Archiprix, çok mimarlık, az biraz durum değerlendirmesi.
Yeni mezun aday adayı, çok öğrenci, az biraz mimar olmaya çalışan biri olarak azıcık serzenişte bulunacağım izninizle.
Kafama ağır modernizm attılar. Ağzım burnum dağıldı, yılmadım. Maket bıçağının ucunun kırılabildiğini öğrendiğim bir kuruma saygısızlık edemezdim. “Less is more”u ayet bellettiler. Yılmadım. “Az iyidir ya vallaha” filan dedim.
“Kemik gözlük; abartılı cümleler; iddialı yapılar; mega mega egolar” dediler. “İyi” dedim “olur ben köşede beklerim”. “Yeşili akıt, kamusal alan yaz aşırı kolektif olacak, yeni moda bu, sosyalizmden dem vur canım işin albenisi bu” dediler. “Ay olmaz mı kız dedim, saçım sarı gözüm mavi güzelliğim Avrupai en albenilisi benim” dedim. Yılmadım.
Ama 4 Aralık 2015… Çizdim oynamıyorum (!)
Malumunuz Archiprix – TR Mimarlık Öğrencileri Bitirme Projesi Ulusal Yarışması bu sene 20 yaşına girdi. İşte tam 4 Aralık 2015’te ödül töreni, bir kubbenin dörtte biri kadar da kolokyumu oldu.
Archiprix – TR Grubu’nun Amaçları:
3.1. Genç ve yetenekli mimarlara meslek icrası için şans oluşturmak,
3.2. Türkiye’deki Mimarlık öğretim kurumları arasında rekabeti arttırmak ve kurumların eğitim kalitesini tartışma ortamı yaratmak,
3.3. Bu alanda faaliyet gösteren firmalara, daha iyi genç yetenekleri bulma şansı sağlamak,
3.4.Türkiye’de Mimarlık mesleğinin kamuya tanıtımı ile itibarının yükselmesine katkıda bulunmak,
3.5. Uygulama alanı ile okulların karşılıklı ilişkisini güçlendirmek için ortam yaratmaktır.
Bu amaçlara binaen her sene Archiprix – TR Mimarlık Öğrencileri Bitirme Projesi Ulusal Yarışması açılır. Çünkü bitirme projesi artık senin nasıl bir öğrenci olduğunu değil nasıl bir mimar olacağını gösteren ID karttır. Önemlidir.
Ulusal platformda bir ses getirilebilmesi, eleştirebilmesi, üzerine konuşulabilmesi büyük bir şanstır.
Sitesinde 2004 tarihine kadar ödül alan ve katılan projeleri görmeniz ve incelemeniz mümkündür. Bu projeler arasında kabataslak kısa bir değerlendirme yaparsak 2004 den bu yana verilen 99 ödülün 38’nin başlığı müze ve kültür merkezi, 4 tane kütüphane projesi, 2 tane de hastane projesi var. Son birkaç yılda deneysel projelerde yer almaya başlamış.
Giderek artan kültürümüzü bitirme projelerimizde aşırı yansıtıyoruz anlaşılan. Kültürümüzün temeli müze tasarlamak, müze tasarlamak, en güzel müze tasarlamak. Ama öğrenci olarak bir sır vermem gerekirse müze yapmaya bayılırız. Harika efektli renderlar alır, plan çözümünde sıkıntıya düşersek “Amaaaan geçici sergi alanı yaz gitsin” diye telkinde bulunuruz birbirimize. Vaziyet ölçeğinde de bulduğumuz yere “hobaa kamusal alan hehe” deriz köşelere çekiliriz. Aşırı tatlı yani.
Gelin görün ki gündelik hayat pratiği Henri Lefebvre’den birkaç alıntı yapmadan öteye gidemedi aramızda. Tam da felaketler üzerine felaketleri yaşarken. Mülteci sorunu, yaşama hakkı, savaş, kentsel dönüşüm. Hamurumuza ağır ağır bir güzel katılmış bu sorunların içerisinde biz hala şık kabuk tasarımları, harika müzeler üzerinden mimariyi değerlendiriyoruz. Ee, “Ekmek yoksa pasta yesinler.”
Gelelim 4 Aralık Archiprix 2015 kolokyumuna:
Kolokyum moderatörlüğünü jüri başkanı Nur Çağlar yaptı. Çalışma sürecinin nasıl zorlu geçtiğinden, 170 projenin hepsini en ince ayrıntısına kadar değerlendirdiklerinden bahsetti.
Ardından sözü Kerem Yazgan aldı. Kerem Bey öğrencileri beğenmemişti “Nerede kesitiniz, görüşünüz?” dedi. Klasik sunum dilinden vazgeçmeyin diye uyarıda bulundu. Birinciyle ikincinin arasında kaldıklarını söyledi. Ama birinci projede araştırma ve yapma tekniğinin gelişmiş olduğundan bahsetti.
