Desen isteyen müşteriye desen, “Selçuklu gibi” isteyene, “Osmanlı gibi” isteyene istediğini bilinçsizce çizmek, istemeyene öylesine, ne çıkarsa bırakmak, kent için iyi olan mı? bilemiyorum.
Sivas Caddesi
Olmak ile oluşmak arasında bir fark var; zaman farkı… Zamanın geçmesi ile bir bütünlüğe ulaşan, hatta hiç bir zaman tamamlanmış olmayan, sürekli değişmeye ve dönüşmeye, her süreçte bir yeni olmaya aday / açık olanlar, bu süreç içinde oluşmuş varsayılır. Kentler, özellikle tarih içinde önceden beri varlığını sürdüren kentler, bu değişme, dönüşme ve her seferinde yeniden bir bütün olma durumunu birebir yaşarlar. Kentin kimliğini oluşturan, bu “zaman içinde kabuk değiştirme” döngüsü, kentin katmanlı yapısını ortaya koyarak dinamik ve sürprizlerle dolu bir deneyim sunar.
Kentin dönüşüp değişmesine sebep olan en önemli etmenlerden biri şüphesiz, belli aralıklarla kente dönemin ihtiyaçları ve tarzı ile müdahale eden plan kararlarıdır. Bu kararlar kent içinde o döneme ait yapıların belli benzerlikler ile yapılmasına sebep olur. Bu benzerlikler kent içinde belli dönemlere ait yapıların fark edilmesine, gruplamalar yapılabilmesine ve hatta Lynch’in bahsettiği anlamda bölgeler oluşmasına sebep olur. Bu gruplanmalar, kentin okunabilirliği ve imgelenebilirliği konusunda önemli bir yer tutar.
Kayseri Sahabiye Mahallesi, çoğunlukla eski yerleşimi olmayan bir alan olmasından dolayı plan kararları ile gelişen bir kent parçası olarak, bu kararların etkilerini kent içinde ortaya koymak, ispatlamak, varlığını hatırlatmak gibi bir görevi de üstlenmiştir. Bu bölgede, 44 planı, 75 planı hem mahallenin genel dokusundan hem de görünüşlerden okunabilir. Benzer bir şekilde, Sivas Caddesi de kentin büyümesi sonucunda, boş alan üzerinde git gide uzayan bir yapıya sahiptir. 60lar, 70ler ve 80lerdeki cephe tasarımı anlayışının/ modasının değişimi, bu cadde üzerinden fark edilebilir. 90lardaki plan değişikliğini, caddenin doğuya doğru geliştiği alanda yer alan Alparslan Mahallesi’nin dokusundan okuyabiliriz. Buradaki doku, caddenin daha önce gelişen bölümlerinde yoktur. Keşke, bulvar haline getirilmesi için yapılan genişletme çalışmalarında, meydana daha yakın olan ve eski Kayseri vernaküler dokusuna örnek olan konutlar da yıkılmasaydı… O dönemin yaşantısını hatırlatan doku / malzeme / cephe detayları da cadde içinde var olsaydı. Kayseri şehir planının kronolojik değişimini, gelişimini görebilsek, teşhis edebilsek, deneyimleyebilseydik.
Benzer bir tartışma Ankara Kızılay Meydanı için de anlatılır. Ankara’nın kentsel gelişimini inceleyen / izleyenler, Kızılay’ın üç kere yıkılıp tekrar yapıldığını kendi gözleri ile görebilecekleri bir yenilenme hızından bahsederler. Bu yıkıp yapma alışkanlığı, kentlerin hikayelerini duymamıza engel oluyor. Ancak araştırma yapan, derinlemesine bakan kişilerin yayınları ya da hala hayatta olan eski kullanıcıların hatıraları, konu ile ilgilenenleri aydınlatıyor. Kentlerimiz kendilerine ait tarihsel katmanlarını yitiriyor, basitleşiyor, yüzeyselleşiyor ve sıradanlaşıyor.
