“Nitelikli” her yayın okumaya değer; okunmaya değer her içerik de mimarlıkla ilişkilidir. Okumak, incelemek ve yazmak eylemlerinin bir araya geldiği tüm yayınlar ise mimarlık için önemlidir. İşi, kâğıt üzerindeki çizgilerle başlayan biz mimarlar, basılı olan her şeyden faydalanır; ömür boyu eşlik ederiz birbirimize…
Bence görsel değerin çok öne çıktığı ve güne, güncele ayak uydurmanın şart olduğu mesleğimizde en yaygın mimari yayın biçimi, kendilerini her sayıda yenilemek zorunda olan süreli yayınlardır. “Mimar(lık) ve mimari dergiler” birbirlerinden beslenir ve aralarındaki bu ilişki eğitim yıllarından başlayarak sürer gider… Benim de öyle oldu.
Eğitim Yıllarım ve İlk Mimari Dergilerim
Lisans eğitimimden başlarsak, mimari dergiler; stüdyoda verilen projelerin ısınmalarıyken diğer derslerde, ilk başvurduğum kaynaklardı. “Mimarlığa Giriş” dersimizin grup ödevlerinde eğer ekip içinde anne babası mimar olan arkadaşlarım varsa çok sevinirdim. Çünkü onların evleri mimarlık kitaplığı gibiydi… Zannederdim ki gerekli kaynaklara daha çabuk ulaşırız ve işimiz daha hızlı biter…
Tam da öyle olmazdı aslında. O büyülü mimar evlerine imrenirken dergilerin sayfalarında kaybolur; başka projelere, yarışmalara, detay çizimlerine dalar giderdim. Çocukluğumdan alışık olduğum kitap kokulu ortamların bilgisinde son sınıfa geldiğimde benim de odamda küçük bir köşe oluşmuştu Zafer Çarşısı’ndan aldığım ikinci el dergilerle. Stüdyo projelerinden seçkilerin yer aldığı, okulumun parlak sarı dergileri de dizilmişti yan yana.
Yüksek lisans tezimi hazırlarken yine ilk bu dergilere başvurdum. Ankara Mimarlar Odası’nın küçük kütüphanesinin raflarındaki “Arkitekt” dergileri tek tek elimden geçmiş; gözlerim başkentin apartmanlarına kilitlenmişti. Sarı yapraklı sayfalarda basılan projeleri incelerken katların içinde gezinmiştim adeta. Evet, biraz vaktimi almıştı bu taramalar; az para da harcamamıştım fotokopiler için… Ancak çok şanslı görürdüm kendimi! Okulumuzun brüt beton griliğinden sonra oraların sıcaklığı iyi gelirdi bana. Sıkılınca aşağıya iner, Konur Sokak’ın kitapçısında, takıcısında, çiçekçisinde takılır; basamaklara yerleşmiş simitçilerinden, sabah kaçırdığım susamlımı akşama yakalardım. Soluklanarak çalıştığım bu yerde tez araştırmam yanında çok şeyler edindim. En önemlisi meslek odamla tanışıp işleyişini gördüm. Ankaralı o mekânlarda farkında olmadan “Oda” direnci aşılanmış bana.
Doktora tezimi yazarken bu defa “Bodrum”un peşine düştüm mimari dergilerde. Öncelikli anahtar sözcüğüm memleketimdi diğer kentle ilgili olanlar arasında. “Yapı” ve “Mimarlık” dergileri, yakın arkadaşlarım oldu araştırmamda. Daha sonra “Tasarım” ve “Arredamento” da eklendi ciddiyetleriyle.
O yıllarda hem okuyup hem çalıştığım için cebimin gücü artmıştı. Dolayısıyla içerikleri mimari açıdan nitelikli olan bazı dergilere abone olmuştum. Öte yandan 90’lı yılların sonundan başlayarak, özellikle konut türü yapıların, dekorasyon ve bahçe düzenlemelerine yönelmiş dergilerle birlikte çeşitler de artmıştı. Artık market girişlerindeki raflarda kolaylıkla bulunabilen dergiler herkesin elinde, evinde daha çok yer almaya başlamıştı. İsimlerinden “mimariymiş” gibi görünen ama birçoğu magazin nitelikli bu dergilerden de satın alıyordum.
