"Tüm binaların içini fareler gibi kemirip özgün olanın yerine yeni işlevlere uyarlamakta bu milletten daha becerikli olanı var mı acaba?" diye sormak gerek öncelikle.
Yaşadığım bölgede (Levent) 1950’li yılların orta sınıf aileleri için konut olarak yapılmış mütevazı bir evin, önce kebapçıya, sonra mobilyacıya, sonra hayvan hastanesine, sonra anaokuluna, sonra reklam ajansına, en sonunda da hukuk bürosuna dönüştüğünü gördüm. Tabi her defasında tamir bahanesiyle biraz daha büyütülerek, yükseltilerek, özgünlüğü tümüyle yok edilene kadar.
Şimdi söz konusu edilen ve müthiş bir iktidar sorunu haline gelen “dershane”lerden de vardı bir ara buradaki evlere konuşlanan; o zamanlar “etüd evi” gibi de adlandırılıyorlardı galiba. Üzerlerinde herhangi bir denetim var mıydı bilemiyorum. Paralı mıydı, kiraları kim ödüyordu, iyi niyetli bir eğitim ve dayanışma projesi miydi, gizli gündemi var mıydı bilemem ama buralarda ders veren abiler ve gelip giden çocuklar pek sessiz, pek efendiydiler.
Biz konumuza dönelim: Böyle dinamik bir toplumun yaşadığı bu kentte (bu ülkede) bu tür dönüştürmeler, denetimli olduğu sürece masum birer örnektir. Özellikle yeni kentleşen ailelerin iş kurma ve metropoliten yaşamın çoğulluğundan yararlanma fırsatlar üretme konusunda ne denli istekli ve telaşlı olduğunu anlıyoruz. Bir dönem bu dinamizm ile baş edemeyen kent yönetimlerinin kent çeperlerinin, özellikle de sanayi bölgeleri çevrelerinin gecekondular ile kaplanmasını neredeyse teşvik ettiklerini artık biliyoruz.
Bu var olma ve yer kapma savaşı sürecinde iş kuran insanlarımız için, bırakın insani standartları, estetiği filan; çevre, güvenlik, toplumsal huzur benzeri kavramlar pek öncelikli değildir.
İstanbul’un bir zamanlar en değerli apartmanlarının bulunduğu kentin yüksek burjuvazisinin yerleştiği Şişli ve Bağdat Caddesi’nde, önceleri zemin katlarda başlayan ticari yapılanmanın zaman içinde kat kat tırmanarak neredeyse tüm binaları kapladığını görüyoruz. Bu arada bazen tüm bir cephe de fazlalıklarından arındırılıp vitrine dönüşebilir.
Bildiğimiz gibi, canı kebapçısına bir iki masa daha eklemek isteyen veya mutfağına yeni aldığı buzdolabını sığdıramayan gözü kara kimi vatandaşlar, acımadan taşıyıcı bir kolonu da kesiverirler.
Çok şöhretli bir uluslararası markanın İstanbul Etiler’de bir evden dönüştürülmüş restoranında yemek yerken dehşetle tüm taşıyıcı sistemin yok edildiğini görmüş ve o zamanlar “gurme yerler” konularında yazılar yazan, bir yazısında da bu restoranı sıkıca öven rahmeti Tuğrul Şavkay’a bir uyarı mektubu yazmıştım. Düşünsenize, siz kentteki en lezzetli makarnayı yerken deprem oluyor ve bir Pompei vatandaşı gibi makarnalarınızla birlikte betona gömülüyorsunuz!
Buralarda apartman dairesinden bırakın dershaneyi üniversite bile olabiliyor biliyorsunuz.
Benim bildiğim neredeyse tüm dershaneler de apartman dairelerinde, apartmandan bozma yerlerde, en iyisinden iş hanlarında konuşlanmış durumdalar. Bu iş hanlarını kimler yaptıysa gerçekten bravo doğrusu; şimdilerde Karaköy, Fındıklı çevresindekiler otele, Beyoğlu çevresindekiler kültür merkezine, tiyatroya, Beşiktaş ve Kadıköy’dekiler ise kolayca dershaneye dönüşebiliyor.
Aslında bu iyi çünkü bir biçimde bu işlevlerin modası bir biçimde geçer de bunlar kapatılırlarsa barınaklar-kabuklar kolaylıkla başka şeylere de dönüşebilecekler demek ki.
Buradan, biz mimarlar için bir ders çıkarmak gerekirse, derim ki “olabildiğince dönüştürülebilir, boş binalar yapmalı”.
Eğitim sisteminin zavallılığının veya ortaöğretim-üniversite sınav sisteminin vahşetinin yarattığı dershanecilik ise zaman içinde adeta bir sektöre dönüştü. Bu süreçte sektör elbette kendi güçlü örgütlerini ve lobisini de oluşturdu. Dershaneden bolca para kazanıp liseye hatta üniversiteye dönüşen dev markalar oluştu. Kimileri ne yazık ki niteliksiz birer ticarethane olarak kalan dershaneler bir yana denetimli, nitelikli olanlarının aslında işe yaradığını da inkâr edemiyorum. Şahsen üniversite sınavlarına girmeden önce “acceleration”a ivme dendiğini çok kısa bir süreliğine gittiğim bir dershanede öğrenmiştim.
Daha önemli bir şey söyleyerek bilineni yineleyeyim: Milyonlarca genci ve milyarlarca lirayı ilgilendiren böyle bir alanda, böylesine oynak (aslında manipülatif) kurumsallaşmamış bir eğitim ve sınav sistemi sürdükçe elbette bu türden tampon mekanizmalar da türeyecektir.
Malumun ilanı olarak belirteyim, bakınız termodinamik kuralları… O da nedir diyenler termodinamiği öğrenmek için iyi bir dershaneye gidiversinler.
Aslında dershane mimarisi konuşmak abesle iştigaldir ve durum, değerli hocamız Mübeccel Kıray’ın deyişiyle “Tampon Mekanizmalar”dan ibarettir.
Ben de “Tampon Mekanizmalar için Tapon Binalar yeterlidir” diyeyim bari.
Son bir not: Mimarlar bu işe de mi karışmalı, ne zor işimiz!