Pabucu dama kim atsın?*
Nereden çıkmış bu deyim? Hikaye şu: Bugünkü “gözden düşme” anlamı malum. Ortaçağda, zanaatkarlar -demirciler, marangozlar, bakırcılar, saraçlar, çömlekçiler, duvarcılar, terziler – işlerinde bir kusur olduğu zaman bağlı oldukları lonca, o atölyenin mallarını (pabucu) dama (hapse) atma yani bir depoda saklı tutma cezası verebiliyormuş, burada kritik nokta cezanın ne olduğu kadar, kimin tarafından verildiği de. Her şeyden önce doğrudan zanaatkara değil, temsili de olsa nesneye veriliyor. Usta, belirli bir süre mallarının tasarrufunu kaybetmekle dolaylı olarak cezalandırılmış oluyor; ama kendisi, mesela fiziksel bir ceza (hapis,falaka vs.) almadığı gibi, alet edevatına, evine veya tarlasına da el konmuyor. Tabii zanaattan men edilmek veya faaliyetini kısıtlamak gibi cezalar da yerine/zamanına göre mümkün. Dolayısıyla kusur, o işi yapmakta olanlarca saptanıp karşılığı veriliyor.
Meselenin bir başka kritik noktası da şu: Loncalar, mesela sendikalar gibi, üyelerinin hakkını koruma refleksi ile davranmıyorlar. Tersine, o zanaat kolunun standartlarının yüksekte tutulması ve dejenere olmamasının bekçiliğini üstleniyorlar. Peki, bir iş/zanaat koluna en çok kim hasar verebilir? Tabii ki işin içinde olanlar, yani o işi yapanlar, yani loncanın üyeleri; dolayısıyla lonca zanaat kolunu bizzat kendi üyelerine karşı korumuş oluyor. Burada ortak çıkar iş kolunun prestijini yüksek tutmak olarak tanımlanıyor, teker teker üyelerin değil.**
O kadar ki, nüfusu büyük oranda tüccar ve zanaatkarlardan oluştuğuna göre Ortaçağ kent kültürünün iş yapma adabı ve etiği***, bu ilişki zemini üzerine kurulu olacak kadar belirleyici bir toplumsal sözleşme konusu olmuştur; tabi, zanaat loncaları kadar tüccar loncalarının da önemini ihmal etmemek kaydıyla. Ortaçağ kentsel üretim ve dolaşımının bu iki sınıfın elinde olması nedeniyle onların bir arada durma şekli, toplumun da harcının temel maddesini oluşturabiliyordu.
Zamanla bazı iş kolları daha prestijli konumlara geçerek meslekleşmeye ve kollarını üretim sürecinden çekmeye başladılar: Ressam, heykeltraş gibi sanatkarlarla, duvarcı loncası menşeli mimarlık ve asker menşeli mühendislik kolları, hekimlik ve avukatlık gibi yine kafa emeği esaslı mesleklerle beraber toplumun soy veya siyasi erk değil, iş esaslı ayrıcalıklı tabakalarını oluşturdular. Menşei buralara dayanmasa da bu mesleki ehliyet verme işlevi, üniversite ve yüksek okulları popülerleştirip nüfusun geneline yayıcı bir etkide bulundu. Esasen üniversitelerin akademik özerkliği de loncaların üyelerinin meslekleriyle ilişkileriyle ilgili kararları alma tasarrufu geleneğinden kaynaklanan, kent toplumunun yani sivil toplumun olmazsa olmaz ilkesine dayanır: Bu ilkeye göre zanaatı, mesleği temsil eden kurumun üyelerinin o iş koluyla ilişkilerini serbestçe düzenlemek gene o iş kolundan insanları bir arada tutan kurumun tasarrufundadır; tıpkı akademik unvanların bizzat üniversitenin kendisi tarafından verilebilmesi gibi. Tabi bu, istediklerini keyiflerince uygulayacakları anlamına gelmez; zanaatın/mesleğin standardını yüksekte tutmak amacıyla önceden konmuş kurallar çerçevesinde olur. Ayrıca doğrudan toplumun genelinin ya da temsilcilerinin elinde bulunması gereken istisnai tasarruf kerteleri de yok değildir. Mesela, içerikleri doğrudan toplum sözleşmesi anlamına gelmekle doğrudan siyasetin alanına girdikleri için yasa, anayasa vs. metinler o bölümde tahsil görüp baro üyesi oldukları için avukatların tekelinde olamaz. Avukatlar, ancak kendi iş yapma prosedürlerini ve kurallarını saptayıp mesleği gözeten barolar aracılığıyla veya bireysel olarak siyasi arenaya katılırlar. Aynı şekilde hekimlerin odası da üyelerinin toplumla ilişkisini değil, onların iş yapma kurallarını regüle etmekle görevlidir. Mesela ordunun içindeki ilişki ve statüler de sadece ordu kademelerine bırakılamaz çünkü toplumun tümü adına silah bulundurup kullanma tekeline ve yetkisine sahiptir ve o yetki de toplum sözleşmesinin tüm muhatapları tarafından ikna edici biçimde kullanılmak zorundadır.