Böylelikle doktora tezimin demlendiği, okullu yıllarımın sonuna doğru kitaplığım epey zenginleşmişti. O günlerde çalışma alanım Bodrum’un popülerliği de zirveye ulaşmış; o yüzden neredeyse tüm mimari dergilerin de Bodrum’a ilgili özel sayıları çıkmıştı. Tabii onlar da yerlerini aldılar kitaplığımda.
Doğduğum, tatillerimi geçirdiğim memleketimin hiç bilmediğim kıyılarını köşelerini keşfettim bu dergilerde. İçinde büyüdüğüm evlerin badanalı taş duvarlarını, yeşile açtığım pencerelerindeki dantel perdelerinin aydınlığını bilirdim ama dışarıdan da bu kadar içten göründüklerini bilmezdim… O dergi sayfalarında genellikle “kurgulanmış” fotoğraflarda gördüğüm başka bir gerçek, okuyucuya ne kadar farklı mesajlar verilebileceği idi. Bu sunuşlarla “benim olanın başkalarına satılmasına” da hizmet edilmekteydi aslında.
İş Hayatım ve Mimari Dergilere Yakınlığım
Mimari dergilerle üniversitede başlayan ilişkim, iş hayatımda daha yakınlaşarak sürdü. Mezun olduktan sonra Ankara’da büyük bir şirketler grubunda çalışıyordum. Görev tanımım içinde bulunmasa da ilk işim yayıncılık işlerini kapsıyordu. Yöneticilerim, kâr ettikleri inşaatları görmekle yetinmiyor; sanırım başka tür eserler de bırakmak istiyorlardı geriye. Öngörülü olanlardan biri Mimar Hasan Barutçu idi. Genel müdürümüz ve onun gibilerin görüş birliği içerisinde, “kurumsallığın” belgesi olarak; birçok bülten, katalog, mimari kitap basıldı. Hatta bu girişimler daha sonra XXI dergisinin çıkmasını destekledi.
İş deneyimlerimin birikmeye başladığı o bol “deneyli” günlerde, yayın işleriyle ilişkili güzel anılarımdan biri 1997 yılbaşı öncesine ait. Özel müşterilere verilmek üzere basılan “Konak” isimli kitabın önüme gelişinin mutluluğu, gündüzlerin yetmeyip sabahlayarak tamamladığımız proje paftalarımın üzerindeydi. Ertesi gün bu kitapla ilgili üst yönetime yaptığım sunumu da unutamam. Kendilerinden çok daha genç bir meslektaşı dinlerken sergiledikleri beden dili bana kendimi değerli hissettirmişti. Bu “nezih” duruşları yaşadıktan sonra beni/bizi dinlemeye ne zamanı ne de tahammülü olan işveren tavırlarını kabullenmem çok güç…
Şanslı bir başlangıçtı benimkisi. İlk işimde bu kadar farklı ortamlarda bulunmak, yayıncılıkla tanışmak her genç mimara nasip olmaz. Bu sayede değişik ölçekteki mimari elemanları üretim yerlerinde inceledim; sergiler, fuarlar, basımevleri iş mekânlarım oldu. Fabrikada, şantiyede ya da mağazada yapılan katalog çekimleri mesleki olarak bana ne öğretti bilemiyorum ama mimarlığa bakışımı değiştirmiş ve “iletişim” becerilerimi geliştirmişti. O günkü şansım sürsün diye gönlüme yerleştirdiğim önderlerimin ve belleğime işlediğim deneyimlerimin izleri olarak o yayınları halen saklıyor, ofis kitaplığımdaki yerlerini özenle koruyorum.
