Şu İstanbul Neyin Başkenti

Rivayet olunur ki Napolyon bundan yaklaşık 200 yıl önce İstanbul için şöyle demiş:

“Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti kesinlikle İstanbul olurdu.”

Zatı muhterem gerçekten böyle bir kelam etmiş midir bilinmez; lakin İstanbul’un hepimizin gözünde çok özel bir yeri olduğuna da hiç kuşku yok..

Çünkü her şeyi öncelikle İstanbul’a yakıştırıyoruz. Sonra bir çırpıda diğer kentlerle yarıştırıp, sonucu baştan belli bu yarışta onu mutlaka bir şeylerin “başkenti” ilan ediyoruz.

Finansın, kültürün, tarihin, sanatın, turizmin, sporun, modanın başkenti gibi onlarca unvan saymak mümkün bu konuda.

Ne olacaksa “ennn ama ennn iyisi” olmalı İstanbul için. Çünkü tarih boyunca bu kadar çok insanı bir arada tutabilmiş bir tılsım var bu şehirde; bir garip kimya; ya da açıklanması pek kolay olmayan bir şeyler. İşte bu yüzden, ne dense yetersiz kalıyor.

Bizlerse gerçeklik duygumuzdan uzaklaşmaya öylesine hazırız ki, ne yapsak, ne söylesek yetinemiyoruz bir türlü. Gerçekçi soruları ise görmezden geliyoruz çoğu zaman. “Türk gibi başlamak” diye bir deyime konu olacak kadar güçlü bir heyecanımız var ne de olsa. Hele o heyecanla işe başlayalım, gerisi gelir elbette..

Gerçekten de öyle mi acaba?

Sahi, bir finans başkenti olmak için ne gerekir? Londra, New York, Hong Kong, Singapur, Tokyo, Zürih, Boston, Cenevre, Frankfurt ve Seul gibi şehirlerin adı önemli finans merkezleri arasında ilk sıralarda yer alırken, neden İstanbul ilk elli şehir arasında bile kendisine zar zor yer bulabiliyor?

Neden birileri İstanbul’u dünyanın finans başkenti yapacağız dediğinde yakın çevresindekiler avuçları patlarcasına alkışlarken, kimilerinin aklına ülke ekonomisinin dışarıdan gelen sıcak paraya olan bağımlılığı, gerçekleri yansıtmaktan uzak istatistikler, zırt pırt değişen yasal düzenlemeler, kişilere ya da belli çevrelere özel bazı ayrıcalıklı, hatta kanun dışı uygulamalar geliyor?

Neden birileri İstanbul’u kültür başkenti ilan ettiğinde yakın çevresindekiler “haklısınız efendim” derken, kimilerinin aklına İstanbul’da Osmanlı ya da Selçuklu olmayana karşı sergilenen hoyratlık, azınlıkların ve diğer toplumsal renklerin giderek daralan yaşam alanları, yok olmaya yüz tutmuş çok kültürlülük ve mimaride bile tasarımcıya dayatılan saçmalık ötesi Yeni Osmanlıcılık düşleri geliyor?

Neden birileri İstanbul’u sanatın başkenti ilan ettiğinde yakın çevresindekiler “siz en iyisini bilirsiniz efendim” derken, kimilerinin aklına sanat hayatının gittikçe çoraklaşan ve tek tipleşen yaşam alanı, ödenekleri kısılarak yok olmaya zorlanan sanat kurumları, telif haklarını korumak için bin türlü mücadele vermek zorunda kalan sanatçılar ve inanılmaz yetenekleri olsa da, bu alanda kendisine bir yol çizmeyi tercih etmeyen umutsuz gençler geliyor?

Neden birileri İstanbul’u turizmin başkenti ilan ettiğinde yakın çevresindekiler “bunu ne kadar da iyi düşündünüz efendim” derken, kimilerinin aklına gözden uzak köşelerde tecavüz edilen, kimi zaman da öldürülen turistler, yurt dışına bedavadan hallice satılan konaklama tesisleri ve esen yelden etkilenen bir garip turizm ortamı geliyor?

Neden birileri İstanbul’u sporun başkenti ilan ettiğinde yakın çevresindekiler “bu sefer olsa bari” derken, kimilerinin aklına ya hiç olmayan ya da doğru dürüst işletilemeyen spor tesisleri, rant uğruna feda edilmiş rekreatif alanlar, tutarlı ve istikrarlı bir yaklaşım yerine sportif başarıyı devşirme sporcularda arayan bir anlayış, olimpiyat vb büyük organizasyonları alabilmek için yapılan etik dışı manevralar geliyor?

Neden birileri İstanbul’u modanın başkenti ilan ettiğinde yakın çevresindekiler “bravo, işte böyle” derken, kimilerinin aklına giyimine kuşamına saçına sakalına kendisi karar veremeyen gençler, mahalle baskısı nedeniyle dilediği giysiyle ülkenin her yerinde özgürce dolaşamayan insanlar geliyor?

Geçmişten aldığımız referansla ve keyifle “büyük imparatorlukların başkenti olmuuuş” diye söze başlayarak tanımladığımız İstanbul için, bugüne dair söyleyebilecek nelerimiz var, Napolyon’dan tam 200 yıl sonra?

Sahi, bu kente ne yaptık biz elbirliğiyle?

Sanırım onu da kendimize benzettik sonunda.. Tembelliği, cehaleti ve fırsatçılığı bir büyük paye gibi üzerimizde taşımaya başladığımız günden bu yana İstanbul çok değişti.

Doğaya saygılı olamadan çevreci olanların, adam olamadan yönetici olanların elinde hoyratça tüketildi, hala tüketiliyor. Oysa İstanbul da hak ederdi, İstanbul’u çok sevenlerin karşılıksız sevgisini, her tür aşkta olduğu gibi.. Ne yazık ki, İstanbul’un geleceğine yön verme yetkisi ve becerisi olan hiç kimse, onu karşılıksız sevmedi..

İstanbul da bize benzedi sonunda.. Doğru dürüst işleyen bir kent bile olamadan metropol, hatta megapol oldu..

Hiç kuşkunuz olmasın ki, İstanbul artık aklınıza gelecek her şeyin dünya başkentidir..

Ama yalnızca desteksiz vatanseverliklerde, tutarsız düşlerde ve orantısız siyasi vaatlerde..

Etiketler

1 Yorum

Bir yanıt yazın