Bu anlamda seçilmiş temsilcilerin hukukun ve ordunun işleyişine karışmaları sadece hakları değil görevleridir de. Aynı şekilde, oda, baro vs. zanaat/meslek örgütlerinin işlevleri de üyelerinin iş koluyla ilişkisini regüle etmek ve denetlemekle ve de üyelerinin, o işte olmak dolayısıyla kullanmaları gereken siyasi iradelerini kullanmaktır. Bu perspektifte pek çok yaygın kanaat geçerliliğini yitiriyor. Mesela siyasetin yasama aracılığıyla hukuka ve orduya karışması gerekliliği; tam tersine hukuk ve silah kullanma yetkisinin kendisi doğrudan siyasal alana girdiklerinden bu söylem de tamamen geçersizdir. Öte yandan oda, baro gibi kuruluşlar da o iş kolu ve onu uygulayan üyeleri adına kararlar almakla siyasi faaliyette bulunmak zorundadırlar; dolayısıyla, odalar siyaset yapıyor diye eleştirmek yerine vazifelerini yaptıklarını düşünmek gerekir. Aynı şekilde imar yasaları ve planlarının yapılıp uygulanması ile ilgili kararlar da sadece mimar ve plancılara bırakılamaz; çünkü inşaat ve imar işleri de bir tür hak paylaşım ve kamu asayişi düzeni konusu olduklarından sadece bir meslek örgütü ve üyelerinin tekelinde kalamayacak paylaşımı gerekli bir tasarruf türüdür. Ya da birkaç kez altını çizdiğim gibi meslek örgütü, üyenin değil iş kolunun koruyucusudur.
Dolayısıyla “Oda, siyaset yapacağına üyelerin hakkını korusun!” baştan sona geçersiz bir taleptir. Ama odaların da işlevlerini büyük projelerin adli kurumlardaki takipçiliğiyle sınırlamayıp daha hakiki, ciddi ve toplumsal/kamusal sorunların hassas noktalarına dokunan şekilde siyaset yapmaları gerekir ki bu çerçevede Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin siyasi, mesleki ve kamusal imkan ve tecrübelerini DirenGezi**** hareketinin hizmetine koşması ve önderlik kaldırmayan bir kalkışmaya, koordine edici bir işlevle davranıp destek olması tam da odanın asli görevleri arasındadır. Burada inisiyatif kullanan Mücella Yapıcı ve arkadaşlarının örnek tutumlarına destek vermek gerekir kanısındayım. Aynı şekilde oda yönetimlerinin 70’lerde gecekondulaşma sürecini alternatif bir kollektivite içinde sürdüren Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne***** ve katılımcı süreçlerden beslenen bir yerel doğrudan demokrasi girişimi ve deneyimi olarak Fatsa Belediyesi’ne verdiği destekler iyi bilinmesi ve Oda geleneğinde ayrıcalıklı yer edinmesi gereken örnek tutumlardır.
Bugün iktidar, Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme süreci içinde aktif roller alarak deneyim biriktirmiş kurumlardan yararlanmayı bilmeyerek, bu eylem sırasında bıkıp usanmadan yenilerini eklediği sakarlıklar zincirinin son halkası olarak da TMMOB ve meslek örgütlerinin mesleki denetim yetkisini kaldırıp merkezi otoriteye bağlamaya cüret etmekle sadece merkeziyetçi bir tutum sergilemekle kalmayıp, yüzyılları devirip, yerindeliğini kanıtlamış, kullanışlı ve iyi iş dünyasının örf, adet ve ananelerine zemin teşkil etmiş, bir arada tutmuş bir geleneği çiğnemiş; dolayısıyla da iş dünyasının ahlaki dengelerini de riske atmıştır. Bir gelenek, bir tecrübe bir kez unutuldu mu bir daha hatırlamanın ne kadar zahmetli olacağını başka yerlerden daha az bildiğimizi kimse iddia edemez herhalde.
* İhsan Bilgin’in uzun metni, Arkitera.com’un TMMOB yetki değişiklikleri hakkında yazılı görüş talebimiz üzerine kendisi tarafından bize iletilmiş ve tarafımızca yayınlanmıştır.
