Torbalı Belediyesi Hizmet Binası, Pazaryeri ve Otopark ile Yakın Çevresi Ulusal Mimarlık Yarışması, bizlerin, kentsel mekan, meydan, kentsel boşluk, kamusallık vb. gibi kavramları yeniden düşünmemizi sağladı.
Bu kavramlar, kenti kent yapan ana yapı taşları olup kentli insanla kurdukları bağlantılar ile var olurlar. Hangi toplumsal ilişkiler ağı içinde, hangi coğrafyada olunursa olunsun, kentli insanın özgürlük arayışı evinde ya da bahçesinde değil içinde yaşadığı kentin meydanında, parkında, pazarında ve kamusal yapılarında gerçekleşir. Aslında farklı işlevlerle parçalanmış olan Kentin ve parçalanmış insan kalplerinin bir bütün haline gelmesini sağlayan bu kentsel mekanlar aynı zamanda kentlerin ortak belleğidir. Kentli, içinden yürüyerek sabah işine gittiği, öğle vakti bir şeyler yediği, dostlarıyla sohbet ettiği, bir şeyler satın aldığı, akşam da konserini veya yazlık sinemasını izlediği meydanlarında köklerini araştırma olanağını bulur.
Geçmişleri Ortaçağ’a dayanan Avrupa kentlerinde kentsel mekanlar, çoğunlukla bir katedralin veya Rathaus’un (Belediye binası) etrafında toplanan meydanlardı. (Resim 1) Her türlü dini veya askeri törenlerin, festivallerin ve pazarın düzenlendiği bu 600-700 yıllık meydanlar, asri zamanlarda başka kimlikler edindiler. Artık, çevresinde yoğun otoyollarının, büyük kalabalıkların, siyasi mitinglerin, dev konserlerin yer aldığı, yaya yolları, geçitleri ve rampalarıyla kentin insan dolaşımını sağlayan yeni çağdaş kentsel mekanlar oluşmaya başlamıştı. Çağdaş meydanlar, geçmişteki iki boyutlu hemzemin meydanlardan farklı olarak, değişik kotlardaki çok işlevli kentsel düzlemlerden oluşabilmekte, hatta içinde bulunduğu kentle görsel ilişkiye geçebilmek için üst seyir düzlemlerini bile barındırmaktadırlar.
Güzel bir örnek Sevilla kentinin tarihi bölgesinde yer alan Parasol meydanıdır. Jürgen Mayer’in tasarladığı, 2011 yılında tamamlanan bu kentsel mekanlar kompleksi, alt katında Roma ve Endülüs kalıntılarının sergilendiği Antiquarium müzesini, zeminde bir marketi, dev ahşap şemsiye örtülerle gölgelenen, konser ve tüm gösteri sanatlarının uygulandığı açık kentsel alanı, bu şemsiye örtünün içine gizlenmiş bar ve restoranları, üstünde ise tüm Sevilla’nın gözlemleneceği bir seyir gezinti yolunu barındırmaktadır. Tüm düzlemlerin birbirleriyle olan akışkan bağlantısını merdivenler, yürüme bantları ve asansörler sağlamıştır. (Resim 2) Dev şemsiyelerin taşıyıcısı olan betonarme düşey taşıyıcılar, aynı zamanda, Müzeden Şemsiyenin tepesine kadar tüm katları birbirine bağlayan asansör ve merdivenlere sahip yaya ulaşım çekirdekleri olmuşlardır. Bu mekanlarda, siyasi protesto mitingleri, alışveriş, müze gezisi, yeme içme, eğlenme, konser, tiyatro gibi çok farklı etkinlikler yapılabilmektedir. (Resim 3) Örtü, hem kendi içinde ve tepesinde farklı işlevleri barındırmakla birlikte her şeyden önce zemine yoğun ve geniş bir gölge alan sunarak coğrafya ile iklim etkenine olan saygısını tasarımın merkezine yerleştirmiştir. İçinde barındırdığı karmaşık işlev ve ilişkiler ile kentli insan yaşamının devinimini yansıtmak için seçtiği organik form ise, geçmişin dikdörtgen meydanlarına karşı çağdaşça bir meydan okumayı ifade etmektedir.
