Taşeronluk Hakkında Bir Yazı

"Öldürmeyeceksin ama yaşatmayacaksın da" Sanırım taşeronluğun günümüzdeki anafikri de bu idi...

Mimarlıktan yeni mezun oluğum zamanlarda Rusya’da bir şantiyeye giderken, babam kullanmadığı dizüstü bilgisayarını bana vermişti. Bilgisayarı kurcalarken eski dosyalarda bir yazı dikkatimi çekmişti. Yazıda bazı işleri taşere etmenin gerekliliğinden bahsediliyordu. Bu yazı babam tarafından çalıştığı şirketin patronlarına hitaben yazılmıştı.

1970’lerde mimar olarak işe başlamış olan babam, ilk olarak Taksim The Marmara Oteli, o zamanki ismiyle Intercontinental inşaatı ince işler mimarı olarak görev almış, daha sonraları yurtdışı ve yurtiçinde çeşitli inşaat şirketlerinde yöneticilik yapmış tecrübeli bir şantiye mimarı idi.

Güncel bir konu olduğu için benim de aklıma o yazı geldi. “Neden taşeronluk gerekli?” diye sordum ve taşeronluk konusunda bir yazı yazmasını rica ettim kendisinden, sonuçta aşağıdaki yazı ortaya çıktı.

“Taşeron – aslı tacheron (Fransızca) – kurumunun ne zaman ortaya çıktığı belli değil. Ama M.S. 575 gibi kabul edilen Orhun anıtlarının, tonlarca ağırlıktaki taşlarını taşınıp, getirilmesi ve üzerlerine yazılarının yazılmasını aynı kişilerin yapması pek olası değil. Keza Ermeni ve Selçuklu yapıtlarındaki taş işlemelerin de konusunda ustalaşmış ayrı sanatçılar tarafından yapılması mantıklı. Bugünkü anlamda ilk kiliselerin M.S 500lü yıllarda inşaatı, freskleri, ikonları, çanları ile bir elden çıktığı da olası değil,

Bunlar bir nevi taşeronluk olarak kabul edilebilir

Bugüne gelince:

Taşeron yapılanması devamlılık arz etmeyen örneğin inşaat sektöründe bir gerekliliktir ancak belediyelerin temizlik, itfaiye hizmetlerinde, maden ocaklarında, ulaşım ve güvenlik hizmetleri gibi devamlılık arz eden sektörlerde gereksizdir. Tamamen belli bir yandaş kesimine iş ve kazanç yaratmak için siyasidir veya yasalar tam olarak uygulanmadığından, dolayısıyla çalışanların sosyal hakları olmadığından işveren için ekonomiktir.

Devamlılık arz etmeyen inşaat sektörü

İnşaat sektörü devamlılık arz etmez, bu bütün dünyada da böyledir.

1. Yüklenici bir firma elindeki işleri bitirir ve belli bir süre iş alamaz veya elindeki işler devam ederken yeni işler alabilir. Yeni bir iş alamadığı takdirde, teknik ve idari kadrosunu dağıtmadan bir süre ücretlerini ödeyebilir ama yüzlerce işçinin ücretini aylarca ödeyemez, elindeki iş devam ederken yeni iş aldığı takdirde ise elindeki işçi gücü yetmeyecektir.

2. İnşaat, özellikle bina inşaatı en az 15-20 hatta daha özel yapılarda 15-30 gibi değişik imalatları kapsar. Bir yüklenicinin bu kadar çeşitli, konusunda kalifiye elemanı ve bu imalatların gerektirdiği ekipmanı bünyesinde tutması mantıksız hatta olanaksızdır. Ayrıca bunlar örneğin 24 aylık bir inşaat sürecinde fasılalarla 3-4 ay çalışacaklardır.

3. Değişik imalat kapsamında kazı, kazık gibi özel makine ve teçhizat gerektirenler ve kapı pencere, su ve ses yalıtımı, asma tavan, yükseltilmiş döşeme, sabit mobilya, metal işleri, döşeme, duvar kaplamaları için uzmanlaşmış firmalar gereklidir.