Sonra Brigitte Weber söz aldı. “Bütün jüri üyeleri arkadaşlarımdan farklı olarak ben bu yarışmaya katılan arkadaşları öğrenci değil birer mimar olarak değerlendiriyorum” dedi. “Less is more’ cümlesini ve söyleyen mimarı unutmayın” dedi.
Ardından Alexandros Kallegias söz aldı. Birinci projenin etkilerinden bahsetti. Memnundu. “Less is more bazen ‘bore’dur” diyerek Brigitte Weber’e göz kırptı.
Raportör Işıl Ruhi Sipahioğlu ise “Etkileyemezdim ama gönlüm hep birinciden yanaydı” dedi.
Sonra sorulara geçildi.
Ön saflardan bir katılımcı “Birinciyi birinci; ikinciyi ikinci yapan nedir?” diye bir soru yöneltti.
Bu soruda aklımda kalan Kerem Yazgan’ın cevabıydı. “Birinci konteksti konusunda zayıf kalmıştı, nerede olduğu belli değildi ama…”
Sonuç olarak hala biçim biçim biçim konuşuyorduk. Kentte girdisi, sosyal sorumluluğu, gündelik hayattaki yeri ve duruşu. Sanırım ben 6. Senelik öğrencilik hayatımda her şeyi yanlış anlamıştım. Nefes nefese kaldım. “Lan bi de bunları anlamak için 6 sene daha mı okuyacağım? ” dedim ve parmak kaldırdım. “Sorum var, sorum var”
“Mimarlık şık bir kütle mi? Mimaride yaşantıyı yok mu sayıyoruz artık?” dedim. Telaşlıydım, bi 6 sene daha okursam ailemin beni evlatlık vereceğinden korkuyordum. Ve devam ettim “ödüle layık görülen projelerden anladığım.” Kerem Yazgan gerçi soruma cevap vermişti ama ben emin olmak için soruyordum. “Konteks bu kadar önemsiz mi kentte, dokunuşu hep mi yok sayılmalı yapıların? Bununla paralel olarak mimari hünerlerimizi sadece müzelerde mi gösterebiliyoruz ki ödüller hep müze projelerine gidiyor. Yaşantı pratiğini en iyi müzelerde mi algılayabiliriz?” Vs vs… heyecandan gerisini hatırlamıyorum.
Alexandros Kallegias beni sanırım dil farkından dolayı yanlış anladı. Gündelik hayat dedim bana dedi ki mimarlığın tüm gücünü müzelerde gösterebilirsin fark etmez ki yaşantı dedim kendisinden cevap alamadım ya da ben kaçırdım özür diliyorum aklımda hala evlatlık verilme mevzusu vardır.
Brigitte Weber “Bir mimari nesne illa kentle bir bütün halinde olmak zorunda değil heykelsi olarak da kendini var edebilir örneğin Frank Gehry’nin Bilbao’daki müzesi. Kentin turizm yönünde bir simgesi haline geldi. Bunu unutmamak, es geçmemek gerekir,” dedi.
Bu sırada ben 3 kulhu 1 less is more okuyordum (ki Brigitte Weber 10 dakika önce kendisi hatırlatmıştı bana).
Kerem Yazgan cevap vermedi sıra Nur Çağlar’a geçti “Bu sene gönderilen projelerin yüzde 70’i müze projesiydi. Bizde ilk başta bu durumu yadırgadık. Çünkü müze bir mimarın yapmaya çoğu zaman fırsat bulamadığı bir yapı türü. Örneğin Brigitte hiç müze yapamadı. Ama her şeye rağmen ben seçilen projeden aşırı mutluyum,” diye sorumu yanıtladı.
Ben hala anlamamıştım, önümde 6 sene ve üvey bir aile var mı yok mu diye. Konunun sadece müze üzerinden ilerlemesi benim hatam mıydı -ki kendimi iyi anlatamamış olmamdan kaynaklı- bilemiyorum. Lakin kafamda şu tür deli sorularla yalnız kalmıştım:
1. Önceden de belirttiğim gibi yaşanılan şartlar ve değişen dünya çapında bizde mimarlık eğitimi alanında atölye konularında bir reforma gitmemiz gerekmez mi?
2. Yarışmalar bunun yolunu açmayacaksa reform nereden ve nasıl başlayabilir?
Takip ettiğim kadarıyla uluslararası yarışma örnekleri (özellikle öğrenci bazlı yarışmalar) felaket senaryoları, kentsel dönüşümler üzerine yoğunlaşıyor. Peki, Türkiye tüm bunların içerisindeyken mimarlık ortamı bu duruma neden bu kadar uzak?
3. Bir kenti, kent yaşamını, politik yönünü ele almadan bir yapı nasıl kendini var eder: Heykelsi olarak mı? Turizm simgesi; tüketim nesnesi olarak mı?
