Saray ne olsun? Konuyu geçtiğimiz hafta twitterda Ömer Yılmaz, haftasonu Oray Eğin kurcaladı. Bu soru daha birçok masada, köşede tartışılıyor.
Türkiye gibi fakir bir ülkede bu denli para harcanmış bir kamu yapısını ne yapacağımızı bilememek ne tuhaf. Fikirler muhtelif. Konuyu ilk açan geçtiğimiz sene Kılıçdaroğlu olmuştu. Yapının ODTÜ’ye mesafesel yakınlığı ve öte yandan içinde oturan kişinin ODTÜ’ye kişisel düşmanlığının birleştiği bir düşünce olarak ‘Sarayı ODTÜ’ye vereceğiz’ demişti. AKP ve RTE eleştirisinin logosu, israfın, tiranlığın afişi haline gelmiş bu yapıyı akademiye vermek Kılıçdaroğlu’nun önerisine ayrı bir derinlik katıyordu. ODTÜ’den bugüne dek ses çıkmadı. Stadyumunun beton basamaklarına öğrencilerinin, hiçbir kimyasalla silinmeyecek şekilde DEVRİM yazdıkları bu okul, Gezi döneminde de, hatırlayacaksınız TOMA’larca sık ziyaret edilmiş, gaz bulutları semalarından eksilmemiş, kep töreni organize mitinge evrilmişti.
ODTÜ’den ‘sarayı size verelim’ önerisine resmi bir cevap gelmemesini ağırbaşlılıklarına veriyorum. Ama bence Saray ODTÜ’ye uymaz. Neden mi? Birkaç sebebi var. İlki şu. ODTÜ bir tepenin sırtına yerleşmiş bir yaya aksı ve tepenin altını dolanan ring yolu üzerine kuruludur. Çinici çifti bu yaya aksına dizili fakülte binaları, kütüphane, yemekhane ve rektörlük binasını doğal bir peyzajın içinde kaybolmuş, her mevsim pastoral manzaralar sunan bir silsile olarak hayal etmişti. Bugün ODTÜ’nün merkez aksında dolaşırsanız bu hayalin gerçek olduğunu görürsünüz. Brüt beton, dokulu sıva yüzeyler, ahşap ve kaplama tuğla malzeme yelpazesinden çeşitlenen yapılar mevsime göre kar, turuncu yapraklar veya pembe çiçekler arasından görünür kaybolurlar. Bu yapılar, özellikle mimarlık fakültesi gibi bazıları saf modernist yaklaşımlardır. Geçmişe değil geleceğe bakar. İşlevinin ihtiyaç duymadığı hiçbir hareket yapmaz. Avlu ve yarı avlularla ışığı, doğayı içine alır. Birbirlerine bağlanan galeri, hol, avlu ve merdiven serileriyle sınıf ve stüdyolar arasında özgür ve zengin bir ortak yaşam sunar. Tek başına mimarlığın, iyi bir yapının hayatı değiştirme gücü olmadığını biliyoruz. Ancak iyi tasarlanmış, en önemlisi de gelecekte üzerine kurulduğu topografya ve doğal peyzajla meydana getireceği bütün, tasarlandığı günden hayal edilmiş bir yaşam alanı pekala kullanıcılarına bir hayat görüşü önerebilir. Onları değiştirebilir. Bugün ODTÜ’lülük tanımı, içinde bir eğitim anlayışı kadar bu yerleşke atmosferini de barındırır. Bu yüzden, neoklasik bir tiranlık yapısı olan Cumhurbaşkanlığı Sarayı ODTÜ’nün bünyesine sinmiş olan modernist mimari yaklaşıma, doğayla bütünleşik master plan anlayışına uymaz diyorum. Saray planını görmemize gerek yok. Beş metrelik duvarlarının ve simetrik cephesinin ardında sakladığı görkemli atrium, merdiven, koridor ve odalar serisini gözde canlandırmak, gördüğümüz kadarına bakarak pek de zor değil. Bu işin mimari kısmı. Öte yandan Cumhurbaşkanlığı Sarayını kullanmak istememek aslında basit bir reddi miras olarak da yorumlanabilir. Akademik çevreye ve öğrencilere çektirdiklerini düşününce ODTÜ’nün ve iktidara bağlı olmayan diğer özgür üniversitelerin sadece Cumhurbaşkanlığı Sarayını değil, temsil ettiği herşeyi haklı olarak reddedeceğini herkes görebilir.
Kılıçdaroğlu’nun iyi niyetli önerisinin üzerini bu yüzden çizelim. Kendisi, yıllarca hesap uzmanı ünvanıyla çalışmış biri olarak belki yapıyı rakamsal karşılığı olan bir yatırım kalemi olarak görüyor. İsrafa dayanamayan bir Anadolu insanı, dürüst bir memur o: Bu azman bir işe yarasın diye düşünüyor. Ama şu açık ki saray, prensipli bir kurumun kolayca hazmedebileceği bir bağış değil. Sarayın hafif açılı çekilmiş simetrik cephesinin fotoğrafı çoktan Gezi hareketinin, TOMA’ların, gaz bombalarının, genç insanların ölümlerinin negatif simgesi haline geldi. Buna rağmen kurumlar iyi niyetle bu yatırım kalemini bünyelerine dahil edip değerlendirmek isteyebilir. Bu durumda sarayın kötü çağrışımlarını kimliklerinden temizlemenin zaman alacağını bilmeliler.
Otel, ARGE merkezi, müze, yoksullar evi. Sarayı ne yapacağız sorusuna işlev odaklı cevap aramak doğru değil. Erdoğan Bayraktar, 2013 Eylülünde kapalı inşaat alanı 750.000 m2 olan ODTÜ’ye 250.000 m2 daha imar hakkı verileceğini açıklamıştı. Aralık 2014’de ise Sarayın müteahhiti Erman Ilıcak sanıldığı gibi 1000 odalı olmadığı belirttiği röportajında kapalı alanının 450.000 m2 olduğunu not etmişti. Bu karşılaştırma bile ülkenin aklı başında insanları olarak karşı karşıya olduğumuz tuhaflığı açıklıyor.
Benim önerim basit bir Vendetta hayali. Saray yıkılmalı. Dümdüz edilmeli. Dönüp dolaştırmaya, bu akıl almaz büyüklüğü bir bu kadar daha para ve emek harcayıp dönüştürmeye gerek yok. Çöpe gitmesin diye berbat bir yemeği ağzımıza tıkmasınlar. Sarayın yıkılması, bu ceberrut iktidardan çekmiş insanlara gerçek bir hediye olacak. Eğer bu hareket bütçeye bir yük getirecekse, Türkiye’de elinden geldiğince bütçedeki bu deliği kapamaya çalışacak yüzbinlerce insan var. Belediyelerin bir günde israf ettiği para düşünülürse buradaki hikayenin maddi değil siyasi olduğunu düşünüyorum. (İBB’nin park ve bahçeleri süslemeye ayırdığı 2013 bütçesi 120 milyon TL.)
Soru şu. İktidara gelecek kişi sarayı yıkacak iradeyi gösterecek mi? 4 bakanın soruşturulması, iç güvenlik yasasının iptali, seçim barajının düşürülmesi, RTÜK, YÖK, Sayıştay gibi kurumların demokratik bir şekilde çalışır hale getirilmesi önemli, doğru. Öte yandan şunu görmezden gelemeyiz. Türkiye’de insanların son onbeş yılın baskısını üzerinden atmak, rahatlamak için fiziksel bir harekete, ne bileyim bir anıta, en azından bir anti anıta, bir sarayın dümdüz edilmesine ihtiyacı var.