Türk Mimarlık Ortamını Ön Seçimli Yarışmalar Üzerinden Okumak

Yarışmaların sayısı ve yarışma türleri çoğalmalı ki daha nitelikli ve derinliği olan mimarlık ortamına sahip olalım. Ön seçimli yarışmaya karşı olmak yerine her tür yarışmanın daha fazla sayıda, daha nitelikli olarak açılması için birlikte çaba gösterelim

“2012 Yarışma Raporu”na göre 2000 – 2012 yılları arasında açılan yarışma sayısı 112. Yılda ortalama 9 yarışma bile etmiyor. Öte yandan TÜİK’e şöyle bir bakınca bile aynı dönemde her yıl yüzbinlerce bina üretildiğini görmek mümkün. Aklımızda dursun…

Ön seçimli yarışmaları tartışmak için yarışma ortamına; yarışma ortamı içinse önce mimarlık ortamına bakmak gerek çünkü yarışmaların sorunlarının pek çoğu temel mimarlık meselesi. Bu yazıyı ilgilendirecek birkaç sorunu sıralayarak başlayalım.

Mimarlık ortamının örgütsüzlüğü

Tüm meselelerin temeli. Esasında mimarlık ortamının örgütü Mimarlar Odası. Oda’nın geçen uzun yıllarda oluşan bir kamusal itibarı da var. Ancak itibarı kadar itibarsızlığı da söz konusu. Oda’nın yapılanma modelinden kaynaklanan sorunlar da cabası. Sonucunda bu garip örgütlülük (örgütsüzlük) ne kamu yararını ne mesleği ne de mimarlığı korumak için yeterli olmuyor.

Mimarlık hizmetinin fiyatlandırılması

Ne kamu ne de mimarların örgütleri “Dur!” demeyince mimarlık hizmetlerine fiyat belirlenmesi serbest piyasa koşulları ile sınırsız. Her şey serbest. Mesela “Binası inşa edilsin diye üste para verdi” haberini okusak hiçbirimiz Zaytung demeyiz.

Maaşlı çalışanların sorunları

Mimarlık hizmetlerinin fiyatları düşük olunca olağan sonuç olarak maaşlı çalışan mimarların aylıkları da düşük oluyor. Mimar diploması imajı ile mimar maaşı arasında dağlar var.

Ve daha önemli sorun mimarlık ofislerinin iki muhasebe tutması. Maaşların bordrolarda düşük gösterilmesi ve bir kısım ücretin elden ödenmesi Türkiye’nin olduğu kadar mimarlık ortamının da önemli sorunu. Bu sorun kimi zaman eksik okunabiliyor: Çalışan mimarın haklarının eksik teslim edilmesi önemli ama iki muhasebeli sistemin daha kritik sorunu mimarlık ofislerinin kurumsallaşmasını engelliyor olması.

Kurumsallaşamayan ofis sonuç olarak kurumsallaşamayan örgütlülük ve ortam demek oluyor.

Kamu ile mimarlık ortamı arasındaki bağ

Bugün mimarlık ortamı ile kamu arasında neredeyse hiç bağ yok denebilir. Kamunun “Osmanlı & Selçuklu” söylemiyle ortama olumsuz katkı sağlıyor olması da cabası.

En üstten gelen bu baskı ve kültür dalga kamunun her aşamasında kendisini gösteriyor. İyi ürün ortaya çıkmaması için tüm koşulları hazırlıyor adeta.

Mimarlık hizmetinin ucuzluğu ortamın doğal sonucu

Türkiye’de Mimarlar Odası’nın belirlediği proje bedelleri yurt dışında, mimarlığın nitelikli uygulandığını düşündüğümüz ülkelere göre bir kaç kat düşük. Reel fiyatların ise bazı durumlarda 10 kat düşük olduğunu söylemek olanaklı.

Peki, yarışma nedir?

Bu soruya herkesin kendince bir cevabı var. Benim cevabım oldukça basit: Bir tasarım sorunu için iki ve daha fazla sayıda tasarımcıdan proje hazırlaması isteniyorsa yarışma olarak adlandırmalıyız.

Yani bu tanıma göre özel sektörün ücretli, ücretsiz; şartnameli, şartnamesiz; jürili jürisiz yaptığı çalışmalar bile yarışma. Böyle tanımlanmasına ilk anda tepki gelmesi olağan. Gelin üzerine düşünelim.

Yaygın tavır, yani doğru tanımlanmamış işi “teklif isteme” olarak adlandırma sorunu çözmüyor. Biz teklif isteme olarak adlandırsak da sorunun kendisi olduğu gibi duruyor. Oysa bizim kendimize, çözülmesi gereken hedef olarak sorunu doğru olarak adlandırmayı değil, sorunun kendisini almamız gerekmez mi. Sorun ise çok açık: İster teklif alma ister yarışma olarak adlandıralım fiziksel çevrenin niteliğini doğrudan ilgilendiren ve hiçbir düzeni olmayan anarşik ortamın bir düzene girmesi gerekiyor.

