Sınır Tanımayan Fikirler: Brandweek 2018’in Ardından

not defterinden Brand Week 2018 eskizi

Kentin ve ülkenin en kapsamlı marka etkinliği geçtiğimiz hafta 5-9 Kasım tarihleri arasında gerçekleşti. “En” leri pek sevmem, ne var ki bu etkinliğin kapsamı hakkında çekinmeden bu tanımı kullanabilirim, çünkü etkinlik 3 gün boyunca  sayabildiğim kadarı ile 10 kadar noktada, 100’ün üzerinde konuşmacı, onlarca sunum, atölye, buluşma ve deneyim sundu.

Sınır tanımayan fikirler” mottosu altında gerçekleşen etkinliklerde iletişim, pazarlama ve marka yönetiminden dijital dünyaya, spordan gastronomiye, grafik tasarımdan reklamcılığa, ekonomiden animasyona ve sinemaya kadar pek çok konu masaya yatırıldı. Mülteciler, kadınlar, sosyal girişimcilik gibi güncel alanlar da ihmal edilmedi. Etkinliğin son günü, Türkiye’de ilk kez düzenlenen Youtube Pulse etkinliği gerçekleşirken sahneyi gençler istila etti ve salondaki izleyici profili de tamamen farklılaştı; ortam birden başka bir habitata dönüştü.


Soldan sağa: İbrahim Selim, Aysu Nur Dağgecen, Serap Balkan, Müge Albayrak

Bir tasarımcı-marka yöneticisi olarak, bu üç gün içerisinde işlerim izin verdiğince (ödül törenleri ve partiler hariç olmak üzere) izleyebildiğim etkinlik, dolu doluydu. Marka tarafında oldukça tatminkar olan içeriğin; bir tasarım profesyoneli için de oldukça ilham verici olduğunu belirtmeme gerek olmaz sanırım. Ne var ki yıllardır katıldığım pek çok etkinlikte gözlemleyebildiğim kadarı ile mimarlar, ürün tasarımcıları, grafik ve moda tasarımcıları gibi profesyoneller bu tür etkinliklerde pek görünmezler. Genellikle kendi mesleki alanlarını ilgilendiren etkinliklere ilgi gösterir; kurumsallaşma, markalaşma, pazarlama, yönetim gibi alanlardaki bu –bana göre- öğrenim kozunu pek kullanmazlar.Oysa işi yaratıcılık olan insanlar, kendi işletmelerinde yönetim organizasyonu, reklam, pazarlama, iletişim gibi konulardan kaçınamıyor; kendi başlarına çözüm üretmeye yöneliyorlar. Bu çözümü en alt seviyede – ilgili alanlarda faaliyet göstermeyerek ;-)))– en üst seviyede ise o alandaki başka bir profesyonel şirketten destek alarak sağlıyorlar. Biliriz ki, bir çözüm ortağını da yönetmek için ilgili konuda yine de donanım gereklidir. Özetle, bizlerin de bu alanlardaki gündemi takip etmemizde yarar olduğunu savunanlardanım.


Youtube Pulse sunumları

Konferanslardan izlediğim bir kaç konu başlığını bu bakış açısı ile mimar ve tasarımcılara yönelik olarak uyarlayıp aktarmaya çalışıyorum: Ayağımın tozu ile izlediğim ilk oturum “davranışsal bilim” hakkında idi. İngilitere hükumeti bünyesinde çalışan BIT‘in (Behavioural Insights Team).  yönetim kurulu koltuğunda oturan direktörlerden biri olan Simon Ruda’nın verdiği konferans kapsamında, hükümetin topluma hizmet ederken davranışsal bilimden faydalanmasının yararlarını, örnekleri ile izledik. Bir toplumu yönetmek her ne kadar diğerlerine göre fazlaca kompleks bir denklem ise de, yönetim işi özünde hep aynıdır. Bir fabrikayı, bir işletmeyi, bir stüdyoyu hatta aileyi de aynı denklem ile yönetebilirsiniz; sadece değerler değişebilir, artabilir, azalabilir. Bu prensiple, bu sunumdan öğreneceklerimiz olabilir. İngiltere bakanlar kabinesinin alt destekleyici kurumu olarak faaliyet gösteren bu takım da, çalışmaları ile toplumun yönetilmesi sırasında aşağıdaki şu alanlarda başarılı olmayı hedefliyor:

–       Kamusal hizmetlerin daha uygun maliyetlerle çözülmesi

–       Kamusal hizmetlerin vatandaşlar tarafından daha kolay kulanılabilir olması

–       İnsan davranışlarını inceleyerek somut çıktılar elde edebilmek ve bunu kamusal politikalar için kullanmak (olabildiği yerlerde)

–       İnsanların “ kendileri için daha iyi seçimler yapmalarını” sağlamak.

