Boğaz'ın bence en güzel manzarasına sahip bu bölgesinde 7 katlı binalar yükselmeye başladığında ne Hafız Apartmanı ne de mahallenin berberi kalacak burada. Ceplerini biraz daha doldururken, aslında oldukları insanlar olarak kalabiliyorlar mı acaba?
Bir Ankaralı olan ben İstanbul’daki yaşamıma Boğaz köylerinde kiraladığım evler ile başladım. İlk mahallem Kuzguncuk, sonrasında Beylerbeyi ve Göksu Sonraları kızımın okulu, kolay ulaşım derken kendimizi Erenköy sahilinde bulduk. İstanbul’da “caddeli” olmak denen bir yaşam kültürü olduğunu o zaman öğrendim. Benim için sahil şeridindeki insancıl yaklaşımı ve günün her saatinde arabasız kolay ulaşımı ile cazip görünen bu “derli toplu” mahallesinde İstanbul’un, aslında ne kadar İstanbul’dan uzakta hissedeceğimi bilemezdim. Erenköy ‘deki kısa maceramız, daha geniş bir ev daha sakin ve huzurlu bir ortam arayışı ile cadde kalabalığından Fenerbahçe’ye uzandığında, kendimizi tam bir Kentsel Dönüşüm krizi içinde bulacağımızı tahmin bile edemezdim; müteahhitliğe soyunmuş bir fırsatçı olmadığımdan mıdır nedir, etrafımdaki tüm binaların yıkılmak üzere satın alınmış olduğunu bilmem imkansızdı sıradan bir vatandaş olarak.
Fenerbahçe’ye taşındığımız 2012 yılından bu yana bir günde keskin biçimde başlayan yıkımlar, bugünlere kadar tüm şiddeti ile devam ederken, kolayca herhangi bir yerden görülebilecek olan bu bölgenin 10 civarı olan kat yüksekliği sahilden başlayarak 17-18 katlara ulaşıyor artık. Sadece bizim caddemizde değil onu dik kesen Dalyan – Kalamış hattındaki neredeyse tüm sokaklar ve binalar, aynı anda çılgınca bir yıkım ve yeniden yapım içerisinde. Her fırsatta 4 yıldır bölgenin fotoğraflarını, bu yıkımları bulunduğum yükseklikten belgelemeye çalışıyorum.
Daha önce de konu ettiğim bu mevzu dahilinde, belki karşımızda yıkılan 4 katlı apartmanın yerine yapılan 17 katlı binanın rant anlayışını anlamlandırabiliyorum; ne var ki tam arkamızda neredeyse tüm yaz süresince devam eden, kabus gibi, günler boyunca yıkılan 13 katlı Yalı Apartmanı’nın, oncacık parseline daha kaç kat daha eklenebileceğine veya rant için dairelerin daha ne kadar küçülebileceğine aklım ermiyor; bekleyip görmeli.
Yıkımlar sadece binalarla sınırlı bir sorun oluşturmuyor; onlarla beraber caddelerin asfaltları çöküyor; kaldırımlar parçalanıyor; tehlikeli vinç operasyonları, tıkanan / kapatılan yollar, gece yarısı gaza basıp damperini zıplatan moloz kamyonları vesaire derken bir karabasandır yaşanıp gidiyor.
Neredeyse 4. yılını dolduran bu yıkım, döküm inşaat şantiye ortamından artık kaçıp kurtulmanın zamanı çoktan geldi de geçti. Bunu, geçen gün çok sevdiğim “Özlem” isimli eczanemizin de tabelasını söküp tamamen boşalttığını fark ettiğimde hüzünlü bir biçimde anladım. İsmim yazılı olan tabela da artık Fenerbahçe’de asılı durmuyor. İşaretlere bakılırsa buradan gitmeliyim!
Ben Ankaralı bir göçmenim ama sadece 4 yılda bu mahalle ile kurduğum bağlar bir bir yok olduğunda inanılmaz yıkılıyorum. 2 katlı muhteşem bir köşkün, tüm mimari çizgisi ve efsani güzellikteki bahçesi talan edilerek yerine sarı lacivert boyanmış bir çirkinlik abidesi kafe yapıldığında, mahallenin balıkçısı, gazetecisi, manavı, kasabı bir bir yok olarak başka yerlere sürüldüğünde ben böyle hissedebiliyorsam peki mahalleli ne hissediyor?
Hiçbir şey.