Yarışmaları hangi zeminde tartışalım?

Türkiye’de 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’na uymak zorunda olan idarelerin yarışma düzenlemek için uymak zorunda oldukları tek bir yönetmelik var, tam adı “MİMARLIK, PEYZAJ MİMARLIĞI, MÜHENDİSLİK, KENTSEL TASARIM PROJELERİ, ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA VE GÜZEL SANAT ESERLERİ YARIŞMALARI YÖNETMELİĞİ” Yarışmaların hukuki boyutuyla ilgisi az olanlar için altını çizelim. KİK hükümlerine tabi bir idarenin uymak zorunda olduğu tek yönetmelik bu.

Yukarıdaki yönetmelik dışında yarışmalarla ilgili iki yönetmelik daha var, bunlar “Mimarlar Odası Yarışmalar Yönetmeliği” ile “TSMD Mimari Proje Yarışma Yönetmeliği”. Bu iki yönetmeliğin de kurumların kendi iç hukukları dışında yasal olarak hiçbir bağlayıcılığı yok. (Mimarlar Odası’nın yönetmeliğinin kapsam maddesinde varmış gibi bir izlenim uyanıyor ama geçerliliği yok.)

Peki, bir yarışmanın amacı ne?

KİK yönetmeliği yarışmaların hedeflerini oldukça açık olarak tanımlamış.

“Yarışmaların hedefi, kamu yararı esas alınarak:

a) Ait olduğu konu özelinde; kültür, sanat, bilim ve çevre değerlerinin rekabet yoluyla geliştirilmesine, çok sayıda seçenekten en ekonomik, en işlevsel ve yenilikçi çözümlerin seçilmesine, müelliflerinin saptanmasına ve güzel sanatların teşvikine,

b) Bu Yönetmelik kapsamına giren mesleklerin gelişmesine, etik değerlerin yerleşmesine, uluslararası rekabet gücü kazanmalarına,
uygun ortamı sağlamaktır.”

Bu tanım sadece bir kanunda yer aldığı için değil doğru bir tanım olduğu için de değerli bana göre. Üzerinde kolayca mutabakat sağlanacak kadar güçlü ve basit. Yarışmalara başka anlamlar yüklemek de mümkün, benim ilgi alanım yukarıdaki tanımla sınırlı olduğu için bu yazı kapsamı da öyle.

İhale

İdarelerin proje elde etmek için iki yöntemleri var. Ya yarışmayla yapacaklar ya da ihaleyle. Ve Türkiye’de her yıl üretilen yüzbinlerce yapıdan sadece 9 tanesi yarışmayla projelendiriliyor. Projelendirilen bu yapılardan en az yarısı ise inşa edilmek için yapılmıyor ya da yapılamıyor. Yani Türkiye’de yarışmayla yapılan proje sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Aklımızda dursun…

Yarışmayla Yap

Yarışmayla Yap’ı bir proje olarak dillendirmeye 2007’de başlamışız. Proje geçen zamanda kurumsal bir yapıya kavuştu ve çeşitli yöntemlerle açılan yarışma sayısını artırmaya çalışıyor. Bugünden Yarışmayla Yap’ın başarılı olup olmadığını ne biz ne de dışarıdan birisi söyleyemez. Projenin kurumsallaşmasının üzerinden henüz 2 yıl bile geçmedi, doğru bir değerlendirme için daha uzun bir süreyi geride bırakması lazım sanırım. Belki 5 yıl sonra biraz daha doğru bir değerlendirme yapılabilir.

Bugüne kadar Yarışmayla Yap’ın içinde bulunduğu yarışmalar ise şunlar:

  • Avanos’un Yeni Köprüsü ve Çevresi Mimari Proje Yarışması
  • Gazipaşa Belediye Hizmet Binası, Ticaret Merkezi ve Yakın Çevresi Ulusal Mimari Proje Yarışması
  • Kurbağalıdere Vadisi Fikir Projesi Yarışması

 
Çanakkale Valiliği çatısında açılan ön seçimli yarışmalar

  • Çanakkale Karasal-Sayısal Yayın Kulesi Uluslararası Mimari Proje Yarışması
  • Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Odak Alanları Fikir Projesi Yarışması
  • Gökçeada Lise Kampüsü Mimari Proje Yarışması
  • Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı Yeni Şehitlik Tasarımları Fikir Proje Yarışması (İptal)
  • Lâpseki Hükümet Konağı ve Çevresi Mimari Proje Yarışması

 
YY bugüne kadar 4 idare ile çalışmış ve 8 yarışmanın içinde bulunmuş. Bunlardan 3 idare yarışmalarını açık yaparken sadece Çanakkale Valiliği’nin yarışmaları ön seçimli olarak yapılmış. Aklımızda dursun.