Kentsel mekanlara sahne olan en önemli işlevlerden biri olan Pazaryeri, geçmişte meydanlarda, 19. Yüzyılın ortalarından itibaren de, demir endüstrisinin gelişmesiyle “Merkato” tarzı kapalı yapılarda gerçekleşmeye başlamıştır. (resim 4) Nüfusları çok büyük olmayan Avrupa kentleri, pazar yeri için halen tarihi meydanları ve Merkato yapılarını kullanmaktadır. Ülkemizin nüfusu çok büyümüş ve genişlemiş kentlerine gelince, Pazaryeri işlevi artık meydanlara sığamayacak kadar büyümüş ve çok merkezli olarak çözümlenmek durumunda kalınmıştır. Haftanın bir gün düzenlenen Pazar mekanlarının diğer altı gününün nasıl işlevlendirileceği sorusu, tasarımın en önemli konusu haline gelmiştir. Böylece, bu Pazaryeri mekanlarının mimarisinde, çok amaçlı kullanıma uygun esnek çözümler, örtü sisteminin dolu- boş dengesi, zemindeki yeşil alan oranı, kentsel mekanlarla ilişki, kendi enerjisini kendisinin üretmesi gibi ölçütler ön plana getirildi. Artık öyle bir Pazar yeri hayal ediyoruz ki, diğer günler rekreasyon parkına, açık hava müzik, sinema ve tiyatro gösterilerine, festival, kermes ve sergilere mekan olabilsin.
Bu girizgahtan sonra, Torbalı Yarışması’nda birincilik ödülünü kazanan yarışma projesini dört bölüm halinde inceleyelim:
1) Kentsel mekanın oluşumunda parçalanmışlık,
2) Pazar yerinin esnekliği ve kentsel mekana katılımdaki sorunlar,
3) Belediye Binasının Kentsel bir imge olamaması,
4) Sürdürülebilirlik kavramının Projede yer almamış olması,
Projede, Kent Meclisine ve Otopark binasına bağlanan bir üst platform tasarlanmıştır. Bununla esas amacın kentsel mekanların çoğaltılması olduğu açıktır. İsmet Paşa caddesi muhafaza edilmiş, caddenin kuzey yanında amfitiyatrolu küçük bir meydan, amfitiyatronun arkasında bir Pazaryeri, Pazaryerinin üstünde de bir üst platform tasarlanmıştır. Ancak, Belediye Binası- Meydan- Pazaryeri ve Üst platformun birbirleriyle birleşemediklerini, bu yüzden de bu kentsel mekanların birbirinden farklı kompartmanlar halinde çalıştıklarını ve Projenin bütününde büyük bir parçalanmışlık yaratıldığını görmekteyiz. Bunun değişik nedenleri var:
1. İsmet Paşa Caddesi’nin inatla Programa dahil edilişi, Yarışmacının bunu kabul ederek yolun zeminini yayalaştırıcı herhangi bir alternatif sunmaması gibi nedenlerin sonucunda, bu Otoyol, hem Meydan ile Belediye Binası hem de Pazaryeri ile Belediye Binası arasında fiziksel bir engel olarak yer almıştır. (Resim 5)
Not: Bu caddenin imar planında önemli bir Oto- trafiği işlevi yoktur. Belediye Binası ile komşu parsel arka yoldan beslenebilmektedir. İlle de gerekli olduğu varsayılsa bile rahatlıkla yer altına alınabilir konumdadır.
2. Meydan kapalı bir kutu gibi durmakta olup, içine ancak amfitiyatroya yaklaşıldığında girilebilmektedir. Ayrıca meydanın Pazaryeri ile bütünleşmesinin önünde fiziksel bir engel olarak 6 m yüksekliğinde dev bir amfi yer almaktadır. Halbuki, İsmet Paşa Caddesi’nin yokluğunda Belediye binasının önüne gelebilecek olan Meydanın Pazar yeri ile bütünleşmesi çok daha lineer, akışkan ve organik olacak ve meydanın pazar yerine doğru gelişebilmesi sağlanabilecekti.