Çünkü bu dönüşüm onların da rızası ile oluyor. Yıllardır hiç bir bakım onarım yapmadıkları ama buna karşın lokasyondan dolayı hep yüksek fiyatlara kiralayabildikleri mülkleri, hem yenileniyor hem de fiyatlara bakılırsa geçmişe göre %20 ila 50’ler oranında değer kazanıyor. Bu rant karşısında yok olan yeşil alanlar ve dönüşen yaşam kültürü onların da kimsenin de umurunda değil, zira onlar artık bu mahallede oturmuyorlar. Dönüşüm sonrası mahalle sakinleri de dönüşüyor, değişiyor.
Buralı olmamama rağmen, kendimi esnaf gibi sürülmüş hissediyorum. Severek geldiğim bir mahalleden istemeyerek ayrılmak ve tekrar burada barınamayacak olmak.
Sabah bu duygularla, bir kaç kiralık ev görmek için Üsküdar Salacak sırtlarına attım kendimi. Doğancılar Parkı’ndan aşağı inen İmrahor Caddesi üzerinde – ki pek çok camii ve çeşme barındıran harika bir cadde – yürürken, bir damla olsun mahalle hissi alabildiğim için tekrar kendimi “ait ” hissettim hiç de ait olmadığım hatta ilk kez geçtiğim bu semte. Fırınlardan yayılan kokularıyla, köşedeki kıraathaneden (!) bana dikkatli dikkatli uzanan bakışlara kadar her şey beni iyi hissettirdi. Yaşlı teyze torununu elinden tutmuş yürüyerek okuluna bırakıyor… Esnaf sabah sabah dükkanını yeni açıyor, sabah çayları demlenmiş… Belki de hiçbir zaman “caddeli ” olamadığımdan mıdır nedir kendimi yine İstanbul’da hissediyorum.
Bu sabah romantizmi eşliğinde, resimde gördüğünüz Hafız Apartmanı (*) ile karşılaşıyorum ve duygusallığım doruklarına ulaşıyor. Şimdi “ne var bunda?” diyeceksiniz. Buna benzer yapılar her yerinde var İstanbul’un! Belki daha güzelleri de. Bunca yıkılmışlık içinde olan ruhum, bu küçücük binanın üzerine gösterilmiş özenden etkileniyor. Detayların önemini biliyorum. Kimdir mimarı? Ne zaman yapılmış? Kimler oturmuş ilk? Ve şimdi kimler oturuyor?
Fenerbahçe ile Doğancılar arası kısa mesafe… Aynı hastalık mantar gibi buraya yayıldığında, Boğaz’ın bence en güzel manzarasına sahip bu bölgesinde de 7 katlı binalar yükselmeye başladığında, ne Hafız Apartmanı ne de mahallenin berberi, fırını kalacak burada. Benim için bunca zorken, anıları olan insanlar için ne zordur kim bilir bu yıkımlar? Ceplerini biraz daha doldururken, aslında oldukları insanlar olarak kalabiliyorlar mı acaba?
Belleksizleşmek denilen tam da bu olsa gerek.
(*) Tüm gün internetten bu apartman ve İmrahor Caddesi ile ilgili bilgileri araştırıp dökümledim… daha sonra kitaplarımdan da araştıracağım.. Dünyanın herhangi bir yerinde olsa, tüm cadde, tasarımcılar sanatçılar tarafından donanır, restore edilir, Doğancılar’dan sahile dek uzanan tarihle iç içe muhteşem bir bölge olurdu. Buradaki her bir binayı, tarihi çeşmeyi bir bir haritalamış olsa gerek birileri? En azından üniversitelerde bu bölge mercek altına onlarca kez alınmıştır eminim. Lütfen elinde bilgi olanlar var ise paylaşabilirler mi?
1 Yorum
Sevgili Yazar,
Kisa yazinda uzun cigliklar, belli ki kabuslara cevrilmis, gecesinde ve gunduzunde. Ne yazik ki isabetle degindigin gibi, kentsel donusumle kentliler de donusmus, ve hepsi buna razi, asil sorunda bu sanirim, sikayet eden yok. Koca bir mahalleyi manaviyla kasabiyla bahceli evleriyle bir apartmana tikmak, hayat tarzini ve dogayi degistirmek, ve en elimi gelecekten calmak, sanirim bunun en buyuk faturasini bizden cok bizden sonrakiler odeyecek.
Neil Eldem