Ön Seçimli Yarışma

Zaten yazmam gereken bu yazıyı Facebook ve Twitter’da bir akademisyenin kullandığı “yarışmaları kapalı kapılar ardına sokmaya çalışanlar” sözünden üzerime düşenler olduğunu düşündüğüm için kaleme aldım. İthama neden olan yarışmaların danışman jüri üyelerinden birisiyim.

Ön seçimli yarışmalarla ilgili dedikodu, yazılı yorum ve telefon görüşmesi muhtelif. Hiç isim vermeden birkaç örneği aktarıyorum:

  • Çanakkale Valisi’ne ulaşarak jüriyi eleştiren.
  • Özel İdare Genel Sekreteri’ne telefon ederek, “biz de dosya verdik ama jüri kendi adamlarını seçmiş” diyen.
  • Jüri başkanına bir mektup yazarak seçilmediği için hayal kırıklığını anlatan.
  • Tüm jüri üyelerini arayan.
  • Ön seçimde kabul görmeyip yarışma sonuçlandıktan sonra seçilen projeye hakaretler yağdıran.

Aklıma gelen birkaç durum.

En acıklılarından birisi bana telefonda aktarılan yorum: “Ömer Yılmaz jüri üyelerini etkiliyor ve kendi yakınındaki kişilerin seçilmesini sağlıyor.” Koca koca mimarlardan gelen bu yorum en başta jüriye hakaret. Ne jüriler ne de ben bu söylentilerden rahatsız olmuyoruz ama içimden geçirmeden edemiyorum “dervişin fikri neyse zikri oymuş”

Buna benzeyen diyaloglardan sempatik bir tanesini ise Yavuz Selim Sepin’le, Twitter’da yaşadık. Bu diyaloğu pek çok konuyu aynı anda aktardığı için eklemek istiyorum.

Yavuz Selim Sepin
Gökçeada lise kampüsü yarışması ön seçim sonuçları belli olmuş seçenleri tebrik ederim(!) Çok tarafsız bir seçim olmuş !.. Eş, dost, arkadaş

Ömer Yılmaz
O halde sizi neden seçmemişler?

İlker Fatih Özorhon
görünen o ki önseçim, fikir üretmek isteyenlerin özellikle de gençlerin önünü tıkıyor…

Yavuz Selim Sepin
Çok zekice bir cevap

Sepin de jüridekilerin eşi dostu arkadaşı bir mimar. Jüri gelen 90 diğer başvuru ile kıyasladığında ön seçim başvurusunu 18’in içine almamış. Hepsi bu aslında.

Twitter sohbetine Sepin’le çok farklı bir kuşaktan, genç bir mimardan gelen eleştiri ise aslında jürinin “ağzıyla kuş tutsa” yine eleştirileceğini gösteriyor.

Son bir hikâye ile bu fasılı kapatıyorum:

“Ön seçimli yarışma modeli Mimarlar Odasının katkısı ve ilgili yönetmeliklere göre mi yapılıyor?” Diye soruyor, ön seçimli yarışmaların proje yoluyla geçinen mimarların büyük bir sorunu olduğunu iddia eden meslektaşım Mimarlar Odası’na yazdığı bir mektupta.

Neresinden tutalım? Yönetmeliğinin apaçık olmasından mı? Yüz bin binadan yılda 9 tanesi yarışmayla yapılıyor iken; Yarışmayla Yap ortama tamamen yeni bir güç olarak katılmış, yarışma sayısını artırmaya çalışırken; yarışmaların ödülleri ile geçinilemeyecek iken… Tutmak istemiyorum ama bunları görmek “nasıl bir ortamımız varmış da haberimiz yokmuş” dedirtiyor açıkçası.

Çanakkale’nin Hikâyesi

Çanakkale hikâyesi Ömer Selçuk Baz’ın Truva Yarışması müellifliği ile başlıyor. Truva Müzesi işleri nedeniyle kentle tanışan Baz’ın hazırladığı Çanakkale Yayın Kulesi projesi bir vesileyle duruyor. Beni arayarak “istersen bir git belki yarışma olur” demesini takiben Yarışmayla Yap olarak birkaç kez Çanakkale’ye gidiyoruz.

Sonunda Çanakkale Yayın Kulesi Uluslararası Yarışması açılıyor. Tüm dünyadan 150’ye yakın başvurunun geldiği ön seçimli yarışmada seçilen ekipler açık yarışmalara göre daha iyi performans gösteriyor. (Elbette şahsi tespit) Yarışma sonunda idare, birinci proje sahibi ile sözleşmeyi imzalayarak uygulama aşamasına geçiyor.

Yarışmanın başarısı ve idarenin yarışmalara sahip çıkması ardı ardında bir dizi yarışma açılmasını sağlıyor.