Mimari yayınlar, ofisimi açtığım “çaylak” dönemlerimde de hep yanımdaydı. Ofisin en görünür yerlerinde, toplantı masasının, kahve sehpalarının üstünde bu dergileri adeta bir dekorasyon ögesi olarak kullanmıştım. İlginçtir, proje öncesindeki araştırma sürecinde ilham almak üzere kendim bu dergilere sıklıkla başvururken herhangi bir müşterim elinde dergiyle “bak böyle istiyorum işte” diye geldiğinde çok bozulurdum…
Akademisyenlik ve Dergilerle Olan Karşılıklı Yeni İlişki
Mimari yayınlarla olan “sıkı iş ilişkim”, akademisyenlik hayatımda “daha karşılıklı” bir biçime dönüştü. Onlar beni eğitmeye devam ederken ben de onların yardımıyla öğrencilerime önderlik etmeye çalışıyorum. Yapı katalogları, mimari ansiklopediler, standartlar, teknik kitapçıklar elimin altındaki kaynaklarım. Öğrencilik yıllarımda kitaplığıma dizilmiş birçok mesleki nitelikli yabancı kitap, güzel Türkçeleriyle başucumda artık. Yerli yabancı eski dergilerimi ise gözüm gibi koruyorum.
Projelerde öğrencilerime (y)öncülük edebilmek için süreli birçok yayını artık dijital ortamda takip ediyorum. Derginin kendisini elime almak yerine, bilgisayar ekranından çeviriyorum sayfaları. Bir arama motoru tarama yapıp doğrudan kaynağa götürebiliyor beni. Bazen eski tadını, kokusunu, yaprağın kenarının keskinliğini özlüyorum. Önemli yazıların altını çizememek, kaçırmamam gereken sayfaların köşelerini kıvıramamak, hatta sevdiğim fotoğrafları kesip panoma asamamak biraz sıkıcı gelebiliyor.
Sadece dergi ya da yayınlarda değil, çağın getirdiği yeniliklerle tüm “mimari paylaşım” biçimlerindeki bu değişimin birbiri içine girmiş olumlu ve olumsuz yönleri var.
Olumlu bulunabilecek ilk durum, dijitalleşmeyle mimari yayınların kolay ve eşitlikçi erişilebilir olmaları. Tek şart, hızlı bir internet. Arşivlenmiş ve paylaşıma açılmış birçok mimari yazılı eser, sesli bile dinlenebiliyor. Kullanım biçimindeki bu esneklik, ‘Evrensel Tasarım İlkeleri’ açısından yararlı bir gelişme.
Öte yandan bu yayınları dijital olarak izlemek zaman ve enerji kayıplarına sebep oluyor. Hızla artan bu zenginliğin içinde odaklanmak, kaybolmadan ilerlemek oldukça yorucu… Teknolojinin ilerlemesiyle hayatımıza yapılan tatlı dokunuşların bir anda bizi ona ‘tutsak’ hâle getirmesine izin vermemeli insan.
“Yorucu” ve “tutsak” kelimeleri bana ‘akademik hayat ve mimari yayınlar’ arasındaki ilişkinin başka bir boyutunu hatırlattı. Son yıllarda (bilimsel) mimari dergiler, akademide baskı unsuruna dönüşen bir konuya istemeden mekân oluyorlar. Üniversitelerde yapmanız beklenen birçok idari işin üstüne kısıtlı bir sürede “yayın çıkarmanız” ekleniyor. Aslında son derece keyif içinde yapılması gereken bu işler, yetişme/yetiştirme dertleri içinde “promotion/puan” yarışına dönüşüyor… Araştırma yapmak, derlemek, ‘özgün’ makale yazıp ‘uygun’ dergiye göndermek, yanıt beklemek, gelen yanıtları doğru algılayıp düzeltmek ve basıldıklarını görebilmek… Zaten uzun ve meşakkatli bir yol iken maalesef sağlıksız ve “bedelli” bir süreç oldu şimdilerde.
Bugün, Salgın Günlerinde İmdadıma Yetişen Mimari Yayınlar
Beklenmedik bir dönem içinde bulunduğumuz pandemi boyunca, herkes gibi ben de internetteydim. Sosyal mesafeli hayatımda sosyal medya oldu kurtarıcım. Gönlüm olmasa da gözüm doydu “beğen” tuşlarında. Pinterest’e bakıp tasarım yaptığını düşünenler kervanına ben de katıldım.
Bu tuhaf günlerde bilgisayar başında biriken kaygılarımı, bedensel yorgunluklarla atmaya çalıştım. Bol bol ortalık topladım, dolap tertipledim. Neyse ki dört duvar değildi içine kapandığım. Bahçemin gölgeli her köşesini okuma durakları olarak düzenledim. Ekranda izlediğim mimari platformlarda sırtlarını kitaplıklarına dayayanlara imrenerek ben de kitaplığımın tozlu raflarına el attım. Eski albümler, yıllıklar, andaçlar ve biriktirdiğim mimari dergilerim yetişti sıkıntıma.
