İstanbul'un en son ihtiyacı olan şey küresel şehir vizyonudur.
Twitter’ın yasaklandığı, Türkiye ve Dünya kamuoyunda iktidarın diktatörlük rejimi kurmaya çalıştığı algısının yerleştiği şu (makro) politik ortamda, önümüzdeki (mikro) seçimleri sadece yerel demokrasi çerçevesinde değerlendirmenin imkanı ortadan kalktı.
Seçmenin büyük bir kısmı, AKP’nin belediye seçimlerini metropollerde kaybetmesini tünelin ucundaki ışık olarak görüyor. Yerel seçim tercihlerini AKP karşısında kazanması en muhtemel aday doğrultusunda sandığa yansıtacaklar, haklarıdır da. Aynı şekilde çekirdek AKP seçmeni de AKP’li yerel yönetim adayları yerine Başbakan ile eşleştirilen ‘milli iradeye’ sahip çıkmak için oylarını kullanacaklar.
Peki, seçimlerin son haftasında, makro siyaseti tamamen bir kenara koyamasak bile, seçim vaatlerine, yani ‘projelere’ de bakacak olsak nasıl bir tabloyla karşılaşmaktayız?
HDP İstanbul Büyükşehir Belediye (Eş) Başkan Adayı Sırrı Süreyya Önder, bir TV programında kendisine ısrarla sorulan “peki projeleriniz neler” sorusuna, “ananızın karnından proje ile mi doğdunuz” diye cevap vererek belediyeciliği proje fetişizmine indirgeyen yaklaşımı haklı olarak ve kendi üslubunca eleştirmişti. Sonuçta proje fetişizminin ve ‘ilkeler yerine projelerle yarışma’, ‘marka kentler inşa etme’ zihniyetinin bizi götürdüğü yer, kentin topyekûn yıkım fermanı olarak görülen, çılgınlık mertebesiyle anılan, mega projeler.
Sırrı Süreyya Önder haklı, belediye çılgınlık üreten bir proje ofisi olmamalı. Bir kentin yönetimine halkın doğrudan katılmasını, demokratikleşmenin yerelde inşa edilmesini sağlayan, hizmet ve ‘projelerini’ yaşayanların ihtiyaçları ve hakları temelinde, akıllı bir şekilde geliştiren yönetim birimi olmasına ihtiyacımız var.
Ayrıca bir parantez açmak gerekir: Çılgın projeler başkenti İstanbul’da zaten yerelin adı yok. İstanbul emlak rantının büyütülmesi ve dağıtılması öncelikli, ve kenti adeta bir Lego oyun alanı olarak gören Başbakanın talimatları doğrultusunda yönetiliyor. Haliyle de mevcut başkan Kadir Topbaş’ın yaptırdığı, “İstanbul’un Anayasası” olarak anılan Çevre Düzeni Planı, kararları Başbakan tarafından alınan 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul, Yeni Şehir gibi çılgın projelerle delik deşik edilebiliyor. Başbakan kelimenin tam anlamıyla bir kent suçu olan Yenikapı Meydanı’nda yerel seçimlerden bir hafta önce, ‘milli irade’ adında bir miting düzenleyebiliyor.
İstanbul özelinde projecilik skalasının bir ucunda, proje reddiyesi ile Sırrı Süreyya Önder, öteki ucunda ise Yenikapı Meydanı gibi çılgın projelerle Kadir Topbaş / Recep Tayyip Erdoğan yer alıyor. Diğer adaylardan Mustafa Sarıgül ise, ‘herkesi kucaklayan’ vurgusu ile ortalarda bir yerlerde konumlandığını iddia etmekte. Peki Sarıgül’ün projeleri neler vaat ediyor? Otekisiolmayanistanbul.com sitesinde ve Twitter’de paylaştığı projelerden göze çarpanlar hakkında bir değerlendirme yapalım.
Her şeyden önce, Sarıgül’ün Kadir Topbaş’ın altına imzasını attığı ancak sahip çık(a)madığı Çevre Düzeni Planı’na sahip çıktığını görüyoruz. Bu yaklaşım, İstanbul’un geleceği için kritik öneme sahip olmasının yanında, AKP’nin de yumuşak karnını oluşturmakta. Kuzeyi ‘ekolojik sürdürülebilirlik’ için koruma bölgesi ilan eden planı Başbakan’ın çılgın projelerinin darmadağın ettiğini biliyoruz. Kentin Doğu-Batı ekseninde gelişimini ve Marmara Bölgesi’ne eklemlenmesini öngören, kuzeyin su kaynaklarını, orman ve tarım arazilerini korumayı amaçlayan bu plan ne oldu da 2 senede AKP tarafından rafa kaldırıldı ve Kuzey adeta altına hücum misali müteahhitlere açıldı? Demokrasinin de ekolojinin de yaşanabilir İstanbul’un da merkezinde işte bu soru yer almakta.