İkinci olarak açılan Odak Alanları Yarışması Türkiye’de bugüne kadar açılan hiçbir yarışmaya benzemiyor, bir deneme. Ekiplerin bünyesinde mimar, peyzaj mimarı, grafik tasarımı ve ürün tasarımcısı bulundurmasını bekliyordu bu yarışma. Geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. Bir fikir projesi yarışmasıydı, tartışması ve etkileri zamanla ortaya çıkacak umarım.

Ardından yine Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Parkı’nda Yeni Şehitlik Tasarımları Yarışması açılıyor. Bu yarışma da çeşitli nedenlerle ön seçimli oldu. 18 şehitliğin aynı anda tasarımının beklenmesi (Durumu kavramak için şartnamenin tasarım sorununa yaklaşım başlığının okunması tavsiyedir.) ve soruna hâkim olmak için ancak arazi araçlarıyla gidilebilen alanların gezilmesinin şart olması koşulları oluşturuyordu.

Ardından Gökçeada Lise Kampüsü ve Lâpseki Hükümet Konağı Yarışmaları açıldı. Şahsen bu iki yarışmanın açık da olabileceğini düşünüyorum. Ama bundan ön seçimli yapılmaz sonucunu da çıkmıyor. Çanakkale Valiliği projelerini yarışmayla yapıyor ve tüm projeleri de ön seçimli yarışma modeli ile yapıyor.

Türkiye’de yakın geçmişte Şişli Belediyesi ve Uşak Belediyesi 3’er yarışma açtılar Bugünlerde devam eden yeni yarışmasıyla Çanakkale Belediyesi de 3 yarışma açan kurumlar arasında yerini aldı. Bunun dışında merkezi idareler ve belediyelerden sürdürülebilir bir şekilde yarışma açan yok.

Çanakkale Valiliği ise 5 yarışmayı açtı, jürisi toplanmış bir yarışma ve taslak olarak hazırlanmış iki yarışma daha yolda. Hal böyle iken Çanakkale’de motive edici söylemlerle idarenin bu tavrını sürdürmesini sağlamaya çalışmak mimarlık ortamımın genelinin lehine olurdu.

Yarışmaların sorunları

Önce şunun altını yeniden çizelim Türkiye’de açılan yarışma sayısı komik. Yarışmayla Yap’tan önce de sonra da ortam nicelik olarak üzerinde konuşmaya değmeyecek durumda. Kamunun ürettiği binlerce binadan yılda bir iki tanesi yarışmayla yapılmış proje ile inşa ediliyor. Nicelikle ilgili bu durum aklımızda dursun. Yarışmaların sorunlarını sıralamaya çalışalım.

  1. Örgütsüzlük.
    Yarışmalara giren mimarların bir örgütünün olması bu yazının akışını değiştirebilirdi.
  2. İdarelerin yarışma yapmak istememesi. İsteksizliğin çeşitli nedenleri var.
    a- İdareciler iplerin sürekli ellerinde olmasını istiyor.
    b- İdareler, telif sorunlarının ileride başlarına dert olacağını düşünüyorlar.
    Çoğunda endişeleri mimarın hakkını gasp etmeye yönelik olsa da mimarlardan kaynaklı sıkıntıların da önemli yer tuttuğunun altını çizelim.
    c- Maliyet.
    Özellikle düşük bütçeli idarelerde hem yarışma maliyeti hem de ardından gelen uygulama maliyeti idareye yüksek gelebiliyor.
  3. Kazananın uygulamaya geçememesi. (Bu maddede yazılı olanların nedenleri bir araştırmaya konu edilmeli.)
    a- Bazen yarışma yapılıyor ve 1. Ödül sahibi aranmıyor bile.
    b- Kimi zaman uygulama projesi ve ihale dosyası kazanan tarafından hazırlanıyor ama idare uygulamaya geçmiyor.
  4. Kazanan projenin değişerek uygulanması.
    Çeşitli nedenlerle kimi zaman yarışma projesi tanınamayacak bir hal alabiliyor.
  5. Yarışmaların koordinasyonunu sağlayan bir kurumun olmaması.
    Takvim çakışmaları önemli bir sorun olabiliyor. 
  6. Etik meseleler.
    a- Ücretsiz yarışmalara katılmak.
    b- Proje teklifini herhangi bir ücret almadan tasarımla birlikte vermek.
    Bu bir yarışma sorunu değil gibi de görünse aslında daha fazla yarışma açılmasını, yarışma açılabilecekken açılmamasını sağlayan en temel meselelerden.
    c- Uygulama projesi ücretinin kabul edilemez derecede düşük olduğu hallerde bile idareye boyun eğerek ücreti kabul etmek. (Eğitim Kampüsleri Yarışması)
    d- 1. Ödül sahibi olmadığı halde idarelerle sözleşme imzalamak. (Eğitim Kampüsleri Yarışması)
    e- Tartışmalı ve sonunun sorunlu olacağı açık yarışmalara katılım sağlamak. (Çamlıca Camisi Yarışması)

 
Ön seçimli model

Çanakkale’den önce KİK mevzuatı ile ön seçimli olarak sadece “Savunma Sanayi Müsteşarlığı Yeni Hizmet Binası Yarışması” yapıldı. Yani ön seçimli yarışma modelini, risklerini ve kazanımlarını tartışmak için elimizde yeterli veri yok. Durumu aklımızda tutarak üzerinde düşünelim.