3. Pazar yerinin üstünde yer alan +6.00 kotundaki üst platform ile +-0.00 kotu arasında kitlesel olarak akışkan bir bağlantı kurulamadığı gibi, amfitiyatronun basamakları ve pazar yerinin ortasında yer alan 2 adet kapalı yangın merdiveni dışında herhangi bir rampa, yürüyen merdiven veya bir asansör bile bulunmamaktadır. Hem de, en önemli mekana -Kent Meclisine- gidişi sağlayan üst platforma insanların rahatlıkla çıkışını sağlayacak herhangi bir tasarım aracı bulunmamaktadır. (Resim 6)
Yazının başında Parasol örneğini vermemizin en önemli bir nedeni, orada da +6.00 kotunda yer alan platforma çıkışın merdivenler, rampalar ve yürüyen merdivenlerle sağlandığını anımsatmaktı.
Üst platformla ilgili bir başka sorun da işlevlendirmeye ilişkindir. Bir mekanın üzerine “etkinlik alanı veya atölye” yazınca etkinlik veya atölye olamaz. Açıkçası o platformun tek işlevi Belediye’nin 1. katına ve otoparka sirkülasyonun sağlanmasıdır. Bu çok gerekli miydi? Onu da 3. bölümde inceleyeceğiz. Ayrıca anlaşılamayan bir konu daha, üst platformdan çıkıp pazar yerinin ortasından geçip otopark geçidine bağlanan üst geçidin anlamsızlığıdır. Sonuç olarak, Üst Platform, cansız, yapay, olmazsa da olmayabilecek bir mekan olmaktadır.
1. Pazaryeri mekanı üst örtüsü:
Üst örtü, çelik strüktür üzerinde cam paneller olarak tariflenmiştir. Bu cam çatı tüm Pazar alanını ve üst platformu kapsayan bir dikdörtgendir. Bu çatıya bakınca insanın ilk aklına gelen coğrafya İskandinavya olmalıdır diye düşünüyorum. (İlk kez Oslo’ya gittiğimde kentte en çok etkilendiğim şey cam portikolardı)
Acaba, hemen hemen aynı enlemlerdeki Sevilla- Parasol en koyu gölgeyi üretmeye çalışırken, Torbalı’da tasarlanmış bir Pazar yeri 40°C sıcaklığı olduğu gibi zemine yansıtabilmektedir. Bu mimari karar, her şeyden önce “iklim ve coğrafya bizi ırgalamaz” diyen bir ultra modernizmin devamı niteliğindedir. Peki, Yarışma programında yazan “pazar yerindekileri yağmurdan ve güneşten koruyan” örtü bu mudur? Bu istek, ille de böylesi dev, yüksek (11 m) ve kesintisiz bir cam örtüyle mi sağlanır? Mekanın en önemli elemanlarından bir olan örtünün tasarımında insan ölçeği önemsiz midir? Bu mekanda, mayıs ayından ekime kadar yaratılan sıcaklıkta insanların yaşaması olanaklı mıdır? (Resim 7)
Peki, nasıl olmalıydı doğrusu? Üst örtünün saydam olmaması, tüm alanı kapsamaması, en az yarısının açık olması gerekliydi.
2. Pazaryeri mekanının kapalılığı:
Pazaryeri, batı yönündeki depoların duvarları, doğu yönünde amfitiyatro ve kapalı yapıların duvarları, tavanda da cam çatı ile sınırlandırılmış hijyen bir kutu gibidir. Kuzey ve güney yönlerinde otoyollarla sınırlandırılmış, her şeyden önce, Yarışma programının özünde yatan” bütünselliği” sağlayıcı biçimde Demiryollarının karşı tarafına ve diğer kentsel mekanlara görsel olarak katılabilme şansını yitirmiştir.
