlı olmadığı.
Hükümet mimarlık ve şehircilik adına çok önemli yasa değişiklikleri hazırlıyor. Sessiz sedasız atılan bu hukuki ve idari adımlar basının dikkatini çekmiyor ama kent plancılığı ve mimarlık mesleği açısından son derece sakıncalı sonuçlar doğuracak nitelikte. Bu adımların tümü, fiziksel yapılanmayı özgünlüğünden kopartan kimliksizleştirilmiş ve anonimleştirilmiş bir kentsel çevrenin önünü açıyor. Anlaşılan siyasi irade, sadece ekonomik değer üretmeye yönelik projelerinin ancak tasarruflarını rahatça, mimar ve şehir plancılarının yasada verilen haklarının ellerinden alınması ile mümkün olduğunu düşünüyor. Bunu nasıl yapmayı planladıklarını açmaya çalışalım.
Önemli bir değişiklik 3194 sayılı İmar Yasasının Tip Yönetmeliği 8. Maddesi yapılan değişikliktir.* Yerel yönetimler bünyesinde oluşturulmak istenen komisyonlar mimarlık eser ve projelerinin özgün fikir ifade edip etmediğine karar verecek. Bu yönetmeliğin 8. maddesi şöyle diyor.
“İlgili İdare, meclis kararı alarak, uygun gördüğü yerlerde yapıların estetiği, rengi, çatı ve cephe kaplaması ile ilgili kurallar getirmeye, yapıların inşasında yöresel malzeme kullanılmasına, ve yöresel mimarinin dikkate alınmasına ilişkin zorunluluk getirmeye yetkilidir. İlgili idareler bu amaçla ilgili kamu kuruluşlarının da katılımıyla , uzmanlardan oluşan mimari estetik komisyonları kurabilirler. Bu kapsamdaki yapılara proje hazırlama, ve ruhsat düzenleme işlemleri, komisyon kararına uygun olarak yürütülür. Mimari estetik komisyonları, aynı zamanda mimari eser ve projelerinin özgün fikir ifade edip etmediğine karar verir. Bu komisyon tarafından özgün fikir ifade etmediğine kara verilen mimarlık eser ve projelerinin değişikliklerinin ilk müellif dışında farklı bir müellif tarafından hazırlanması halinde bütün sorumluluk değişiklik projesini yaptıranlar ve hazırlayanlarda olmak üzere idarelerce ayrıca ilk müellifin görüşü aranmaz.”
Bu değişikliğin anlamı, Kültür ve Turizm ile Çevre Şehircilik Bakanlığının oluşturacağı bir komisyonun mimari proje ve yapılarının özgünlüğü ve “eser” olup olmadığını, ilgili yerel yönetimlerde kurulacak bir komisyonun da yerel mimari örneklere uygun olup olmadığını değerlendirecek olduğudur. Oluşturulacak kurulların nasıl seçileceği, mimari projelerin hangi kriterlere göre değerlendirip, “eser” olup olmadığına karar verileceği çok önemli sorular olarak karşımızda duruyor. Bir başka önemli soru ise, yerel mimari örneklere uygunluğun, bir yapının “eser” olup olmamasıyla ilgilidir. Bütün bunlara bakarak, bu kurulun varlığının, , güncel ve çağdaş mimari tasarımın önünü kapama tehlikesini oluşturduğunu düşünmek mümkündür. Bu kurullar proje ya da yapıyı “eser” niteliğine sokmazsa, tasarımcısı da müellif sayılmayacak ve telif hakkına sahip olmayacaktır..
Ayrıca, hazırlanan yasa tasarısı ile 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda öngörülen bir başka değişikliğe göre**; kamu kurumları tarafından hazırlanıp onaylanan imar planları, projeler ve haritalar “eser” kapsamından çıkarılıyor. Diğer bir ifade ile, eğer bir eser, kamu tarafından üretilmişse, anonim sayılacaktır.
Getirilen bir başka değişiklikle*** ruhsata tabi olmayan basit tadilatlarda yine müellifin iznine gerek olmadığına karar verilecektir. Ruhsat gerektirmeyen tadilatlar kapsamına giren eylemlere baktığımızda, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması gibi aslında yapının niteliğini doğrudan etkileyebilecek durumlar olduğunu görebiliyoruz. Halbuki eser niteliğindeki bir yapı, bu değişikliklerle eser niteliğini kaybedebilir.
Son nokta ise fikri hakların korunma süresiyle ilgilidir. Yapılan değişiklik ile**** bir eserin sahibinin ölümünden sonra 70 yıl boyunca devam eden hakları “yapı yıkıldığında veya proje müellifi vefat ettiğinde, kalıcı olarak temyiz kudretini kaybettiğinde veya gaipliğine hükmedildiğinde telif hakkı son bulur.” Diğer bir deyişle yapı yıkıldığında ya da mimarı öldüğünde telif hakları da son bulur.
Yasalarda yapılmak istenen tüm bu değişikliklerin ortak bir yönü olduğu görülüyor. Bu değişikliklerin hepsi, mimarı kendi eserinden koparan ve yapılarda mimarından bağımsız değişiklik yapabilme hakkını sağlamaya çalışan değişikliklerdir. Bu kimliksizleştirme ve yapıyı mimarından koparma sürecinin devamında, büyük ve uluslararası projelerin yasal haklarının giderek mimarlarda değil, şirketlerde olduğu gerçeği de yatmaktadır. Bu sürecin, kentsel yapılanmalar açısından geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmeden düzeltilmesi çok önemlidir.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi son bir darbe daha vurularak bir gece yarısı geçirilen torba yasaya Mühendis ve Mimar Odaları’yla ilgili bir madde eklendi. Bu maddeye göre, projeler mimar ve mühendis odalarına onaylatılmayacak, buna bağlı olarak da onay ve vize için odalar proje sahiplerinden ücret almayacak. Bunun anlamı hükümetin kent planlanması konusunda yetkilerini kimseyle paylaşmayacağı ve odaların gelir kaynaklarını büyük ölçüde yok etmiş olacağıdır.
Hükümetin mimarların yetkilerini ve etkinliklerini sınırlayan, mimarların eserlerine mesleğinin eserlerine sahip olma haklarını yasal yollarla kaldırma girişimleri evrensel bir kimliğe sahip mimarlık mesleğine ve onları temsil eden odalara yönelik sosyal ve kamusal alanda yapılanları itibarsızlaştırma ve mesleğe saygısızlık olarak algılamaktayız.
Sanat eserlerin korumak ve bunun için gerekli tüm tedbirleri almak, Anayasa’ya göre devletin görevleri arasındadır. Önerilen değişikliklerin yasalaşması halinde ise mimari eserler için hiçbir koruma söz konusu olmayacaktır. Bu değişiklikler fikri mülkiyet haklarını ve sanat eserlerini korumayı amaçlayan ve Türkiye’nin de imzaladığı 1951 de Bern uluslararası sözleşmesine ve de Anayasa’ya aykırıdır.
* 01.06.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Planlı alanlar Tip İmar Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
** 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının üçüncü bendi
*** 5846 sayılı Kanunun 16 ncı maddesi
**** 5846 sayılı Yasanın koruma süresinin belirlendiği 27. maddesi