Yıl 1561, İstanbul’da kendine tahsis edilmiş küçük bir odada bir avangart. Masasına oturmuş tam da fil gözünden sızan ışık eşliğinde Sivas’a yapılacak küçük bir kervansaray eskizi yapmakta. Tam eskizini bitirip kahvesini yudumlamayı hayal ederken bir nöbetçi çıkagelir:
N: Baş mimar Koca Mimar Sinan Ağa, Sadrazam Damat Rüstem Paşa sizi huzuruna emrediyor.
Sinan’ın rahatı kaçıyor tabii. Biliyor Rüstem Paşa’yı yine ne kitsch detaylar, ne çiniler, ne süslemeler yaptıracak Allah bilir. Emreden de sadrazam, “geliyorum” diyor çaresiz Sinan, eskizini yarım bırakıyor. Odasının kemerli girişinden çıkıyor nöbetçiyle beraber. Fakat ellerinin mürekkepli olduğunu fark ediyor. Düşünüyor; mimarım ben, bittabi elimde mürekkep olacak. Sonra Rüstem Paşanın yüzü geliyor gözüne Sinan’ın, “neyse” diyor “anlamaz bu adam”. Dönüp odasının gusülhanesinde ellerini yıkıyor. Nöbetçi ile huzura çıkıyorlar. Rüstem Paşa’nın kapısı hemen belli ediyor kendini; kalem işi bezemeler, çiniler, biblolar hatta benzinci hediyesi araba kokuları bile asılı kapıda. Bir de devşirme bir taş, hani taşı devşirip kapı yapmak için kullanmamış; kapıyı devşirmiş de taş yıllardır oradaymış gibi, öyle büyük öyle gösterişli. Sinan kapıya vurup içeri giriyor. Kılıçlarla süslü taht yarısı koltuğunda arkasını dönmüş muhteşem İstanbul manzarasını izlemekte Rüstem Paşa. Kendinden emin, boğuk bir ses tonuyla:
R: Gel Sinan gel, çok güzel fikirlerim var.
S: Emredin Paşam.
R: Bir cami düşünüyorum Sinan, ama böyle her yeri çinili, renkli, her bir köşesinde ben olayım istiyorum. Millet içeri girince unutsun ibadeti falan beni hatırlasın, çinilere, renklere kilitli kalsınlar. Öyle bir süsleyelim ki yıllar sonra Loos laflarından utansın. Olmaz mı baş mimar, olmaz mı Sinan?
Sinan duyduğu bu cümlelerle şok oluyor. Söyleyecek çok sözü var ama biliyor Rüstem Paşa’nın inatçı ve sinirli tavrını. Lakin mimar kimliği rahat durmuyor:
S: Efendim, mekan, ışık, kub… (lafını kesiyor Rüstem Paşa)
R: Tamam Sinan yarın ilk eskizleri bekliyorum.
Sinan büyük bir hışımla odasına dönüyor öyle sinirleniyor ki padişaha dilekçe vermek bile aklından geçiyor ama biliyor Rüstem Paşa’yı, kariyerini bitirir adamın. Sıkıla sıkıla geriyor yeni eskiz kağıdını ve bütün eserleri içinde sırıtan bu camiyi tasarlıyor. İçi rahatsız Sinan’ın. “Yapıyorum bu çinileri o zaman en iyisi olsun” diyor. Gidiyor en iyi ustaları buluyor, en iyi detayları, en iyi oranları kullanıyor ve Osmanlı çini sanatının en başarılı örneklerinden biri oluyor bu çiniler. Fakat yıllar sonra günümüz kötü restorasyonları sırasında anlam verilemeyen bir taş bulunuyor çinilerin arasından ve taşın içinde gizlenmiş bir not, Mimar Sinan’ın kendi el yazısıyla: “Minimalistim lan ben.”