Yarışmalara gönderilen proje sayılarında dengesizlikler var. 2013’te iki ay arayla sonuçlanan bir yarışmaya 90 proje gelirken diğerine ödül sayısından bir fazla (9) katılım oldu. Demek ki aynı anda açık yarışma sayısı -hep istediğimiz gibi- onlu sayılara ulaştığında bazı yarışmaların yeterli katılım sağlanamadığı için iptal edilmesi söz konusu olacak. Kamunun elde edeceği projelerin niteliğini de düşününce bu ancak bir defa yaşanacak bir durum olabilir, bir daha da yarışma uzun süre açılmaz herhalde.

Bugüne kadar KİK mevzuatına tabi olarak açılan yarışmaların tümünün belli bir olgunluk seviyesi var ve yarışmalara konu sorunların çerçevesi çok da basit değil, üzerinde ciddi çalışma gerektiren meseleler genelde yarışma konuları. Mimarlık ortamı tecrübelisiyle & genciyle bu yarışmalara gereken ilgiyi gösteriyor. Ciddiye alınacak her yarışma önerisinin o yarışmanın mansiyon ödülünden daha fazla gideri olduğunu söyleyebiliriz. Yani aslında ödül de kazansa çoğu yarışma projesi önerisi zararına yapılıyor.

Mimarlık ortamının durumunu yazının başında aktarmıştım zaten. Hal böyle iken çözüm nerede?

Türkiye’de her yıl yapılan 100.000 yapıdan 100 tanesinin yarışmayla yapıldığını düşünelim. Uygulamaya geçmeyecek ya da fikir projesi olarak açılacak yarışmaları da düşününce iki katı yarışma açılması demek oluyor. 200 yarışmanın açıldığı bir ortama jüri üyesi ve nitelikli şartname yetiştirmek de zor elbette ama nitelikli proje elde etmek çok daha zor.

Bu sonucu çıkarabilecekler için şimdiden ve açıkça yazayım: Elbette tüm yarışmalar ön seçimli olsun demiyorum.

Zihinlerimiz ön seçimli mi açık mı meselesinde takıldı kaldı. Genç mimarları anlamak mümkün çünkü bir genç mimarın var olabilmesinin neredeyse en önemli yolu yarışmalar.

Özellikle daha tecrübeli olanların ve akademisyenlerin meseleye biraz daha serinkanlı bir şekilde yaklaşması gerekiyor. Bu tartışmada en kritik sorun ise kişilerin kendileri ile ilgili pozisyon alıyor olmaları. Ön seçim aşamasında dosya vererek seçilmeyenler genelde eleştiri sahipleri ne yazık ki.

Ön seçimli model tartışmaları -ağırlıklı olarak ön seçim aşamasında seçilmeyenler nedeniyle- yoğunlaşmış durumda. Oysa tüm yarışmacıların dâhil olmasına yetecek sayıda yarışma açılmış olsaydı büyük olasılıkla bu tartışmaların hiçbirini yapmıyor olacaktık.

KİK Yarışmalar Yönetmeliği pek çok meseleyi çözebilecek olanağa sahip. Elbette eksikleri var. Şahsen en önemli sorununun ise yarışmacıyla jüriyi asla yüz yüze getirmemek temel kabulü olduğunu düşünüyorum. Bu kabul ara sunum ya da konuların baştan jüri ve yarışmacıların da katılacağı bir ortamda tartışılması gibi olanakları engelliyor.

Uzun sözün kısası yarışmaların sayısı ve yarışma türleri çoğalmalı ki daha nitelikli ve derinliği olan mimarlık ortamına sahip olalım. Ön seçimli yarışmaya körü körüne karşı olmak yerine her tür yarışmanın daha fazla sayıda, daha nitelikli olarak açılması için hep birlikte çaba gösterelim.

Etiketler

11 yorum

  • siddik-guvendi says:

    Facebook’ta konuyla ilgili yapılan yorumlara rağmen ‘ses yok’ denilmiş, orada yazdıklarımı buraya da aktarayım o halde.