Yani karantinanın iyilikleri de olmadı değil… Şimdiye dek beni hep beslemiş olan ailemin, komşularımın, hayvanlarımın yakınlığı enerjimi yeniden yükseltirken okumaya ayırdığım vaktim çokça arttı. Sıkıntıların yerini alabilecek yenilikler keşfettim zihnim için; kendimi bu uzun yazıya kaptırışım da bunlardan biri.
Mimari Dergiler için “Mimarca” Son Söz
80’lerin sonunda eğitim yıllarımda başlayan ve genellikle benim onlardan faydalandığım mimari yayınlarla olan ilişkim 30 yıldır sürüyor… Atilla Yücel’in “Mimarlık, bir yaşam biçimidir.” düşüncesine katılarak, mimarlık eğitiminin sınırsızlığı gibi, bu ilişkinin yaşam boyu devam ettiğini düşünüyorum. Onlar sayesinde okulda, işte, akademide edindiğim hoşluklar, yaşam birikimime dönüşmüş. Bu birikimin karşılığında, onların pınarına bir damlacık olmaya çalışıyorum şimdilerde. Kıbrıs’ta Mimarlar Odası Dergisi Mimarca’nın 90. sayısına ulaşmasının heyecanı da bana bir soluk oluyor Corona’nın henüz terk etmediği ülkemizde. “Mimarca” benim Kıbrıslı dostum!
İşte, kendi yaşamımdan aktardığım gibi “mimar(lık ) ve mimari yayınlar” arasındaki ilişki, kalıcı bir dostluk aslında. O yüzden yakınlıkları samimi olmalı. Bütüncül tavırlarla tüm taraflar birbirini tamamlamalı, desteklemeli.
Günümüzde her ikisinin paylaşım biçimleri değişse de birbirlerine olan karşılıklı gereksinmeleri azalmadı. Bu yazıda adı geçen dergilerin benim gibi sizin de kitaplığınızda yer alması ya da bir tuş ile hâlâ aynı dergilerin ziyaret edilebiliyor olması; diğer yandan onların da ancak mimarların proje ve düşüncelerine sahne olarak yaşamaları, bunun bir kanıtı.
Mimari dergiler, bizim sahnelerimiz; sahne dekorlarımız değil. ‘Sunum’ yerleri olarak kalmalı; “gösteri(ş)” platformlarına dönüşmemeliler. Tanıtıcı’ olurken ‘satışa araç’ olmamalılar. Bu kelimelerin argo anlamları ürkütücü. Öte yandan mimari dergilerin bu amaçlara hizmet vermesi de kaçınılmaz, o ince çizgiyi belirlemek oldukça güç. ‘Seçici ve nitelikli’ kalmayı becermek zor. Ancak en azından kurgusal ve/veya sanal olanın değil; “gerçeklerin paylaşımı” gerekli.
Asıl gerekli olan ise sadece biz mimarlar için değil, toplumumuz için mimarlık dergilerinin yaşaması. Onların varlığı, mimarlığı hâlen “iç mi dış mı” diye sorabilen insanlarımıza yanıttır. Virüsten çok daha hızla yayılan ve tehlikeli olan bu okuma tembelliğine karşı geleceğimiz için etik değerini yitirmeden sorgulamaya devam eden mimarlık dergileri sürmeli ve sürdürülmelidir!
Kıbrıs’tan Arkitera’ya Teşekkür
Bir yandan Kıbrıs’ın deli sıcağı diğer yandan yaz okulunda verdiğim “On-line” stüdyonun sıkıntısıyla çok uzadı bu yazı, farkındayım. Çizemediğim günlerde yazarak sığındığım “Arkitera”ya teşekkür ederek sonlandırmak istiyorum:
Yaşam dostluğun Covid-19’un nefesini hâlâ ensemizde hissettiğimiz günlerde ‘de soluğum’ oldu, teşekkürler…
Mimari yayınlara soluk verenler ise “Bir-Çok yaşasın!”