Sarıgül’ün en sorunlu gördüğüm ‘projeleri’, kentin ‘vizyonu’ / vitrini ile ilgili geliştirdiği, turizm merkezli olanları. Mesela ‘İstanbul turizmde şahlanacak!’ diyor Sarıgül. İyi de turizmde zaten şahlanıyor. Bu sene yabancı turist sayısı 10 milyonu geçti. Paris, Londra gibi şehirlerde bu rakam 15, 17 milyon civarı. Bir şehrin turizmde şahlanması çelişkileri de beraberinde getiriyor. O şehirde yaşayanlar için iş, aş olabildiği gibi toplumsal adaletsizliklerin artması, emek sömürüsü, artan hayat pahalılığı, yaşam alanlarının turistikleşmesi, toplu taşıma altyapısına ek yük gibi sorunları da beraberinde getiriyor. İşte bunun en berbat örneklerinden biri Beyoğlu. İlçede bir otel yatırımcısının veya emlak spekülatörünün el koymadığı tarihi bina kalmadı. Yakında bütün Taksim ve civarı baklavacı, kuruyemişçi, kahveci, AVM ve otellerden ibaret bir yer olup çıkacak.
Sarıgül, İstanbul’a 2 kent müzesi yapmayı vaat ediyor, Sirkeci Garı Kent Müzesi ve Haydarpaşa Garı Kent Müzesi. İyi hoş da, asıl olan buraların gar fonksiyonunun korunması, korunurken niteliğinin arttırılması değil mi? Aksi halde en fazla ‘yaşanan’ İstanbul’dan ‘gezilen’ İstanbul’a kentin turizm odaklı dönüşümü desteklenmiş olacak.
‘Tarih Yarımada açık müze kent olacak’ vaadi ise kulağa en korkunç gelen projelerden. Tarihi Yarımada’nın zaten Eminönü tarafı bir açık hava müzesi halini almış durumda. Sadece turizm için var olan, yerli gece nüfusu olmayan, İstanbullulara neredeyse hiçbir şey sunamayan, yoksulu dışlayan bir yerden bahsediyoruz. Ayrıca, Süleymaniye çevresinde Kiptaş operasyonları, Fener-Balat Kentsel Yenileme Projesi’yle ‘müzeleştirme’ süreci devam etmekte. Yapılması gereken, tarihi yarımadada kentsel miras korunurken mevcut yaşayanlar nasıl yerlerinde tutulur, burası tekrar kentin yaşayan bir parçası haline nasıl getirilir, onun ‘projelerini’ geliştirmek.
Genel olarak ulaşım ile ilgili çözüm önerileri, ‘ekolojik koruma’ vurgusu, ‘kesintisiz yaya ve bisiklet yolu’, ‘şehir parkı’, ‘engelsiz kent’ projeleri, ve hatta ‘kentsel dönüşüm’ yerine ‘kentsel gelişim’ iddiası kağıt üstünde kötü gözükmeyen ancak detaylı program ve uygulamalarla anlam ifade edebilecek vaatler. Tabi bütün vaatlerin, yani tekil projelerin, dönüp dolaşıp geleceği yer, nasıl bir politika bağlamıyla ele alındıkları, nasıl bir bütünün parçaları olduğudur. İdeolojik çerçeveleri, vaatlerin içini dolduracak, vaat ile gerçeklik arasındaki makası açıp kapatacak olan nokta. Dolayısıyla, Sarıgül’ün bir vurgusunu tekrar gözden geçirmesini tavsiye ederim!
Sarıgül, “İstanbul’un küresel şehir vizyonunun her açıdan hayata geçirilmesi, stratejik bir yaklaşımla ve yeni yatırımlarla mümkündür” diyor. Yani Sarıgül, İstanbul’un dönüşüm vizyonu konusunda mevcut yönetimle uzlaşıyor, ancak daha iyi bir yöntem izlenebileceğini düşünüyor. Sarıgül ‘küresel şehir vizyonundan’ ne anlıyor merak ediyorum. ‘Her açıdan hayata geçirilmesi’ ne demek?