    1. Ön seçimli yarışma sistemi, kanaatimce mimarlık ortamında yeterince tartışılmamış olmasından kaynaklı (tartışıldıysa bile bundan haberdar olmayan bir çoğunluk var) olarak idarelerin ısrarlı taleplerinden çok Yarışmayla Yap projesinin öncelikli tercihi gibi algılanmaktadır. Bu sistemle ilgili yapılan eleştiriler ‘iç yüzünü bilmemek’ gerekçesiyle yadırganıyor fakat iç yüzünü bilmiyor olmamız bunun mimarlık ortamıyla paylaşılmamış olmasından kaynaklanıyor. Ömer Yılmaz ile sosyal medya üzerinden yaptığımız kısıtlı tartışmalardan çıkardığım sonuç kendisinin de kamunun proje elde etme yöntemi olarak ön seçimli yarışmalara açık yarışmalardan daha çok inandığıdır ve bu inanç gereksiz emek, sonucunda maddi bir gelir elde edememe gibi argümanlarla desteklenmektedir. Yeni yarışmalar açtırmak için sarf edilen yoğun çabadan haberdar ve müteşekkir olduğumuz yarışmayla yap projesi başlangıçta açık yarışmaları tercih etmiş ve bu yolla birkaç yarışma da açtırabilmiştir. Bu yarışmaların sonuçlarından veya süreçlerinden bir memnuniyetsizlik hissedilmiş olsa gerek ki sistem sonrasında ön seçimli yarışmalara döndü. Talebimiz bu memnuniyetsizliklerin dile getirilmesi ve ön seçimli yarışma sisteminin neden bu kadar gerekli olduğunun mimarlık ortamıyla paylaşılmasıdır. Yadırgadığım başka bir nokta ise bu sisteme dair yapılan eleştirilerin kişiselleştirilmesidir ki bunu da anlamak mümkün değil.

    2. Açılan beş ön seçimli yarışma sürecini ‘şeffaf’ olarak tanımlamak ne derece mümkün? Porfolyonuzla değil projenizle katıldığınız açık yarışma sisteminde, genellikle son derece özensiz ve yetersiz yazılıyor olsalar da birkaç cümleyle bile olsa neden ve hangi aşamada elendiğinizi bilir, hangi projelerin hangi gerekçelerle ödüllendirildiğini görür ve tüm bunları kolokyumlarda tartışma imkanı bulursunuz. Ön seçimli yarışmalara sunulan portfolyoların değerlendirilme kriteri nedir? Portfolyo gönderen ekiplerin yeterlilikleri neye göre belirlenmektedir? Davet edilenler neden davet edildiklerini, edilmeyenler neden edilmediklerini bilirler mi? Açılan beş ön seçimli yarışmaya bir ekip üçüncü kez, bazı ekipler ikinci kez davet alabilmiştir. Gönderilen portfolyolar böyle bir döngüye sebebiyet verecek kadar yetersizmidir?

  • omer-yilmaz says:

    Merhaba,
    Önce Twitter’daki mesajıma istinaden iki not: Birincisi Sıddık Güvendi’nin 1 numara ile işaretlediği notu zaten yukarıdaki yazımdan önce yazılmıştı, yazımın içeriğinde alttaki konuların pek çoğunun cevabı ya da yorumu var. İkincisi “ses yok” yazdım evet; lakin ses 1 mesajla olmuyor. Ses yokun cevabı ben bir mesaj yazdım değil.

    TOKİ Yarışması’na ses çıkarmayanlar yapılan iyi işin üstüne atlıyorlar diyorum. Karşılaştırmak elbette yanlış: Aktarmak istediğim dosya veren ve seçilmeyenlerin eleştirenler olduğu. Biraz üzerinde düşünülmesi gerek ama tam da senin yadırgadığın gibi mesele –senin de dahil olduğun bir grup tarafından- kişiselleştiriliyor. Kişisel pozisyonlar “kamu yararı ne?* “ya da uzun vadeli sonuçları ne olacak?” sorgulamasının önüne geçiveriyor. Çoğunluk böyle. Yoksa herhalde bu güruh TOKİ Yarışması gibi neresinden tutsak dökülecek bir yarışmaya da ses verirdi.

    2 ile işaretli yorum çelişkili ve meseleyi iyi bilmeyenlerin ya da hızlı okuyacakların aldanmasını sağlayacak şekilde. Buna yazım tarzı da destek olmuş: Ön seçimli yarışmalarda jüri raporu yok algısı oluşuyor. Oysa böyle bir durum söz konusu değil, ön seçimli yarışmada, ön seçim aşaması geçildikten sonra ki tüm aşamalar açık yarışma ile aynı, raporlar da çatır çatır yayınlandı. Yayınlanmayan portfolyoların nasıl seçildiği. Buna ilişkin kafa yormak isterim. Ancak kafa yormaya açık ve sorgulayıcı kafalarla başlanabilir; hemen bir öteki yaratarak değil.

    Daha açık zihinli, pozsiyon almamış olduğumuzda soruları tartışabiliriz. Benim de tartışılmasını çok istediğim sorular var içlerinde.