Şimdi hep birlikte, ister mimar ister tasarımcı olalım, bu hedefleri kendi işlerimiz için düşünerek okuyalım: Verdiğimiz hizmetleri daha uygun maliyetlerle verebiliyor olmak üzere kendi iç işleyişimize derinlemesine bakalım. Buradan tasarruf fırsatları çıkarabileceğimize eminim.

Ekibimizin davranışlarının düzenli takibi ve analizi de bizler için yarar noktaları çıkarabilir. Bu gözlemlerden çıkardığımız somut çıktılar doğrultusunda ekip çalışmalarımıza yeniden bir düzen önermek verimliliğimizi arttıracaksa neden olmasın?

Aklıma ilk gelen örnek nedense şu oldu: Örneğin ofis olarak bir proje yetiştiriyoruz…Geceleri geç saatlere kadar çalıştırdığımız ekip arkadaşlarımız, her proje döneminde kaçınılmaz olduğu gibi (!) belki de sabahları kahvaltı dahi yapamadan koşa koşa yeniden ofise geliyorlar. Yoğun proje dönemlerinde onlara keyifli bir kahvaltı-kahve  servisi sunmak, ilk bakışta ekstra masraf gibi algılanabilir. Ama bu servis ile, ekibiniz ile empati kurmuş olur; ona “ben seni anlıyorum ben de buralardan geldim” deme fırsatını yakalarsınız. Onun önceliklerinin sizin için de önemli olduğu mesajını verirsiniz; bu konuda samimiyseniz iyi bir iletişim kurmuş olur; ciddi bir bağlılık sağlarsınız. Diğer yandan bu sebepten verimsiz, mutsuz, aç, yorgun çalışan kişilerin de verimliliklerinin artmasını sağlar, zamandan da tasarruf edersiniz, fena mı? Bunun gibi ekip ile ilgili alanlardan, bir işletmenin en temel konusu olan finans konusuna kadar davranışsal bilimden faydalanmak mümkün. Konferansı takiben İngiltere hükumetinin ilgili departmanının web sitesinde biraz gezindim ve yayınladıkları bir kaç raporu okudum. Tavsiye edebileceklerimden biri “para yönetimi” konusunda yayınladıkları ekteki rapor ve pekala kendi işletmelerimize uyarlanabilir: https://fincap-two.cdn.prismic.io/fincap-two%2Fd5312602-e0b0-4d6e-890b-249d408b608c_financial-capability-lab-report-may18.pdf

Ülkemizde kavramları hop diye alıp, çiğneyip daha tadını bile almadan dışarı tükürmek gibi bir özellik var. İnovasyon ve tasarım odaklı düşünme bana göre bunların başında geliyor (korkarım tasarım kavramı da öyle! Ama bu başka bir yazı konusu). Bunu neden yazdım çünkü özellikle bu paylaştığım raporda, toplumun para ile olan sorunlarına çözüm getirmek isteyen, onların borç yapılandırmaları için önermeler sunan ve hatta gelecekteki ideallerine kavuşmaları için yaratıcı fikirler sunan İngiltere hükumetinin bu raporunun da pek çok diğer çalışması gibi tamamen design tinking / tasarım odaklı düşünme prensibi ile çalıştırıldığını göreceksiniz. Gelişmiş toplumların uyguladığı metodları bir avuç insan, ülkemizde işletmelere anlatmaya, yaymaya çalışırken diğer yandan, daha anlaşılıp özümsenmeden hemen “tu – kaka” konumuna getirmek, bir tek bizde yaygın olan bir milli spordur. Siz bir ara bu rapora bir vakit ayırın, herhangi bir vatandaşın anlayabileceği dilden yazılmış olan bu çalışma eminim pek çoklarımızın finansal konularına bakışını bir “uzman”a  gereksinim duymadan rahatlatmasına yarayacaktır.