Küresel şehir denen teranenin öyle çok muteber bir ‘vizyon’ olmadığını biri Sarıgül’e anlatmalı. Küresel şehir vizyonu, yerküremizde dolaşan ‘sınırlı’ küresel sermayeyi ve sermaye elitini kendine çekmek için birbirleriyle yarışan, bu yarış sonucunda da gitgide birbirlerine benzeyen kentlerin izlediği politikalar bütününden başka bir şey değil: Endüstriden ve işçiden kenti arındırmak, yabancı yatırımcıya sınırsız teşvikler vermek, finans ve turizm sektörleri ekseninde büyümek, vahşi gayrimenkul spekülasyonuna imkan sağlamak, küresel tercihler doğrultusunda tüketim mekanlarını dönüştürmek, mega proje ve mega etkinliklerle kenti ‘markalamak’ ve bu ‘marka kent’ ile küresel şehirler yarışında öne geçmeye çalışmak. Ee, bütün bu ‘stratejileri’ mevcut yönetim gayet ‘başarılı’ bir şekilde uyguluyor zaten. Bu yüzden bugün birçok kentsel çelişkinin sancılarını yaşıyor 15 milyon İstanbullu.
Yani uzun lafın kısası, İstanbul’un en son ihtiyacı olan şey küresel şehir vizyonudur. Adaylardan beklenen mesaj:
…mesajıdır!
2 yorum
Yazının dilini fazlaca taraflı bulduğumu söylemek istiyorum. Sarıgül yetersiz ve altı tam doldurulmamış vaatlerde bulunmuş olabilir, belki kendisinin yetersizliği belki de çevresindeki bu konu üzerinde uzmanlaşmış kişilerin yetersizliği ama mimarlara ya da halka kapalı bir projeyi dikte edeceğini düşünmüyorum. Bir çaba var en azından ortada bunu geliştirmek de halkın ve uzman kişilerin elinde. Çabalamaya ve geliştirilmeye açık fikirleri de var “bazı mimarlarca” hatalı bulunan projelerinin dışında ve yazıda İstanbul adına pozitif olan projeler de görmezden gelinmeye çalışılmış. Daha tarafsız bir üslup ile adaylar arasında bir karşılaştırma arkitera ortamı için daha uygun olurdu diye düşünüyorum. Sırrı Süreyya’nın tabirini ise bu yarışa girmiş biri olarak halka saygısızlık olarak görüyorum. Herkes anasının karnından proje ile doğmuyor elbette ama en azından emek verip, araştırıp İstanbul ve dinamikleri üzerine fikir üretebilirdi zaten herhangi bir belediyecilik geçmişi yok o ortama nasıl uyum sağlayacağını, nasıl projeler düşündüğünü, İstanbul’u nasıl gördüğü görmek isterdim ki seçimlerde oyum netleşsin ve Sırrı Süreyya’ya gidecek olan oylar etnik kimlik oyunun ötesine geçsin İstanbul’da yaşayan halkı kapsasın. Topbaş’ın lafını etmeye gerek yok sanırım zira büyükşehir başkanı kendisi değil başbakan zaten.
İstanbul küresel bir kent vizyonuna ihtiyacı olmayan dünyadaki sayılı şanslı kentlerden biri. Başbakan ve çevresi istanbul için düşündükleri şey “çölde vaha yaratmak” mantığının ürünü. İstanbul’un anayasası denilen Çevre Düzeni Planı’nın birileri tarafından sahiplenmesi makro ölçekte İstanbul’un geleceğine önemli katkılar sunar kuşkusuz ama daha alt ölçekte yapılacak katliamlara engel olamaz., Örneğin kentsel dönüşüm/değişim bunların başında gelir. 3. köprü ve havalimanı artık kesin bunların etrafının nasıl korunacağı ya da talan edileceği önemli, çünkü ekolojik sınırların aşılması anlamına geliyor artık, ki çoktan aşıldı. Tabi bir de halk ne zaman kararlara katılabilecek? Demokratik kanallar nasıl açılacak, kamusal alanların yeniden tasarlanması düzenlenmesine dair ne kadar söz sahibi olacağız. Mahallemize parkımıza nasıl sahip çıkıcaz, kim bizi koruyacak neye karşı ve nasıl? Bütün bunlar öyle karnımızdan projecilik ile seçim meydanlarında bağırmakla olmaz bence.