  • hakan-tuzun-sengun says:

    Facebook’ta konuyla ilgili tartışmanın bir tarafı olarak temel çekincemi bende
    burada paylaşayım o zaman . Şöyle :

    ” Mimarlık yarışmaları öncelikle portfolyo “güvencesinde” kişi, ofis, donanım seçmeyi değil uğraş alanına ve mimarlık bilgisine katkı yapmayı “öncelemek” zorundadır. Yarışmalar bu yüzden rumuzla saklılık ilkesi ile gerçekleşmez mi (?) Mimari proje yarışmaları aynı zamanda “mimarlık bilgisinin” de üretildiği yerlerdir dolayısıyla, kişiyi veya kurumu değil , “düşünceyi ve fikri” seçmeleri daha doğru olur. “

  • omer-yilmaz says:

    Yukarıdaki yazımın şu kısmı sana cevaptı Hakan. (Ayrıca “Oh be” yorumunu anlayamıyorum. Nedir keyif veren bu kadar Abdi’nin kısa mesajında!)

    “Peki, bir yarışmanın amacı ne?
    KİK yönetmeliği yarışmaların hedeflerini oldukça açık olarak tanımlamış.

    “Yarışmaların hedefi, kamu yararı esas alınarak:

    a) Ait olduğu konu özelinde; kültür, sanat, bilim ve çevre değerlerinin rekabet yoluyla geliştirilmesine, çok sayıda seçenekten en ekonomik, en işlevsel ve yenilikçi çözümlerin seçilmesine, müelliflerinin saptanmasına ve güzel sanatların teşvikine,

    b) Bu Yönetmelik kapsamına giren mesleklerin gelişmesine, etik değerlerin yerleşmesine, uluslararası rekabet gücü kazanmalarına,
    uygun ortamı sağlamaktır.”

    Bu tanım sadece bir kanunda yer aldığı için değil doğru bir tanım olduğu için de değerli bana göre. Üzerinde kolayca mutabakat sağlanacak kadar güçlü ve basit. Yarışmalara başka anlamlar yüklemek de mümkün, benim ilgi alanım yukarıdaki tanımla sınırlı olduğu için bu yazı kapsamı da öyle.”

  • siddik-guvendi says:

    Çamlıca Camii, Toki gibi yarışmaları bu sistemle aynı düzlemde tartışmanın en başta Yarışmayla Yap’a haksızlık olacağı kanaatindeyim. Çamlıca ve Toki yarışmaları en hafif ifadeyle ‘karikatür’ olarak değerlendirilmelidir ve uzun boylu bir tartışma da gerektirmez. Aynı şekilde devlet ihaleleri vs gibi konularda da yorum yapmamış olmak takdir edersin ki bunları desteklemek anlamına gelmez.

    Talebimizin başından beri bu sistemin tartışılması olduğunu iyi bildiğini tahmin ediyorum. (twitter üzerinden bunun tartışmasını yaptık). Nasıl olsa bir veya birkaçına davet ediliriz düşüncesiyle olumlu ve olumsuz yönleriyle yeterince tartışılmadığını düşündüğümüz bu sistemin içerisinde yer almak başladığımız noktayı unutmak anlamına gelir. Yaptığımız eleştirilerin hiçbiri biz neden davet edilmedik üzerinden yürümüyor. Seninde bildiğin gibi Odak Alanları yarışması dışında dosya gönderdiğimiz bir yarışma yok. Tartışılmasını istediğimiz konular da son derece basit.

    1. Ön seçimli yarışma sistemi yeni mezun olmuş genç bir mimara güçlü ekiplerin taşeronu olmak dışında bir seçenek bırakmıyor. Bu durumda genç mimarlar ne yapmalıdır?

    2. Yarışmayla Yap projesi ön seçimli yarışmaların açık yarışmalardan daha iyi sonuç vereceğine inanmakta mıdır? İnanıyorsa neden?

    3. Önceki yorumda bahsettiğim değerlendirme kriterleri tamamiyle davet aşamasıyla ilgilidir. Portfolyo gönderen herkesin davet edilenler duyuruldukta sonra ‘neden’ sorusunu sorma hakkı varmıdır? Bu soruya cevap bulabilir mi?

    Bu tartışmanın başından beri önerim geniş katılımlı bir toplantıyla ön seçimli yarışma sisteminin tartışılmasıdır.

  • hakan-tuzun-sengun says:

    Celal Abdi Güzer ifadesinin ardından gelen o ” Oh be ! ”
    açık ve sarih bir dil ile kapalı kapılar ardında kalmış şeffaflaşamayan düşüncelerin basit dışa vurumu ile karşılaşmanın getirdiği rahatlamadan başka birşey değil.

    Bir de buna karşı başka bir dil dolaşımda artık , tuhaf ama çok aşina olduğumuz bir dil.

