Ulucami'nin minarelerinin gölgesinde ince belli bardakta usul usul yudumlanan çay ve Carrefour Starbucks'ta otoparkın yanında battal boy bardakta içilen latte... İşte tarih ve şehrin bir araya gelerek kurguladığı yaşantılardaki muazzam gerilimi.
Tarih; stabil, durağan, geçmişte kalan, geleceğe ulaşamayan… Derler ya “tarih olmak”. İşte öyle. Ama durağan vaktin şahitleri ulaşır geleceğe. Şehri oluşturan binalar; evler, camiler, hamamlar, hanlar, çarşılar, sokaklar… Ve tabi fikirler…
Şehir; dinamik, gelişen, gelişirken değişen, bozulan, sürekli değişken… İnsanlar, görüşler, fikirler, nihayetinde binalar; evler, camiler, sokaklar… Ama bu değişim güçlü temellere bağlanmayınca sürekli hatalar yapan, hataların üstünü hatalarla kapatarak dönüşen, gelişimi yine başka hataları doğuran. Bu kadar kötü mü tablo peki? Sonuçlara bakıldığında maalesef evet. Şehircilik anlayışı hala insanın fıtri ihtiyaçlarını ve isteklerini bulamadan, şehevi arzu ve amaçlarla sarılmış halde.
Bursa, antedinde “ilk Osmanlı Başkenti” sıfatını taşır. İlk olan. Yani kuruluşundaki bütün düşünce ve hislerin henüz zamanla değişim göstermediği… Ertuğrul Gazi’nin rüyasının etkisinin hala devam ederek asırlar öncesinden gelen Peygamber övgüsüne nail olacağı bir Fatih yetiştiren… Başka bir tabirle, o imani aşkın kalplerden geçerek yaşantıyı kuşattığı ve bu kuşatmayı her köşesinde, her mekanında hissettiren… Hatta bu hislerin zedelenmemesi için Osmanlı’nın ilerleyen süreçlerde dahi şehre müdahale etmekten kaçındığı… Ve bu yönde okunması gereken bir şehir. Yapılarda da bu iman aşkının zuhur ettiği izler mevcut elbet. Yapılarda ve yapıları bir araya getiren sokaklarda.
Şimdi tarih ve şehir arasındaki ruh inceliklerini okumalı. İkisinde de hakim ruhu keşfetmeli.
Kale sokak isimli bir sokak var Bursa’da. Tophane yamacına çıkıp (yeniden yapılan) Saltanat Kapıdan geçince sağda, arada. Ağırlıklı olarak Osmanlı döneminden ahşap yapıların olduğu, aracın az yayaların rahat olduğu… Bir ucunda Şehadet Camii, diğer ucunda perspektiften görünen Ulu Camii Minaresi, kayrak taşlı zemini, her birisi farklı ve değişken öklidyen formlara sahip cumbaları, bahçeli evleri ve bahçelerinden taşan yeşil dalları… Yani zevkle geçilen, bir şekilde denk getirilip tekrar tekrar geçilen bir sokak. Turgut Cansever’in dediği gibi “Bir Cennet tasavvuru”.
Hemen paralelinde ise bir cadde. Ortapazar Caddesi. Bitişik nizam yüksek katlı binaların, zoraki bırakılan ve bu sebeple ışık almayan ve yine bu sebeple çöplüğe dönen arka bahçelerin olduğu… Caddeden yürüyenlere bir şey düşündürmekten ziyade özellikle düşündürtmeyen, konut yoğunluğundan mütevellit caddenin her iki tarafının araçlarla kuşatıldığı… Yani hem yayalar hem de araçlar için bir an önce bitirip kurtulmaya çalışılan bir cadde…
Ve bir ev. Yine aynı bölgede. Hisar içinde, iç sokaklarda, sokakların birleştiği köşeyi tutan bir ev. 65 m2 arsa içinde 45 m2 bina yapılırken 20 m2 bahçe bırakılan. Ama öyle arka tarafta kalacak şekilde kör izbe değil. Sokağa açılan yüksek duvarlarla. Yani bahçeyi önemseyen bir ev. Bahçe ve binaya adaletle yaklaşan, tek bir aileye ait olan ve aileye özel bir bahçe sunan bir ev. 3 katlı.
Toplamda kullanım alanı ancak 150 m2. Ama ölçeğiyle koca bir aileyi içinde barındırdığı belli. Köşeyi tutmasından kaynaklı açılı (taş) duvarların üst katlarda dik açılı (ahşap) duvarlarla birleştiren*, ortaya çıkan farklılıkları verev balkonlarıyla, her iki sokağa olan çıkmalarıyla avantaja çeviren ve dar alanda muazzam bir mimari ortaya koyan… Estetik güzelliğiyle sokaktan geçenlerin göz hakkını da unutmayan bir ev.
Hemen yanındaki bitişik nizam apartmanlar. Kat yüksekliğini düşürerek aynı saçak hizasına 4 kat sığdırmış, düz cepheli, düz balkonlu. Ne farklılaşan ne de standart ölçülere kavuşan pencereleriyle sadece göz yoran. Toplamda 4’er aileye barınma yeri olmasına karşın bahçeyi ihtiyaçtan görmeyen. Alanı büyük olmasına karşın sokağa hiçbir estetik cephe sunma gayretinde olmayan. Sadece barınma ihtiyacını arsanın şekli ve konumu elverdiğince her bir köşesini odaya katıp tıkıştırarak sağlayan. “Ne kadar bağımsız bölüm o kadar aile. Ne kadar aile o kadar ticaret. Ne kadar ticaret o kadar iyi bir bina” bakış açısıyla yapılmış. Geleceğe beton yığını olmaktan başka hiçbir şey bırakmayan bir yapı.
Hatta yaşantıdan bir kesit. Emir Han’ın avlusunda oturup Ulucami’nin minarelerinin gölgesinde ince belli bardakta usul usul yudumlanan çay. Ve Carrefour StarBucks’ta otoparkın yanında, geçen araçlarla hemzemin, battal boy bardakta içilen latte… Ve daha birçok karşılaştırmayla…
İşte tarih ve şehrin bir araya gelerek kurguladığı yaşantılardaki muazzam gerilimi. Bir yanda tarihin sakinliği, diğer yanda şehrin (nereye götürdüğü belli olmayan) azgın dalgaları… Zihniyetlerin değişimi, bakış açılarındaki farklılıklar…
* Turgut Cansever’in betimlemesindeki yerel ile evrenselin birleşmesine örnek teşkil eder.