Bu katmanlı durum doğal olarak, tek elden çıkmış, bir bütün olarak tasarlanmış, aynı anda yapılmış olanın sadeliği, yüzeyselliği ve kolay anlaşılırlığına benzemeyen, karmaşık bir yapısal varlık ortaya koyar. Karmaşıklık üst düzey bir çözümleme gerektiren bir durumdur. Yeteri kadar bilgisi olmayanlar karmaşıklık içindeki düzeni, zenginliği, dinamikliği algılamayabilirler. Bu durumda karışık olarak algılanması ve sadeleştirince ya da tek tipleştirince daha kolay algılanacağını sanmak olasıdır. Oysa sadeleştirmek, bu yapının sunduğu bilgi ve değerlerin bir kısmını yok etmek anlamına geldiği için zaten zor anlaşılan bütünün bir kısım özelliklerini eksiltmek olacak ve daha karışık bir durum yaratacaktır. Basitleştirmenin olanaksızlığını yeterince anlamayan / anlamazdan gelen yerel yönetimler, köklü bir soruna yüzeysel çözümler üreterek genel kullanıcıdan kentin zenginliğini esirger duruma düşebilirler. Bu gibi derin kimlik sorunları, kent ile ilgili plan kararları alınırken; kişilere, parsellere, ranta, taleplere ve emsallere göre hareket edilerek münferit ve kentin bütününü etkileyecek inisiyatiflerde bulunmadan, geniş katılımlı komisyonlarca ve gerektiğinde uzun süreli kararsızlıklara tolerans göstererek çözüme ulaştırılmalıdır. Hızlı karar verme süreçleri, kentin dinamik yapısını algılamak konusunda yetersiz kalmakta, yüzeysel çözümler üreterek kentte bir kimlik sorununa yol açmaktadır.
Eskiyi taklit ederek yok edilen tarih geri gelmeyecektir. Boyayarak, cilalayarak, planlarla yaratılan düzensizlik kamufle edilemeyecektir. Sürekli yeni yaparak yaşanmışlık / köklülük / aidiyet / birlik / beraberlik sağlanamayacaktır. Kent içi araç trafiğini hızlandırarak kentli yaşantısı pekiştirilemeyecektir. Yarı açık mekanlar oluşturulmadıkça, kent içinde etkin yeşil alanlar artırılmadıkça, yaya trafiği zenginleştirilmedikçe kentlinin hareketi, kapalı, tam kontrollü alışveriş merkezlerinin dışına çıkamayacaktır…
Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nin, kenti “güzelleştirmek” ile görevli birimi Estetik Kurulu’nun (öğrencilerimizi estetik sözcüğünü dikkatli kullanmaları için uyarıyoruz, bence belediyeler de öyle davranmalı) kararı ile kent merkezinde bir kaplama uygulaması yapıldı. Bu uygulama, Kayseri Cumhuriyet Meydanı ve çevresinde cephelerin çok düzensiz ve karışık olduğu ve bu düzensizliği “güzelleştirmek” gerekliliği düşüncesi ile, yapı cephelerinin hepsini benzer bir malzeme ile kaplama üzerinde yoğunlaştı. Süreç olarak da oldukça sorunlu ve demokratik olmayan bir uygulama olmasının dışında, kent meydanını oturma odası mantığında düzenleme çabası, akademik açıdan pek de başarılı görünmüyor. Bu uygulama, meydanın mekânsal sorunlarını göz ardı eden ve yüzeysel bir fikir olmasına rağmen, iyimser bir başlangıç olarak görülebilir olsa bile, kent sorunlarına başarılı bir çözüm getirmekten uzak kalmıştır. Kentin gündelik kullanıcısı tarafından da olumlu geri dönüşleri olmaması, uygulamanın belediyecilik açısından da beklenen başarıya ulaşamadığını ortaya koymaktadır.
