Bir kentli olarak yanıtlarını doğrusu çok merak ettiğim bir dizi soruyu aşağıda yerel yönetime iletmek için bu görüş yazısını paylaşıyorum.
Sorulardan önce kısa bir ‘usül’ ve pozisyon hatırlatması yapalım. Hukuki süreçlerinden geçirilen proje ve trafiği alta alma projesi ile parka yeni bir yapı yapma projesi, çevreyi kullananların, burada yaşayanların ve çalışanların görüşüne açılmadan kapalı kapılar ardında tamamlanmıştır. Kentli hakkına, kamu yararına ve sosyal devlet ruhuna aykırı bir uygulama sürecidir; parçası olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği’ndeki imar yasalarına / kamusal mekanlarının dönüşüm ruhuna karşı bir uygulamadır.
Sorulara geçecek olursak, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı’nda sizleri rahatsız eden nedir? Burada istemediğiniz nedir? Bu mekanları yoğun olarak kullananların, çevre sakinlerinin bu tür bir düzenlemeye gereksinimi mi vardır? Gezi Parkı’ndan başlayacak olursak, her yaştan ve sınıftan kentlinin rahatça girebildiği ve keyifle ya çok ucuza ya da ücretsiz kullanabildiği ender kentsel mekanlardan birini daha yok etme mantığının ardında nasıl bir kamu yararı yatmaktadır? Hadi diyelim hukuki süreçleri kapalı kapılar ardında tamamladığınıza göre uyguladınız. Peki nedir bu proje? Taksim’i Stalin döneminin soğuk, insan ölçeğini kat-be-kat aşan sevimsiz ortamına dönüştürecek proje fikri kimindir? Henri Prost Master Planı’nın (1937) estetik anlayışına, toplumsal katmanlarına ve işlevsel bir titizlikle gerçekleştirilen sokak / bina ilişkilerine insafsız bir darbe vuran tasarımcı, bürokrat ve yönetim grubunun kent kültürü bilgisi, kentsel bellek kavrayışı hiç mi yoktur? Hadi Prost’un kentin merkezi için kaleme aldığı altı ciltlik raporu ve eklerini hadi uzun oldukları için okumadınız diyelim. Ama kentin merkezine buldozerle dalmadan önce meydanın ve parkın kentsel yaşamdaki kritik önemi nedir? Buradaki toplumsal katmanlar nelerdir diye ne zaman soracaksınız?
Görsellik ve insan ölçeği üzerinden ele alınınca kurgulanan sözde yeni imgeler akla geliyor. İdeolojik olarak askeri vesayetten kurtulma sürecindeyken, yönetim nasıl bir düşünce sistematiğinden yola çıkarak yok edilmeye çalışılan gücün imgesini yeniden kentin merkezindeki kamusal mekana taşır? Neden 150 yıl öncesinin tınılarını, 21. Yüzyılın estetik anlayışına karşı olarak kamusal günlük hayatımızda egemen kılar? Hadi estetik ve kültürel birikim ve kentsel bellek açısından araştırma yok diyelim. Bu sefer de vahşi kapitalist mantık içinden bir kentleşme süreci yaratmanın hedefi nedir? Alt gelir grubunu sistematik olarak kent merkezinden sürme çabalarının yeni bir etabını mı yaşıyoruz? ABD’deki 1930’lerin kentleşme modellerini uygulayıp, insafsızca kentli aleyhine işleyen bir süreci başlatmak, sizi seçenleri rencide eden bu hoyrat yaklaşım seçmenlerinize nasıl anlatılabilir? Sadece vasıl grubun girebileceği, aşırı kontrollü, doğal ve kentsel çevre düşmanı kapalı bir tüketim mekanı oluşturmak hangi kentliye hizmettir? Uzun vadede nasıl bir kent merkezi yaratma hedefiniz vardır ve bu hedef hangi sosyal kesimin yararınadır?
“Kentli hakkı” üzerinden bir dizi soru daha gündeme taşınabilir. Tüm bu soruların ardından yıllardır bu parkı güvenl eve keyifle kullanan ve bu konuları çalışan bir eğitimci olarak kentin merkezinde, toplumsal ve tasarım düşlerinden arınmış, steril projeye ve emrivakilerle dolu kritik kentleşme sürecine sadece “yazık” diyebiliyorum.
1 Yorum
güzel bir yazı tebrikler .