Türkiye’de uzun zamandır tarih ve geçmiş popülizmi bunun sonucunda da bir nostalji üretimi göze çarpıyor. Geleneksel konutlar,eski ibadethaneler, kale içleri hiç olmadıkları kadar popüler. Bir zamanlar kentlerin metruk, eski, varoş diye tabir edilen alanları şu an bir zenginlik, mükemmellik abidesi gibi görülüyor.
Diyarbakır Suriçi’ne bu bakış ne zaman değişti bilinmez ama şu an gelinen noktada Suriçi’nin popülerleşmesinin boyutları çok büyük. Hemen hemen girdiğiniz her sokakta Diyarbakır evinden dönüşmüş bir kafe görebilirsiniz. Kahvaltının ve geleneksel kahvelerin hayli tüketildiği bu mekanlarda hafta sonları tek bir boş yer dahi bulamazsınız. Mekanın kullanıcılarına bu alanları neden tercih ettiklerini sorduğunuzda ise geleneksellik, eski evlerin harikalığı, eski Diyarbakır’ın güzelliği, sokakların tarih kokması gibi cevaplar alırsınız.
Anlaşılıyor ki zihinler, Diyarbakır evlerine ve taş sokaklara bakarak bir anlam, bir kimlik olgusu üretiyor. Bu bir Diyarbakır, Diyarbakırlılık kimliğidir. Günümüz Türkiye’sinde geçmişin ve geçmişe dair her şeyin kusursuz ve olması gerekenin olmuş hali gibi zannedilmesinden dolayı bu Diyarbakırlılık kimliği zihinlerde simli ve ışıltılı bir halde var oluyor.
Bu durum sadece zihinlerde oluşmuş bir algı olarak kalmaz. Bu kadar yüceltilmiş ve popülerleşmiş bir kimlik olgusu kaçınılmaz olarak pragmatizmle buluşur çünkü günümüz dünyasında yüceltilen bir şeyden fayda sağlamamak ancak aptallık olabilir. Kapitalizm tam bu noktada devreye girer ve bu yaratılmış kimlik olgusunu alıp bir pazar değerine dönüştürür. Bir tişörtün bile bir kimlik atfedilip,bir amblem yapıştırıldığında 5 katı fiyatına satıldığı dünyada tabi ki Diyarbakırlılık kimliği yapıştırılmış bir kafe çok daha popüler ve özel bir mekana dönüşecektir.
Bu dönüşüm hemen hemen Suriçi’nde her sokakta görülür. Tarihe saygı, tarihi koruma bilinciyle dönüştürüldüğü iddia edilen bu yapılar artık sadece bir tüketim nesnesidir. Kullanıcılar da bu mekanlara giderek Diyarbakırlılık, otantiklik, geleneksellik kimliklerinden nasiplenirler. Geçmişle mekan üzerinden bir bağ kurduklarını düşünüp bir tatmin yaşarlar. Mekan artık kendisinden daha yüce bir şeyi, bir kimliği anlatmaktadır. Bir dekora dönüşmüşür.
Tüm bunlar yaşanırken Suriçi’nin daimi kullanıcıları(konut kullanıcıları, esnaflar) bu yeniden üretilen mekanlarla ilişki kuramazlar. O kahvaltıcılarda kahvaltı yapıp, o kafelerde kahve içmezler. Suriçi’nin bu dönüşümü bir yaşam alanından ziyade bir pazar üretir.
Suriçinde hala bir dekor olmaksızın günlük hayatın içine dahil olan alanlar yok mudur, elbette vardır. Ulu Cami, Ulu Cami önündeki küçük meydan, Gazi ve Melik Ahmet Paşa caddesindeki dükkanlar, Balıkçılarbaşı, Vakıflar Hanı kimlik sosuna bulanmadan aktif kullanımını sürdürebilmiştir. Fakat tüm bu örneklere rağmen bir Diyarbakır evinin çağdaş insanın ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde restore edilip, yorumlanmaya çalışıldığı görülmez.Hasbelkader bir kamu binasına dönüştürülmüş bir iki yapı dışında (Ahmed Arif Müze Kütüphanesi) başka bir dönüştürülmüş örnek yoktur.
Sonuç olarak üretilmiş kimlikler ve anlamlar üzerinden yaşadığımız günümüz dünyasında mimarlığın ve kentin de bu olgulara bulaşmadan varlığını sürdürmesi elbette beklenemez. Gerçekleştirilen her eylem bir anlam yaratmak ve bu anlam üzerinden fayda sağlamak içindir. Bu sebepten, Suriçi’nde Diyarbakır Evleri’nin oluşturduğu konut stoğunun iklime göre tasarlanmış olup enerji tasarrufu sağlaması gibi sadece hayatın kendisiyle ilgili durumlar, bizim gibi tüm yaşam algısı kimlikler ve anlamlar üzerinden oluşmuş toplumlarda bir saçmalıktan ibarettir.