Bu uygulamanın farklı yönlerden sorunlarını da ortaya koyarak anlamaya çalışmak, kent için nasıl bir etkide bulunduğunu irdelemek gerekir. Öncelikle, Kayseri Cumhuriyet Meydanı sınırları tam belli olmayan, mekânsal olarak tanımlılığı / algılanabilirliği sürekli sorgulanan, büyüklüğü nedeniyle hem trafik açısından hem de deneyimsel olarak parçalanamayan / tanımlı bölümlere ayrılamayan bir yapıya sahiptir. “Meydan ve çevresi” tanımı geniş bir alanı çağrıştırdığı için, projenin kapsamı belirsiz kaldı. Böylelikle git gide uzayan, genişleyen ve nerdeyse bütün Cumhuriyet Mahallesi ve yakındaki mahalleleri kapsayan bir cephe kaplama işine girişildi. Bir ara bütün Kayseri’yi kaplayacaklar zannettik. Neyse ki o şekilde olmadı.
Ayrıca meydana cephe ve aslında karakter veren yapıların en etkilileri ve meydanın sınırları arasında da en belirleyici olanları tarihi yapılardı. Kayseri Kalesi, Kurşunlu Camii, Kapalı Çarşı ve “yeterince” tarihi olmayan ama en büyük ve hükmedici olanlar olarak Bürüngüz Camii ve Kayseri Valiliği, neyse ki kaplama gerekliliği gösteren yapılar arasına girmedi. Bu bağlamda, bu cephe kaplama seferberliği, meydan tarafından az görünür bir durumda kalakaldı. İşin aslı, Kayseri’de bazı caddelerdeki cepheler benzer bir kaplama ile yeniden düzenlendi; bir getiri olarak, bu arada mantolama işi halledilmiş oldu.
Bu kadar fazla yüzeyi kaplama durumu olunca, malzemede biraz çeşitlenmeye gidildi. İlk yapılan bölgelerde sadece krem rengi bir kaplama malzemesi kullanılırken, daha sonra farklı renkler işin içine girdi; birkaç ton kahverengi, hafif eflatun, yeşilimsi, ve belki göremediğim başka renk alternatifleri kullanıldı. Ana caddeye yönelik bir güzelleştirme düşünüldüğü için bazı yapıların farklı caddelere bakan cepheleri farklı ele alındı; bir cephesi yeşil, bir cephesi kahverengi yapılar oluştu. Nerelerin renklendirileceği her yapı için özel olarak tasarlanmadığı için, her yapıda tuhaf yerler renklendirilmiş oldu. Cephe kaplamasının “güzelliğine” güzellik katıldı.
Bunların dışında, ekonomik / hukuki olarak nasıl işlediği ile ilgili bir yorumda bulunmayacağım, ancak mal sahiplerine söz hakkı tanımaksızın – malzeme kullanımı ve yapımcı seçimi gibi – yaptırımcı bir zorunluluk uygulandığını biliyorum. Bu bağlamda orijinalinde özenilerek farklı malzemelerle kaplanmış olan ya da tasarlanmış cepheler bile sentetik kalitesiz bir malzeme ile kaplandı, “güzel” oldu. Yapımdaki özensizlikler, denizlik, çatı, köşe detaylarındaki çözümsüzlükler tartışılamaz bile.
Bütün bunların sonucunda ne elde edildi diye bakılmaya çalışılabilir. Sadece cephe kaplamaları benzediği için meydan ya da bu caddeler daha düzenli ya da daha az karmaşık olmadı. Her yaştan insana turuncu gömlek giydirerek bu kişiler aynı yaşta demek gibi bir şey yapılan. Bir yapmacıklık durumu oluştu, kentin sokakları iç mekan gibi ele alınmış oldu, katmanlı yapısı bozuldu, sürprizleri yok oldu…
90larda belediyenin, cephe için “beyaz / krem rengi ve tonlarında olacaktır” diye bir kısıtlaması vardı. O zamanlar da, bu uygulamanın mimarın tasarım özgürlüğüne vurulmuş bir darbe olduğunu düşünürdüm. Renk kullanmak için imar müdürü ile pazarlık etmek gerekirdi. Ama mimarlar olarak külahı önümüze koyup kendimizi de sorgulayabilmemiz gerek. Kaç mimar cephe tasarlıyor acaba? Bütün bu karışık/ düzensiz görüntünün sebebi mimarların tasarım işini ciddiye almamaları da olabilir mi? Desen isteyen müşteriye desen, “Selçuklu gibi” isteyene, “Osmanlı gibi” isteyene istediğini bilinçsiz çizmek, istemeyene öylesine, ne çıkarsa bırakmak, kent için iyi olan mı? bilemiyorum.
