Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi ile ilgili kişisel görüş

Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesinin tartışılması yaşamsal önem taşıyor.

Bu tartışmanın sonunda tüm tarafların tatmin olacağı bir toplumsal uzlaşı zemini bulunması yalnız bu vaka için değil daha önce tepki gösterilmiş ya da gösterilememiş tüm vakalar ve bundan sonra karşımıza çıkabilecek benzer vakaların sağlıklı bir biçimde sonuçlandırılabilmesi açısından çok önemli.

Tartışabilmek için ise önereceğim yöntem barışçıl bir yöntem: Karşılıklı empati kurmak.

Şu kabulle başlayalım: Bu öneri büyük bir iyi niyetle geliştirilmiştir. Taksim’in yaya öncelikli bir meydan haline gelmesi, ulaşımın düzenlenmesi, Kaybedilmiş bir kültürel miras unsurunun (fikrin esin kaynağı olan genç meslektaşlarımızın tabiriyle Hayal(et) Yapı’nın yani Topçu Kışla’sının) canlandırılması ve böylelikle oluşturulacak ek mekan potansiyeli ile de tüm bu sürecin finansmanın sağlanması amaçlanmaktadır.

Yukarıdaki paragrafta yer alan amaçlardan sadece birine (bir hayaletin yani bir ölünün canlandırılması) konuyla ilgili görüşüm çok net olduğu için itiraz edeceğim ama onun dışındaki tüm amaçlara katılabilirim:


Hayal-et Yapılar Sergisi / Taksim Kışlası senaryoları (Pattu Mimarlık Tasarım Araştırma)

Ölmüş yakınlarımızın yokluğu çok can yakıcı olsa da öldüklerini bile bile onları canlandırmaya çalışmanın -meşhur Frankenstein hikayesinde olduğu gibi- patolojik olduğuna kimse itiraz etmez sanırım. Öyleyse artık öldüğü kabul edilen bir yapıyı canlandırmaya çalışmak duygusal gerekçelerle açıklanamaz. Yani burada aslında yitirilmiş bir kültürel miras unsurunun yeniden kazanılması amacı pek inandırıcı değil. Kaldı ki yine söz konusu öneriye itiraz eden sağduyu sahibi her birey gibi ben de uluslararası otel zincirlerinin seri tecavüzüyle sürekliliği ve iflahı kesilmiş artık neredeyse varlığı sorgulanır hale gelmiş zavallı bir parka son darbenin vurulmasına değecek nasıl bir kamusal fayda getirecek bu hayalet bilemiyorum doğrusu. Bu arada canlandırılan hayalet’in bir askeri yapı olmasının mevcut siyasi iklim bağlamında ortaya çıkardığı simgesel çelişki de ayrı bir tartışma konusu olabilir.

Şehirler milyonlarca yıllık doğal süreç ve binlerce yıllık kültürel süreç ile biçimlenir. Bu biçimlenme süreklidir. III. Napolyon’un Baron Haussmann eliyle tümüyle yıkıp baştan inşa ettiği Paris gibi totaliter bir yaklaşım sonucu oluşan örnekler dışında hiyerarşik bir biçimde tepeden tabana değil tabandan tepeye bir yaklaşımla biçimlenir, yani tüm kuvvetlerin bileşkesiyle. Ortaya çıkan sonuçların iyiliği kötülüğü tartışılır ama gerçekliği bir başka deyişle sahiciliği tartışılmaz; Las Vegas’ın ya da Dubai’nin yapmacıklığının tartışılmayacağı gibi. I. Napolyon’un deyişiyle dünyanın tek ülke olması durumunda başkenti olacak denli güçlü bir imajı olan İstanbul’un bir yapma imaja gereksinimi yoktur.

Katılmadığım hususla ilgili kapsamlı eleştirimi yaptıktan sonra empati kurmaya devam edebilirim: Taksim şimdi olduğundan daha sorunsuz, daha sağlıklı bir kamusal mekan haline gelmeli. Bunda hepimiz hem fikiriz. Hemfikir olmadığımız husus ise bu amaca ulaşmak için izlenen yöntem. Bu noktada da kamu yöneticileri kamuyla empati kurmaya çalışırsa bu işi kolaylıkla çözeriz.

Bu ve bundan sonraki benzer vakalar için somut önerim çok basit ve sürdürülebilir: Taksim Meydanı ve ilişkili kentsel mekanlarla ilgili bir uluslararası yarışma açılması. Yakın geçmişimizdeki bazı sözde yarışmalarda olduğu gibi değil, UIA standartlarında, katılacakların önden seçilmediği değerlendirme süreci sonuna kadar anonim kaldığı gerçek bir yarışma! Eğer bu yarışmayı kamu adına yönetim yetkisi verilmiş kurumlar açmıyor, açamıyor, açmak istemiyorsa kamusal mekanın gerçek sahibi olan kamunun kendisi açsın. Bahane maliyet ise böyle bir yarışmaya jüri üyesi ya da yarışmacı olarak Türkiye’den ve dünyadan ödül / ücret beklemeden katılacak pek çok meslektaşımız olduğuna eminim.

Etiketler

2 yorum

  • omer-yilmaz says:

    Yüksel’in son paragrafı ne güzel bir öneridir. Buna benzer öneriler duyduk, dillendirildi ama hep bir “zaten biz yapmıştık, ona bakılsın” söylemi de yok değil.

    Bir soru oluşuyor: kamunun kendisi denilen özne kimdir, nasıl ortaya çıkar, kararlarını nasıl alır? Yarışma açılırsa ücretsiz de yapılabilir, bunun bir sakıncası yok, jüri, destekleyenler ve ilgilenen kimse ücret almaz; hatta bu yönüyle örnek bir ilk de oluşur. Ve hatta bunun sürüklenmesi için elimden geleni yapacağımı da bildirmek isterim. Fakat benim deyişimle birif’in nasıl hazırlanacağı; yarışmacıların söylemi ile yarışma ihtiyaç programının ne olacağı; daha üst ölçekten bakıldığında katılımcılığın nasıl sağlanacağı sorusunun çözülmesi lazım. Özne gerçek bir özneye dönüşemediği sürece yarışma da uygulamaya yönelik olamayabilir.

  • aslihan-senel says:

    Bu yazı eski ama facebookta yeniden gündeme gelince yorum yazmadan edemedim.

    Bir ölünün diriltilemeyeceği ve kamusal fayda gözetilmesi yorumlarına çok katılıyorum.

    Fakat bence yarışma devri geçmiştir diye de düşünüyorum. Özellikle Gezi Parkı gibi ortak bir alan için yarışma zayıf kalır. Taksim Platformunun da baştan beri savunduğu ve işgal eyleminin de gündeme getirmeye çalıştığı gibi “katılımcı bir tasarım süreci” gerektirmektedir.

    Çünkü Gezi Parkı bir müşterektir, kentlinindir. Yarışmalarda çıkan ürünler ise tasarım yapıldıktan sonra ve bir grup jürinin seçiminden sonra, ve hatta inşa edildikten sonra halka sunulmaktadır. Dolayısıyla tek bir tasarımcı/tasarımcı grubun üreteceği herhangi bir tasarım, parkı “bizim” yapmak için yetersiz gelmektedir. Müzakere içeren bir süreç yürütülmesi gerekmektedir. Bunun yollarını hep birlikte araştırmamız gerekir.

Bir yanıt yazın