İyi mimarlık ve tasarım ofisilerinde sosyologların, tarihçilerin, iletişimcilerin çalışmasının yararlarını bir süredir konuşup tartışıyoruz. Davranışsal bilim profesyonelleri de bu ekiplerin en önemli yapıtaşlarından biri; ihmal etmeyelim. Ekiplerimizi büyütürken dikkate alalım.

İlk günün takip eden diğer sunumları “data yönetimi” ve “nörobilim” üzerineydi. Uzaktan her iki başlık da yaratıcı endüstrilerle nasıl alakalı olabilir ki? diye düşünülebilir. Diğer yandan sunumda bahsedilen tüm vakalar aslında mimarlık ve tasarım projelerine de uyarlanabilir idi; hatta pek çok uyarlanmış örnekleri ile karşılaşıyoruz.

Akıllı telefonlar tarafından yayılan çeşitli veriler, kalabalıkların yönelimleri hakkında son on yılda en çok izlenen meta-datadır. Bu data üzerinde yapılan analizler ile, kentsel planlamadan mimari tasarımda dolaşım çözümlerine kadar pek çok alanda faydalanmak mümkün. Teknoloji kanalı ile elde edilen veri insanların öncelikle nerede ne zaman bulundukları, ve bu hareketin rutini ile ilgili somut çıktılar sağlıyor. Örneğin, kat yüksekliklerini müteahhitlerin, pencere boyutlarını belediye mevzuatlarının belirlemediği gelişmiş toplumlarda, mimarlar özgün tasarım iradelerinin yanında bu tür verilerden de faydalanabiliyorlar. Ülkemizde de eminim bu verileri dikkate alan ve yapılabilecekler doğrultusunda tasarım geliştiren pek çok ofis var ve imkanlar doğrultusunda bu bilimsel verileri işlerinin bir parçası haline getirmeye çalışıyorlar. Konferansta Doç. Dr.Yves- Alexandre de Montjoye, sunmunda bu alanda fayda sağlanması için özellikle kişisel verilerin gizlilğinin kalkmasının yararlı olduğuna dikkat çekti. Ben ise bu sunumdan ilham ile sizlere bigdata ve metadatayı işlerinize daha çok entegre edin diyeyim.

Diğer konuşmacılardan Prog.Dr. Moran Cerf ise konuyu insanın bilinçaltı davranış odağına taşıdı. Söz konusu tüketim alışkanlıkları ve davranışsal rutinler olduğunda insanların söyledikleri ile yaptıkları arasında ciddi bir fark oluşabiliyor. Pazar araştırma gruplarında ve çeşitli anketlerde insanlar aslında olduğu gibi değil de olmasını arzu ettikleri gibi yönelimlenerek tepki veriyorlar. Yeni bir ürünü piyasaya sürmeden önce başvurduğumuz fokus gruplarının artık daha farklı yöntemlerle çalışmasından bahsediyoruz. Örneğin bir ev robotu tasarladınız. Grubunuza bu ürünü dağıttınız ve bir süre kullandıktan sonra onlara bir anket yaptırdınız. Buradaki sonuçlardan sağlıklı veri almanız çok zor. Burada nörobilim devreye giriyor. Nörobilimciler insanların kendilerinin bile farkında olmadıkları, pek çoğu bilinç altından gelen davranışlarını ve eğilimlerini çözümlerken, bu veri tüketici alışkanlıklarını yönlendirmede, elbet teknoloji yardımı ile kullanılabiliyor. Cerf sunumunda daha çok göz ile beyin arasındaki senkronik bağdan ve bu ilişkiyi anlamlandırdıkları bir kaç örnekten bahsetti. Sözgelimi bir derginin kapağında veya bir afiş tasarımda hangi alana ne konacağı bize öğretildiği gibi basic design ilkelerine göre değil de, artık insan gözünün ilk saniyelerde refleksle yöneldiği noktalara göre yapılıyor.

Özetle tasarımın algılar bütününde estetik bir objeden öteye taşındığı günümüz anlayışında, insanların doğal tepkileri, yönelimleri, eğilimleri, dikkate alınması gereken bir önemli unsur olarak öne çıkıyor. Tüm yaratıcı alanlarda nesneden deneyime doğru bir değer kayması yaşıyoruz. Nörobilim özellikle, bizlerin bile fark etmediği tercihlerimizi ortaya çıkarması ile ilgili çalışmalarda çok farklı çıktılar ortaya koyabiliyor, takipçisi olmakta fayda var.