Kent mekanının tarihsel sürekliliği, eski ve yeni kullanıcı için sahiplenme duygusunu ve kentli davranışını pekiştirmek açısından önemli bir yere sahiptir. Mekanın belli bir an için var olmadığını, eski ile yeni arasında köprü görevi gördüğünü durmadan hatırlamak, bu sürekliliği yaşamak ve yaşatmak açısından önemli görünüyor. Var olanın yanında nasıl bir tavır alacağımız, şu anda yeni olan tasarımların daha sonra yapılanlara etki edeceği sorunsalı ve bu durumun sürekliliği ile birlikte düşünülmelidir. Kent mekanı, bir anda ve tek elden çıkmasa da bir bütün olarak algılanır. Tasarımcılar bunun sonradan basit düzenlemelerle sağlanamayacağı gerçeği ve sorumluluğu ile yüzleşmek zorundadır.
3 yorum
Yerel yönetimin tutumu bana Alice harikalar ülkesindeki kupa kraliçesini hatırlattı. Kraliçe kırmızı gül sevdiği için tüm beyaz güller kırmızıya boyanıyordu.
Soruna biçimsel olarak yaklaşıldığı sürece üretilen çözümler de yapay kalacaktır. Doğada yürüyüşe çıktığınızda gözlemlediğiniz bir koruluğun veya dalış yaptığınızda karşınıza çıkan balık kümelerinin biçimlerinin estetik gelmeme ihtimali var mıdır? Doğallıktan uzak, varoluşsal neden barındırmayan her kavram yapay veya çirkin gelir. Bu noktada belki de yerel yönetimlerin kısa vadeli bir çözüm girişimi olan ürüne dönüşmüş süreçlere müdahale etmekten çok, tasarım süreçlerinde yapıların nic(t)eliğini vurgulayacağı birtakım önlemler alması gerekiyor. Bu şekilde elde edilecek çıktılar ile , bugün değil ama birkaç nesil sonra karşılaşacağımız kentsel dokuların düzeltilmeye ihtiyacı kalmayacaktır.
bana öyle geliyor ki; bir ara bizi de ‘kapladılar’ 🙂 teşekkürler…
Alper Bey’e cevaben…
Yorumunuzun anafikrine katılmamam imkansız ancak bazı şeyleri derinleştirelim.
Bahsettiğiniz kötü mimarlıkları üreten mimarlar ya bilgi eksikliği ya da hassasiyet yoksunluğu nedeniyle bu üretimleri yapıyor. Ancak bilgisiz ya da yetisiz olmak onların suçu değil; bilgisiz ve yetisiz bu gergedenları okuldan mezun etmek, ve mezun olan herkese imza yetkisi vermek düpedüz aptallık.
Kentlerin bu halde olmasının ilk nedeni mimarlar değil, yönetimler. Sınırlar/esneklikler, politikalar kentlerin şekillenmesinde esas. Bin yıl önce de böyleydi. İkinci sırada ise bahsettiğim gibi gergedanlara diploma vermeye odaklanmış kurgu ve bu kurgunun ahmak aktörleri geliyor. Sağlık sektöründe doktorun, hukuk sisteminde avukatın ne kadar suçu varsa inşaat sektöründe de mimarın o kadar var.