Venedik kenti, mimarlığın var olduğu çevreyle doğrudan ilişkili olduğunun en güzel örneklerden biri olmakla beraber kent ve su arasındaki ilişkiyi direkt olarak denetimleme fırsatı sunan bir kent. Bu ilişkiyi gerek yapılarda gerekse Venedik halkının yaşam tarzında deneyimlemek mümkün.
Aynı zamanda da kazıkların üzerine kurulu bir kent olması ile bir mühendislik harikası. Dar sokaklarda yürürken etkileyici cephe ve organizasyon detaylarına sahip yapıların ardından malzemesi, strüktürü, görselliğiyle bakılan her manzaradan kendini sergileyen köprülerle kanal manzarasını deneyimleyip bir diğer sokağa geçmek oldukça etkileyici. Dar sokaklardan sonra ulaşılan meydanlar ve meydanları tanımlayan yapıların özeni, kentin sahip olduğu çoklu zenginliğin bir göstergesi. Her yapının her bir detayının son derece özenli oluşuyla her bir köşesinde tasarımcılara ilham ve niteliğinde detaylarla karşılaşmak, onları yorumlarken öğrenirken ve gözlemlerken tasarım bilgilerinin tazelenmesiyle gelen tatmin duygusu da bir tasarımcı için adeta bir ders.
Venedik gezimiz öyle güzel ve detaylı planlanmış ki, bir noktadan bir diğerine giderken yolda pek çok ekstra yere uğrayarak rotamız zenginleştirilmişti. Ayrıca Venedik kenti yürüyerek ve suyolculuğuyla deneyimlenebilen bir kent olmakla beraber rotamızın zenginliği sayesinde Scarpa, Palladio gibi duayenlerin eserleriyle tanışıp detayları kavrayıp üzerine tartışabileceğimiz yoğun ve kalıcı etkide bir kent.
Bienal gezimiz ve oradaki “Free Space” teması üzerine konuşmalarımız, tartışmalarımız sonucunda “Bienal nedir?” denildiğinde düz bir cevap vermek pek mümkün olmasa da bu soruyu kendime gezi sonunda yönelttiğimde şöyle bir cevap buldum, bienaller aynı veya benzer işlerle meşgul olan bir topluluğun ortak bir tema çerçevesinde fikirlerini gözden geçirip sonuç olarak bir fikir urunu sunduğu bir etkinliktir. Özellikle farklı coğrafyalardan, farklı perspektiflerden aynı konunun farklı araçlarla nasıl apayrı yorumlayabildiğini görmek, deneyimlemek ve o perspektifleri kendi birikimime ekleyebilmiş olmak son derece heyecan verici. Bu deneyim ufkumun sınırlarını genişletmemi sağladı demek çok doğru olur.
Çoğunluğu ana sergi mekânı olan Giardini ve Arsenal’de bulunan ve kentin çeşitli yerlerine yayılmış ürünler de yer alıyor. Giardini ana pavyonunda yer alan sergi mekânında, yalın bir rota yerine farklı noktalardan izlenen geçişlerle mekânın kendisini bir labirente çeviriyor ki bu da sürekli farklı deneyimleri takip edebilmemizi sağlıyor. Mimarlıkla bütünleşmiş bir kavram olan ”mekân” kavramı üzerinde durulup tema ”Serbest Mekân” (Free Space) olarak tanımlanmış. Katılımcıyı özgür kılan “serbest mekân” teması da işler arasında bir zenginlik ve çeşitlilik sağlamış.
Bir diğer etkileyici iş de San Giorgio Maggiore adasında ormanın içinde 10 farklı mimara 11 şapel yaptırılmasıydı. Bir an için Venedik’ten kopup ormanda kısa bir yürüyüşten sonra sırayla şapelleri gezmenin yarattığı atmosfer oldukça etkileyiciydi.
Mimarlık, tasarım, sunum teknikleri üzerine bu denli düşünülüp fikir üretilmesi biz yeni mimarlar için son derece tevsik edici ve değerli. Bilgiye ulaşmanın kolaylığına kendimizi kaptırıp deneyimlemenin önemini göz ardı ettiğimizi fakat deneyimleyerek, tanışarak ve dinleyerek elde edebileceğimiz bilgileri böylece kaçırdığımızı fark ettim. Daha çok gezip daha çok görüp daha çok bilgilerimizi tazeleyip birleştirmeliyiz. Bu aydınlanmamda bana ön ayak olan, fırsat veren İzmirSMD’ye ve gezimiz boyunca bize eslik ederek bildiği, gördüğü her detayı bizimle paylaşan Prof. Dr. Deniz Güner hocamıza tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.