4. Mimarin rolü sadece elitist varlığını koruyup hayattan elini ayağını çekip ne kadar hünerli olduğunu mu göstermek?
Bu sorularım burada dursun. Belki ilerleyen vakitlerde bir büyüğüm kulağımı büker de ben de cevap bulurum. Zira yarışma ortamları henüz bu konuda tatmin eden cevaplar vermedi şu zaman kadar. Archiprix 2015’ten ümitliydim ama olamadı.
“Birinci ya da ikinci proje için oy kullanmak. İşte orada hayat görüşü devreye giriyor. Hayatı nasıl anlamlandırdığınız…” Kerem Yazgan birinci projenin seçimi sürecinde böyle bir cümle kurdu. Aslında ben de konuya aynı böyle yaklaşıyordum. Bu seneki jüri üyelerini düşününce ortaya çıkardıkları mimari ürünler Ankara’da çok hissedilir düzeyde. Mesela Eskişehir yolu. Albenili şık rezidanslar; alışveriş merkezleri. Ve benim hayat görüşüm Eskişehir yolundan en kısa sürede kaçmak üzerine.
Daha yirmili yaşlardayız. Yeni mezunuz. Dünyayı değiştirebileceğimiz yalanına az biraz inanıyoruz. Bu kadar elitizm ve hayattan kopuk alana nasıl; ne ara girdik bilmiyorum. Yanılıyorumdur belki ama dediğim gibi Archiprix 2015 kolokyumu bu konuda kalbimi kırdı. Şimdi en çok ben müzeyim, buyurun kanıtı.
4 yorum
“Maket bıçağının ucunun kırılabildiğini öğrendiğim yer”de kopmuşum, (ki daha başlarda) sonra “Kulhu” ile aslında koltukta oturmadığımı farkettim.
Bu sayfalarda nice sağlam mimarlık felsefe parçalamaları geçti ama ben bu kadar “oturaklı” yazı beklemiyorum.
(Aferdersiniz) Yuh, yani çok iyi.
Yazınız çok iyi.
Yarışmalardan kopamayan ve her yarışma sonrası, daha sonuçlar açıklanmamışken,
“Kentsel dönüşüm ayağıyla özel izin aldığından artık günün her saati yolları kapatan, trafiği mahveden, sarı renge boyanmış sertleştirilmiş çelikten yapılma kasasıyla her sokakta dört beş yık-yap apartmanına hizmet veren hafriyat kamyonlarını istiap haddini aşacak kadar dolduran moloz ve atık gibi çevreyi kirleten, işe yaramaz ve ağır”
yorgunluk ve bitkinliğin,
yarışma raportlüğüne gönderdiğimiz önerideki mimari özmemnunluğumuz sebebiyke kifayetsiz kaldığımızdan
“uzun süre yarışmaya girmem artık”
sözünü verdiğimiz halde akabinde olmadık yarışmalara hazırlanırken sözkonusu vallabilla’yı ayaklar altına aldığımız doğrudur.
Ki siz de alacak gibi görünüyorsunuz bu uzaklıktan.
Müze konusu seçilir, öğrenciler yarıştırılır. Ödül alanlar sevinir, facebook’ta paylaşılır alamanyanlar zorlama bir modernlikle diğerlerini kutlar ve ertesi yıl yine müze konusu verilir.
Herkes de bu problemin kahrolası fedareller yüzünden ortaya çıktığına kani olduğunda topluca bir rahatlık sarsar bedenimizi.
Sizi anlıyorum ama ben kendi çaremi bulamadım kelliğime.
Dediğim gibi sürümden sadece krem üreticileri kazanır ha bir de her dönem müze konusu veren mimarlık hocaları. (Ben dahil)
Tebrik etmiş miydim sizi yazınızdan ötürü. Ha yok. Tebrikler o zaman.
🙂
Ahmet kesinlikle sana katılıyorum, özellikle “Kulhu” yorumuna bayıldım 🙂
Selim Bey’in aksine bu mizahın kesinlikle gerekli olduğuna inanıyorum.
Kimi ulusal profesyonel yarışma kolokyumlarında jüri başkanı ya da üyelerinin prof. ünvanına sığınıp ‘bizce en iyisi buydu, ondan seçtik’ havasında saçma açıklamalarına katlanıyoruz da, yeni mezun meslektaşımızın bu mizahi eleştirisine mi katlanamayacağız? Keşke Türkiye’de mimarlıktaki tüm saygısızlıklar bu seviyede yapılıyor olsaydı.
Mimarlığın ne olduğunu bence iliklerine kadar öğrenmişsiniz ,sadece maket bıçağının kırılabildiğini değil yani…Dünyayı değiştirebileceğinize eminim..Tebrikler ,güzel yazı…