4. Mekanik ve elektrik tesisatları, asansör, yürüyen merdiven, bant başlı başına ayrı bir konudur. Yüklenici firmanın bu disiplinleri bünyesine alması olanaksızdır. Ancak nükleer santral yüklenicisi gibi birkaç sayılı firmanın (örneğin Alman KWU) belki güvenlik nedenleriyle tüm elektro-mekanik grubu kendi bünyesindedir (yıl 1976-78)

5. Mekanik, elektrik, asansör gibi taşeron firmalar genellikle malzemeli işçilik yaparlar. Aynen yüklenici gibi ay sonunda hakediş düzenler ve fatura keserek paralarını alırlar. Ancak firma olarak değil, şahıs olarak sadece işçilik taşeronluğu yapanlar fatura kesemezler, kesse bile malzeme gideri olmadığından kazandığı paranın tümü kâr görüleceğinden %50’ye yakın gelir vergisi ödeyecektir. Yüklenici zaten sigorta yönünden de bu şekildeki taşeron işçilerini asgari ücretten kendi bordrosuna alır, sigorta primlerini yatırır, ay sonunda taşeronun hak ettiği ile yüklenici tarafından taşeron işçilerine ödenen arasındaki fark taşerona açıktan ödenir. Bu da naylon fatura denen kanunsuzluğa yol açar, yüklenici açıktan ödediği parayı gider gösterebilmek için sahte faturalar toplar.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen her nasılsa inşaat sektörünün taşeronluğu bir disipline girmiştir.

Devamlılık arz eden sektörler

Bunlarda inşaat sektöründeki gibi iş bitti veya birkaç iş birden çıktı gibi bir durum olmadığından, taşeron çalıştırmak yukarıda belirtildiği gibi ya siyasidir ya ekonomiktir.

1. Belediyelerin bazı hizmetleri taşeronlara vermesi (İtfaiye, temizlik gibi) siyasi tercihtir veya sigortasız, sosyal hakları kısıtlı, sendikalaşma hakkı olmayan kişiler yönetimlere ekonomik gelmektedir. Bu kişilerin kanuna başvurduğu bile pek görülmemiştir, ihbar, kıdem tazminatı alıp almadıkları da meçhuldür (Örnek: 1980’li yıllarda İstanbul Belediyesi’nde bugün olduğu gibi kaldırım yenileme faaliyeti başladı, yani yıllarca kullanılan kaldırımlar söküldü, yerine kilit taşlı kaldırımlar yapıldı ve bunların tümü taşeronlar tarafından yapıldı. Şekil şu idi: Güneydoğu Anadolu’dan tenteli dorseler ile işçi getiriliyor, şehrin varoşlarında eski, kullanılmayan ahır veya benzeri yerler bulunuyor, gelen bu insanlar oralarda yatıyor, kendi yemeğini pişiriyor, kamyonlarla çalıştıkları mahallere getirilip götürülüyordu. Sigorta, sağlık, günde 8 saat çalışma, fazla mesai yoktu).

2. Maden ocaklarının özelleştirilmesi ve özelleştikten sonra işçilerin taşeron olarak çalıştırılmasının rezilliği Soma faciasında iyice ortaya çıkmıştır, burada tekrar etmeye gerek yoktur.

Devlet işletmelerinin özel sektöre verilmesinin birçok sakıncası yanında, gözden kaçan bir şey daha var. Kömürm işletmeleri, Etibank, Sümerbank vs gibi şirketler çalıştırdıkları personelin okula giden çocuklarına burs veriyor. Bu burs lisede başlıyor, üniversitede devam ediyor.”

Yazısının sonunda birçok inşaat şirketinde genel müdürlük yapmış olan inşaat mühendisi bir arkadaşının Tavşanlı Kömür İşletmeleri’nin bursu ile okumuş olduğundan bahsediyor. Benim de aklıma Maslak’ta yapılan gökdelenler geliyor. “Bir insana yatırım yapmak mı önemli yoksa birkaç metrekare fazladan inşaat yapmak mı?” diye düşünüyorum. Daha sonradan kendi çalıştığım şantiyede, kendisi de taşeronluktan gelme olan patronun bana taşeronlar hakkında söylediği sözü hiç unutmuyorum :

“Öldürmeyeceksin ama yaşatmayacaksın da” demişti. Sanırım taşeronluğun günümüzdeki anafikri de bu idi.

Etiketler

Bir yanıt yazın