** Bu noktada Türkiye’de bu ilkelerle bir mesleki örgütlenme oluşturulup bu doğrultuda bilinçli bir yönetim deneyimi yaşatmak için çok çaba sarf eden ve yasal zorlama yerine gönüllü birliğe dayanması nedeniyle Serbest Mimarlar Derneğini bu doğrultuda çalıştırmak üzere ciddi bir uğraşı vermiş Umut İnan’aatıf yapmak gerekiyor…
*** normatif ahlak kuralları anlamında değil,”iyi yaşama” adet ve alışkanlıkları pratiği anlamında etik.
**** 1920’lerde devletini kuran Türkiye halkı DirenGezi’ye kadar milli spor müsabakaları dışında devletten ve ideolojisinden ayrı bir konuda birlikte hissedip davrandığı bir pratik içinde olmamış, DirenGezi ile şuurlu bir inisiyatifle hareket edebilme bakımından da “sivil toplum” olma özgüveni ile davranabildiğini göstermiş. “vesayet”e ihtiyaç duymadığını vekillerinin siyasi kararlılığından sonra bu kez de dolaysızca kanıtlamıştır. O nedenle de olur-olmaz ve içi boşaltılmış şekilde kullanılmasına artık iyice alıştığımız demokratikleşme eğiliminin tarihsel olarak da belirleyici bir kertesi anlamına geldiğini söylemek yanlış olmaz.
***** bkz.Aslan, Şükrü;1 Mayıs Mahallesi:1980 Öncesi Toplumsal Mücadeleler ve Kent
4 yorum
Bugün iktidar, Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme süreci içinde aktif roller alarak deneyim biriktirmiş :)))))
Fotoğraftan anlaşılması olanaksız ama mesaj sahibi belli ki genç; Ama öte yandan da DirenGezi’nin ruhuna sadık bir 90 kuşağı temsilcisi de değil. Çünkü,çok genç olmasa 60 ve 70’lerin oda pratiğine zaten vakıf olurdu; Direngezi’yi sürükleyen ortalama 90 kuşağı temsilcisi de ne denmek istendiğini anlamak için, doğrudan referans verilen, Fatsa ve 1Mayıs mah. deneyimleri için ya arama motoruna veya referans verilen kaynağa bakarak ne dendiğini anlamaya çalışır, hatta “doğrudan demokrasi” ve “alternatif” kavramlarının içerik referanslarına aşina olacağı için zaten ne kastedildiğini anlar ve ne dendiğini anlamaya çalışmayan bu kadar klişe bir yorumla yetinemezdi.
İkinci kez okuyunca farkettim ki durum meğer daha da vahimmiş tarih ve , içerikten habersiz olmanın yanı sıra cümleler arasındaki süreklilik bağlarını izleyemeyerek imla hatası olmayan bir paragrafı anlayamamakmış: paragraf aynen şöyleydi: “Bugün iktidar, Türkiye’nin modernleşme ve demokratikleşme süreci içinde aktif roller alarak deneyim biriktirmiş kurumlardan yararlanmayı bilmeyerek, bu eylem sırasında bıkıp usanmadan yenilerini eklediği sakarlıklar zincirinin son halkası olarak da TMMOB ve meslek örgütlerinin mesleki denetim yetkisini kaldırıp merkezi otoriteye bağlamaya cüret etmekle sadece merkeziyetçi bir tutum sergilemekle kalmayıp, yüzyılları devirip, yerindeliğini kanıtlamış, kullanışlı ve iyi iş dünyasının örf, adet ve ananelerine zemin teşkil etmiş, bir arada tutmuş bir geleneği çiğnemiş; dolayısıyla da iş dünyasının ahlaki dengelerini de riske atmıştır.Bir gelenek,bir tecrübe bir kez unutuldu mu bir daha hatırlamanın ne kadar zahmetli olacağını başka yerlerden daha az bildiğimizi kimse iddia edemez herhalde.” İktidar ile iktidarın yararlanmadığı kurumlar arasında sayılan TMMOB’nin birbirine karıştığı aşikar
Dolayısıyla kuşak meselesi de gündemden düşüyor çünkü okuduğunu anlamamak kuşaklara atıfla yorumlanabilecek bir konu değil
Mimarlık mesleğini; Siyasi- politik bir platform ve kendi yandaşlarıyla bir olup, muhalif fikirleri yok etmek-susturmak amacını taşıyan eylemler organizasyonu olarak GÖRMEYEN VE DAHİ ÖYLE OLMASINI İSTEMEYEN mimarları , bahsi geçen yazıdaki fikirlere göre nereye koyacağız..? Derseniz ki; İlla siyasi olmak zorunda(İmarla ilgili kanunları siyasilerin çıkartmasından dolayı).! O zaman da bu mesleğin hangi eğitim modelinde Mimarlık Siyaseti veyahut da benzer içerikli dersler vardır? diye sorarlar.
Şahsen ben,TMMOB’nin, bu işin; mesleki gelişim ve ilerleme cihetinden ziyade, siyasi ve ideolojik zihniyetin çok çok daha fazla ağır bastığını görüyor, bu tür insanları bir mimar olarak beni temsil etmediğini beyan ediyorum.
Abdullah Mertoğlu-Mimar