Peki bu kapalılıkta pazar yeri esnekleşebilir mi? Farklı işlevler yaşam şansı bulabilir mi? Bir salon gerektiren tüm işlevler belki olabilir ama kentsel mekana ihtiyaç duyan (Rekreasyon Parkı, festival vb) etkinliklerin burada gerçekleşmesi olanaksızdır.
3. Pazaryeri mekanında yeşil alan:
Projede, Pazar yerinin içinde 1 cm2 yeşil alan bırakılmamıştır. Halbuki burayı 6 gün yaşatabilecek tek ve en önemli işlev bir spor ve rekreasyon Parkı olup, Parkın içindeki ağaçlar ve bitkiler, bir dış kentsel mekan duyumunu yarattıkları gibi, Torbalı için çok önemli olan gölgeleme ve ortamdaki taze havayı temizleyici işleve sahip olabilirdi. Torbalının merkezini gezen herhangi birisi bu kentin ne kadar yeşile hasret olduğunu hemen anlayabilir.
1. Kamusal Temsiliyetin Mimari Projeye Yansıması:
Yazının ilk başında da söylediğim gibi, kentsel mekanların merkezinde yer alan Yerel Yönetim yapıları kamusallığın demokrasi ayağıdır. Yani, kente ait verilen kararlarda kentli insanın söz hakkı olduğu, karar mekanizmalarına katıldığı bir süreçten söz ediyoruz. Bu sürecin en önemli fiziksel mekanları ise, Çözüm koordinasyon merkezi ve Halk Meclisidir. Bunun dışındaki mekanlar genel olarak işlemlerin yürütüldüğü yürütme işlevine aittir. Buradan çıkan iki önemli not var:
a) Halk meclisinin zemin katta yer alması
b) Halk meclisinin, algılama ve kentsel imgeyi yaratmak üzere ana kitlenin ya dışında ya da kitleye bağlı ama mimari form olarak kendini dışavuran biçimde var olması,
Bunun için güzel bir örnek Özcan ve Semra Uygur’un kazandıkları Diyarbakır Yenişehir Belediye Binasının giriş katında yer alan Meclis Salonudur. Meclis salonu, giriş katında ve avluda ayrı bir kitle olarak yer almıştır. (Resim 8a-b-Semra Özcan Uygur Yarışma vaziyet ve zemin kat planları)
Birinciliği alan Projenin Belediye Binası ile ilgili hataları işte bu iki konuda odaklanmaktadır.
a) Meclis Salonuna zemin kattaki meydandan girilememesi (meydan alakasız bir yere savrulmuş olduğundan) ve Salonun, insanların çıkmakta çok büyük zorluklar çekecekleri bir üst platformun kotunda yer alması,
b) Meclis Salonunun kamusal bir imge olarak mimari bir ifadeye sahip olmaması, dış kabuğunun diğer katların cephe dokusunu alıp silikleşmeyi seçmiş olması,
2. Kitlenin Plastiğindeki Zaaflar:
Mimari Kitle, Plastik özelliğini içindeki işlevlerin düzenlenmesinden, iklimle ilgili sorunların çözümünden, çevresindeki kentsel alanlar ve doğal coğrafi-iklimsel özelliklerde alır. Bu plastik kitle, kendini dış kabuğunda ve çatısında dışa vurur. Ancak, sözünü ettiğimiz bir heykel yapısının plastisitesi değildir. İnsanların belleklerine kazınmış, yanına geldiklerinde kentsel mekanla kaynaşmış bir formdan söz ediyoruz. Yapının gerçek bir “Kentsel İmge” olabilmesi için, bakıldığında bir ofis binası, bir konut bloku veya bir devlet dairesini değil Demokratik Kamusallığı ifade edebilecek bir plastiğin algılanması gerekir.
Birinciliği alan Projenin Belediye Binası tasarımının bu İmgeyi taşıyan bir plastik özelliğe sahip olduğu söylenebilir mi? Birlikte inceleyelim:
Bu formun seçtiği geometriye bakalım: Hiçbir girintisi veya çıkıntısı olmayan pürüzsüz bir dikdörtgen seçilmiş.
