İşin felsefesi
İnsan, emekle veya hayalle ürettiği şeyi korur ve yaşatır. Buradaki “şey[1]” tanımsızı, bir nesne veya özne olabilir, ancak, biz buna kısaca hâfıza[2] diyeceğiz. Bu hâfıza, verdiği değer ile üretileni tanımlar ve kayda alır. Bireysel değerlendirmeler arasında farklar derinleşebileceği gibi birbirine yakınlık da gösterebilir. Böyle bir yakınlık güçlendikçe, toplumsal[3] hâfıza hayat bulur. Baştaki eşitlemeye geri dönülürse, canlı bir toplumsal hâfızanın değerlediği üretilmiş şey sürdürülebilirdir.
Tarihte, güçlü aktörlerin veya yetenekli bireylerin ürettikleri üzerine toplumsal bir mutâbakatın[4] oluştuğu görülür. Ender olarak toplumsal bir üretimin de hıfz edildiği olmuştur. Bu mutâbakat bir inanış, hukuk metni, anlaşma, heykel, yapı, kent ve hatta tek bir insanın üzerine bile olabilir. Böylelikle bunlar hayat bulur ve toplum sayesinde yaşamaya devam ederler.
Bugün ise tarihteki güçlülerin ve yeteneklilerin kendilerini duyurma ve kabul ettirme üstünlüğü en basit bireylerde bile görülebiliyor. Sosyal medya bloggerları ve türetici sermayedarlar[5] bunların başını çekiyor. Bazen toplum üzerinde, bir Devlet başkanından veya sanatçıdan daha etkin bir rol oynayabiliyorlar. Böylelikle bireylerine kadar parçalanmış toplum, anlık refleksler ile birinden diğerine savrulup duruyor. Bu hız ve yoğunluktan bir hâfıza çıkamayacağı gibi toplumda mevcutta olanlar[6] da gölgelenmiş olabiliyor.
Topluma ve hâfızaya genel bu bakışın içinden, -dün ve bugün ilişkisinden, yarar çıkarmakta fayda var. Şöyle ki, küresel çapa ulaşmış ve kendi pazarını oluşturmuş böyle bir durumun, tek bir yerden veya olaydan zarar görmesinin imkanı yoktur. Türeticiliğin bir mekânı olan kafeteryaları veya fast foodları yasaklayabilirsiniz, ancak, serbest piyasa koşullarında, yasal düzenlemesini yapamayacağınız için bunlar kendilerine yeni bir yol bulacaktır. Ayrıca tüketim, üretimden farklı olarak küresel bir iletişim ağına sahiptir ve her kopma geçici kalır.
Ancak bu noktada, tüketim ve üretim düalizminden çok ilginç bir sonuç karşımıza çıkıyor. Dün için güç aktörü bir üretim ortaya koyuyordu ve toplum bunu yaşıyordu. Yani politika iktisadı belirliyordu. Bugün ise bireylerin bir şey türetmesi, -yani ortaya iktisat koyması ile toplum sürükleniyor[7] (üretilmemişi tüketiyor). Türeticilerin kendisinin de bir tüketici olduğu böyle bir toplumsal yapıya, tüketirken üreteceği bir “şey” sunulursa, kendiliğinden toplumsal üretim süreci yeniden çalışmış olmaz mı?
Piyasayı manipüle edecek bu politik hamle, sürüklenen iktisadî hayat içinde kendi iktisadını oluşturacaktır. İlk bakışta hâkim iktisat ile kommensalist bir ilişki geliştiren bu yaklaşım, daha sonra toplumsal bir mutâbakat sağladığı takdirde mutualist bir ilişki durumuna geçecektir. Böyle bir durumda, başta belirttiğimiz ve amaçladığımız toplumsal bir üretim, mevcut düzenin içinde kendine hayat bulmuş olacaktır.