Sedar Erener konuşmasını yaparken

Bu üç konu daha ilk günün ilk üç sunumundan. Düşünün ki diğer onlarca sunumda neler neler konuşuldu. Ben konferansa ikinci kez gidebildiğimde üçüncü ve son gün ancak tek bir salondaki sunumları baştan sona takip edebildim. Bunları tek tek anlatmam imkansız; ancak özellikle bu günde vakit ayırma sebeplerim arasında Serdar Erener ve Mickey’i Mickey yapan adam Eric Goldberg’i izlemek başta geliyordu. Erener, beyaz bir önlükle çıktığı sunumunda bunun sebebi olarak kendini geleceğin “datascientist”ı ( veri bilimcisi ) olarak gördüğünden bahsetti ve hepimizin bildiği üzere asıl başarının  belirli bir metodoloji üzerinden çalışmakta, ama çok çalışmakta olduğundan bahsetti. Bu metodolojik çalışma prensibi, ajans olarak gerçekleştirdikleri üretimin uzun vadelerde tutarlı olabilmesini de sağlayan başlıca faktör. Bu pek çok tasarım markası ve marka olmuş mimar için de geçerli elbette. Süreklilik ve tutarlılık sanıldığının aksine estetik çizgi ile değil, o işi bir araya getiren yapıtaşlarının her seferinde aynı formül üzerinde yerleştirilmesi ile sağlanabiliyor. Bu ufuk açıcı sohbetin ardından izlediğimiz Goldberg’i sunmak üzere sahneye küçük bir arkadaşımız ile çıkan sunucumuz Yekta Kopan ise, başlıbaşına etkinliğin başarı unsurlarından biriydi, bir etkinlik tasarımı için etkinliği yöneten ve yönlendiren insanın ne denli önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu Kopan. Ve Eric!


Soldan sağa: Ece Tonbul, Ayhan Sicimoğlu, Yekta Kopan.

Goldberg, ilk olarak telefonla veya başka bir cihaz ile kayıt yapılmamasını rica etti. Yaratıcı sektörlerde ekmek yiyen bir sorumlu kişi olarak bu çağrıya uydum ve an be an sosyal medyadan paylaştığım görsellere bir ara verdim. Üzüldüğüm ise maalesef aynı duyarlılığı herkesin benimsememiş olmasıydı. Kendimize yapılmasını istemediğimizi başkasına yapmamalıyız bana göre. Instagramdan live yayınlayan bile gördüm! Neyse.

Mickey 90 yaşında ve bizler sunum sırasında bu animasyonun ilk orjinal karalamalarından sayfalar görüp, en yeni yapılan filmlere kadar izleme şansı bulduk. Sempatik, kendiyle barışık, dünya tatlısı bir adam imiş Goldberg. Bizde azıcık “ünlü” olup, bir kaç ödül kazandıktan sonra bir mağrur ifadeye bürünen ağır abi/abla mimar ve tasarımcılarımızı düşünmeden edemedim bu dünya ünlüsü sempatik amcamızı izlerken. İçten ve mütevazı olduğu için karizmasından kaybetmemiş; aksine daha da karizmatik olmuştu. Kendime not.

Takiben izlediğim bir sürü sunumun ve sohbetin ardından gün son derece görkemli bir açılış şovu ile başlayan Youtube Pulse ile sona doğru yol aldı. Google, Youtube ve Facebook’un ülkemizde de ne kadar aktif olduklarını, ne inanılmaz işlere imza attıklarını, nasıl bir kitle ile çığ gibi büyüdüklerini sanırım anlatmaya gerek yok; oldukça heyecanlı, dinamik ve ilgi çekiciydi. Bir o kadar da ilham verici. Ben ise o saatlerde başka bir programa doğru yola koyuldum. Kendime aldığım ödev ise, program broşüründeki isimleri tek tek araştırıp, izleyemediğim kişi ve konuları online takip edebilmek. Umarım başarabilir ve yepyeni konularda biraz daha zenginleşebilirim.

Bligi paylaştıkça çoğalıyor; insan okudukça zenginleşiyor.

Bana izlenimlerimi paylaşma fırsatı veren arkitera ya her zamanki gibi teşekkürlerimle!

Etiketler

Bir yanıt yazın