Bu dikdörtgen kitlenin kabuğuna bakalım: Kolonların dışında kurulan bir Alüminyum giydirme cephe tüm binayı homojen biçimde sarıvermiş. Peki bu cephe, batı ve doğu cephelerinde oluşan güneş ısınımını nasıl kırabilmiş? Herhangi bir işaret var mı? Yok. Çünkü yapının tüm cepheleri birbirinin aynı özelliklerine sahipmiş gibi bir tuhaf varsayım seçilmiş. Tüm katları birbirinin aynısı olan ofis binalarında bile iklim yönleri, kente farklı bakış açıları vs. vardır.
Bu dikdörtgen kabuğun çatısına bakalım: Düz çatı ve herhangi bir ifade yok. İnsanın hemen aklına düz çatısı olan bir sürü kamu yapısı geliyor. En bilineni, insanların tepesine çıkıp tüm kenti ve meclisi gözlemledikleri Reichtag Parlamentosu… (Resim 9a)
Bir diğeri yazımıza konu ettiğimiz Parasol yapısının çatısındaki seyir yolları… Her iki yapıda da bu karar (insanları yapının tepesine çıkabilmeleri) kitlenin plastik özelliğini güçlendirmiş ve ona bir kimlik katmıştır. (Resim 9b)
21. yüzyılda çağdaş mimarlığının en önemli gerçeklerinden biri ise, yapıları tasarlarken inşa edilme sürecinde en az enerji tüketiminin sağlanmasını, gerçekleştiğinde de en fazla enerjinin üretilmesini sağlamaktır. Bunun için de, yapıda kullanılan malzemeler, yapının iklime göre şekillenişi, yapının kabuğunun, çatısının ve diğer yatay örtülerinin güneş veya rüzgardan enerji üretecek biçimde tasarlanması gerekmektedir.
Birincilik ödülünü kazanmış Projede, böyle bir kaygının olmadığını görmekteyiz. Çelik ve cam örtü gibi oldukça pahalı bir malzeme seçilmesine karşın, bu örtünün PV panellerle enerji üretebileceği ve bu enerjinin tüm pazar yeri alanının ve altındaki otoparkın enerji ihtiyacını karşılayacağı düşünülmemiştir.
Ondan daha da büyük olan, 4 yönü saydam cepheli Belediye binasının kendisi de, enerji üretmediği gibi, sürekli enerji tüketmeye aday görünmektedir.
8 yorum
Vedat Bey’in yazısı okuyunca da bizlerin de bazı konuları düşünmemizi sağladı. Yarışmaya girmemiş ve genç müellifleri hiç tanımayan bir mimar olarak ben de yazayım istedim.
Yazıda olduğu gibi bazı sorular ile başlayalım.
– Vedat Bey bu yarışmaya katılmış mıdır ? Katıldı ise projesi için sonuç nedir ?
– Katıldı ve tatmin edici bir sonuç alamadı ise birinci olan bir projeyi kendi ortaya koyduğu bir takım referans projeler, zorlama şahsi argümanlar ve üsttenci bir tavır ile itibarsızlaştırma girişimi meslek etiğine ne kadar sığmaktadır ?
Bu soruların cevaplarını Vedat Bey verirse hep beraber okuruz ancak bu yazı bir yarışma sürecini ve birinci olan projeyi eleştirmenin çok uzağında yazarın kendi fikir, yaklaşımlar ve mesleki bilgisi sınırında kalan tespitlerini en geçerli doğrular üzerinden kabul ettirme çabası taşıması açısından sorunlu. Referans proje olarak gösterilen Metropol Parasol ile söz konusu proje arasındaki direk bir ilişki kurmak yine problemli. Ayrıca kentsel imge olabilmek veya olamamak açısından verilen örnekler (Reichstagsgebäude vs. Torbalı Bld. ???) ve formun “girintili ve çıkıntılı olması gerekliliği” sanırım Vedat Bey’in kendi zevk ve mimari tahayyülleri açısından önemsediği konular. Güncel mimarlık pratiğinde bu tür konuların ve forma dair aşırı tasarlama güdüsünün fazlasıyla demode kaldığını da not edeyim.