İşin Formülü
Bunun ilk örneği olarak toplumsal mekânın zemini olan Kaldırımlar teklif edilmektedir. Üstyapı bir idari hizmettir ve oldukça sık bozulmaktadır. Altyapı da bir idari hizmet olduğu halde, üstyapı ile uyumsuz dönüşümü nedeniyle bir süreklilik sağlanamaz. Yani üstyapı yapılırken altyapı kazılır ve üstyapı yeniden yapılır, teknolojiyle gelişip yenilikler kazanırlar ve kazılıp yeniden yapılırlar gibi uzar gider.
Bunun bir de bireysel dokunuşları mevcuttur. Bazen bir sokak boyunca, herkesin kendi kaldırımını ve kapısının önünü farklı yaptığı görülür. Kaldırımların işgaliyeler ile kapatıldığı veya kazılıp zemin altı dükkanların açıldığı bile olur. İdareler için bu çok büyük bir mali yüke dönüşür ve dahası bazen aylarca müdahale edemediği tehlikeli koşullar bile oluşur.
Öyleyse bu kaldırımlar: 1-teknolojik bir ağ olarak sürekli yenilenirler; 2-yer yer kişiselleşmiş bir paspasa veya eşiğe dönebilirler; 3-tek bir elden ve tek bir noktadan yenilenmeleri ve onarılmaları zordur.
Standartları[8] belirlenmiş bir sanat olarak mahallede açılmış bir kaldırım atölyesi tüm bu sorunları kökünden çözecektir. İdareye mali açıdan bağlı[9] olan bu atölye, mahalleli müşterilerin başvurusu dahilinde, talep edilen sanatsal çalışmasını[10] gerçekleştirebilir.
Bu sanat atölyeleri, İdare tarafından bu konuda özel eğitim almış işçileri[11] kullanmak zorundadır veya akademi rolü üstlenerek bu işçilerin eğitimini kendisi vermelidir. Kullanacağı figürleri çizerek İdari onay almalı ve bunları metal bir şablona[12] dönüştürerek sahasında uygulamalıdır.
Figürlerin standartları için Türk Tamga Sanatı ölçüt alınmalıdır. Taş kitabelere, yazıtlara ve özellikle Türk Halısına işlenmiş bu kozmos[13], kaldırım sanatı için önemli bir referans oluşturacaktır.
Yerel ve kişisel bazda özelleşmiş bu üretim sayesinde: 1-İdarenin mali yükü sonlanacak; 2-İdare gelir bile elde edebilecek; 3-İdare bu tip sorunlara anında ve yerinde müdahalenin önünü açmış olacak; 4-İdare bu hamle ile yeni bir istihdam sahası (üstelik eğitimli) açmış olacak; 5-Gelenekselliğin işlendiği bir üretim modeli, tüketim alışkanlıklarının içinden doğmuş olacak ve böylelikle yeni bir kent sanatının önü açılmış olacak.
[1] Bu şey, bir bireyin veya topluluğun eseri olabilir.
[2] Hâfıza, bir anlamı ile zaten korumaktır.
[3] Toplum, bir mahalle ve bir ulus ölçeğinde olabilir.
[4] Şey bir hâfıza ise mutâbakat da hıfz etme eylemidir.
[5] Hem üretici, hem de tüketici yeni bir sınıf. Aynı kahveyi size farklı bir sunumla satabilenler.
[6] Camiiler satılabiliyor, medreseler otelleşebiliyor, heykeller yıkılabiliyor,…vb.
[7] Folklör gelişmiyor, yeni bir stil toplumsal mekân doğmuyor,…vb.
[8] Taşın türü ve ölçüleri, işleniş şekli, kaldırım ve yolun kesit ölçüleri,…vb.
[9] Gelirlerinin belirlenmiş bir yüzdesi İdareye kaydedilen ticari model.
[10] Figür listesinden beğendiğini seçen veya belirlenmiş yazı karakteriyle kaldırıma ismini yazdıran müşteri.
[11] Kaldırım işçiliğinden kalfalığa ve ustalığa yükselmiş sertifikalı emekçi sınıfı yaratmak.
[12] Aynı figürün devam ettiği bir gelenekselliğin yakanlanması hedefi.
[13] Hayvan figürleri, harfler, çeşitli semboller ve işlemeler oldukça etkileyicidir.