Hele sürdürülebilirlik başlığında “şöyle yapılmalı böyle olmalı” şeklindeki ifadelerin mesleki ve bilimsel geçerliliklerini de ayrıca sorgulamak lazım diye düşünüyorum ve bu vesile ile birinci proje başta olmak üzere ödül alan ve yarışmaya katılıp emek tüm meslektaşlarımı veren kutluyorum.
Sinan bey neden kendi adınıza soru sorup konuşmuyorsunuz?
“düşünmemizi sağladı” “hep beraber okuruz ” falan. Siz yarışmada ödül alanlardan mısınız yoksa onların yakınları-arkadaşlarından mısınız? onlarla mı düşünüp okuyacaksınız?
Vedat Bey’in ifadelerini “şahsi zevkleridir” diye eleştirip hemen bir sonraki cümlede neyin demode olduğunu belirtmeniz hayli gülünç. Güncel mimarlık pratiği dediğiniz şey nedir bilmiyorum ancak kim belirlediyse bu çerçeveler dışında kalmanın demode olduğu yargısı da hem çok şahsi hem de boş bir ifade.
Ben Vedat Bey’in bu yazısını çok değerli buluyorum. Keşke daha çok görsek/yazsak bu tür değerlendirmeleri. Değerlendirmelere katılmasanız bile “yarışmaya katıldınız mı, tatmin edici sonuç alamadınız da ondan mı yazıyorsunuz” gibi aşağılayıcı yargılardan daha fazla saygıyı hak ettiğini düşünüyorum. Her zaman “neler daha farklı olabilirdi” diye düşünmenin ve dahası bu düşünceleri paylaşmanın faydalı olduğu inancındayım.
Sinan Bey’e bazı açılardan katılsam da, bence yarışmaya katılıp katılmamış olmanın, katılınmışsa oturup sonuçla ilgili derdini derli toplu anlatmanın kimseye bir zararı yok. Senelerdir proje paylaşımlarında, yarışma sonuçlarında yeteri kadar tartışma olmadığını görüyoruz mimarlık adına. Bu yüzden değerli buluyorum Vedat Bey’in yazısını. Kesinlikle tek bir doğru yol olmadığı gibi tasarımda, işimizin şartnameyi okuyup tek cevabı olan bir bulmacayı çözmek de olmadığını düşünmek istiyorum. Doğru sorulan sorular tasarımın ileriki aşamalarında yalnızca daha iyi olması yönünde araç olacağı için tasarımcıları mutlu bile edecektir.
Yarışma sürecine katılmış biri olarak yorum yapmadan duramadım. Yazı güzel eleştiriler içerse bile, yorumcunun yarışma sürecine dahil olmadan yorum yaptığı kanısındayım. Çünkü soru-cevapları ve şartnameyi okumuş olsaydı, kesinlikle bir yayalaştırma ya da alt geçit istenmediğini bilirdi. Ya da metre kareleri incelemiş olsaydı belediye binasının zemin katında hem meclis salonunu çözüp hem de girişi tanımlamanın emsal sınırları içinde mümkün olmadığını da bilirdi. Yapıcı eleştiriler projeleri ilerletmek, birbirimizi geliştirmek için güzeldir ama derinlemesine bakılmadan, bilmeden yapılan eleştirileri yapmak ne işe yarar?
Aslında Vedat Bey’in kendi açısından kritize etmesi bence çok olumlu fakat ben başlığı okuduğumda yarışmayı değerlendirdiğini düşünmüştüm yarışma alanı ve kent üzerinde etkisi gibi fakat sadece 1. olan projenin olumsuz yönleri olması kafamı karıştırdı. Fikirler değerli fakat doğru argümanlarla daha besleyici olacağına inanıyorum.
yazıya hızlıca göz gezdirip kimmiş bu Vedat Tokyay diye aratınca arkiv projeleri karşıma çıktı.söyleyeceklerim bu kadar.