    Ben bu dilin doğrusu yabancısıyım.
    Hani bu ilgili yönetmelik maddelerinden copy-paste gerekçelendirmeler , ” nedir bu şiddetli tepkinin ardındaki “şaşırmaları” (?) ” , ” bakın biz temel meseleler konusunda nasıl da hassasız , nasıl da iyi yoldayız çıkışları ”

    Bunlara da yabancıyım.
    Ama Türkiye’nin kulakları bu söylemle yeteri kadar dol(d)u sanki .

    Her tür “kişisel”ve “aidiyetsiz” tepkinin bile bir başka gizli ajandanın parçası olduğuna inanmak
    veya ağır vefasızlık ile itham edilmeler, yapıp etmek istenenlere taş koyan “amatörler” suçlamaları

    Benim tepkim temel serzenişim “aşağıda” , çok açık .

    Yarışma kurumunu alıp , proje üretimi kurumuna “terfi” ettiren yapan eden bir Türkiye’nin
    bu dile ihityacı var tabi o da çok açık.

    Bu arada benim ifademi “sen hangi dünyada yaşıyorsun” , “mimarlık bilgisi ne ya” , “yarışmalar mimarlık bilgisi mi üretiyor hadi canım” , ” sen nerede gördün orjinal düşüncenin ve fikrin temel girdi olduğunu” diyerek eleştiren , “uğraş alanına katkı haha” diyen burun kıvıran , göz düşüren de çok oldu.

    Lakin temel mesele , “sorun”
    bir uğraş alanının temel bilgisinin ve yaratıcı süreçlerini harekete geçiren
    bir ortamın “can suyuna” ,
    “gel bak – benim bildiğim – daha güçlü değirmenler, santraller, barajlar var”
    demektir.

    Mimarlık gibi bir alandan bir Turgut Uyar çıkmaz büyük ihitmal ” efendimiz acemilik” diyebilecek bir söz bu alanın fitratına ters belki diyen de olabilir.

    Sonuçta sende biliyorsun ki 😉 4 tane Zorlu Center’ın bir tane B2 Evi etmediğine inanıyorum.

    Ama işte tam da burada kopuyor zaten o neo liberal zincirler.

    Çünkü herkes biliyor ki aslında tam da o kendini tekrar ettiğinde “öldüğüne” inanan kişinin , tam da en ustalaştığı yerde kendini yıkma cesaretinin hamuruna bulanarak yapılacak bir iş olarak
    güzel mimarlık.

  • cihan-sevindik says:

    Tartışmanın her aşamasında aynı yere sıçrama yaparak ilgili kanun maddesini ortaya konması, bu maddeyi bileşenlerine indirgeyip tekrar tartışmaya açmayı zorunlu kılıyor. Bu maddenin uygulanması ile ilgili, toplumumuzun genel hastalığı olan, kanun maddelerinin işimize gelen kısmına vurgu yaparak bir çok sorun ve sorumluluktan yırtma refleksi bu tartışmada da sürüyor. Ben de bu kanun maddesini uyguladığını söyleyenlere kafamda ki soru işaretlerini sıralamak isterim;

    1- İlgili maddenin yarışmaların hedeflerini sıralarken ilk sırada yazdığı ” kamu yararı’ tamlamasındaki kamu sadece idareyi mi tanımlamaktadır? Bu tasarım probleminin muhatabı olan mimarlar da kamu ya dahil değil midir? Yalnızca tek taraflı, yalnızca idarenin faydasını düşünmek mesleki gelişim anlamında nasıl bir katkı koyacaktır?

    2-İlgili maddenin a bendinde ”çok sayıda seçenek” vurgusunda, ”çok” sıfatının rakamsal karşılığını belirlemek için yetkili merciler kimlerdir. Aslında kanun maddesinin bu kısmında vicdan ve iyi niyetlere teslim edilmiş gizli bir adalet mi vadır?

    3- Gene a bendinde ”rekabet” kavramına vurgu yapılmış. Bu rekabetin taraflarını belirlerken, kriterlerin net olarak ortaya konması, seçilenlerin neden seçildiği, seçilmeyenlerin hangi konuda eksik kaldığı konularında açıklama gereği bile duyulmadan, bu rekabet kavramının içerisini nasıl doldurduğunu kamu oyuna açıklanması gerekmektemidir?

    4- Bu beş yarışmadan birisinde, seçim sürecinin içerisinde olan birisine sorulan seçim kritlerleri ile ilgili herhangi bir soruya , ”Jüri başkanımız ısrarla tembihledi, sakın konuşmayın dedi” diye yanıt vermek nasıl bir şeffaflığın dışa vurumudur ?

    5 -İlgili maddenin b bendindeyse daha ilginç vurgular var. Bu yarışmaları bu kanun maddesine dayandırırken, b bendindeki ” mesleklerin gelişmesi” vurgusunu, meslekteki bazı kişilerin daha çok gelişmesi olarak mı okumak gereklidir? Yada farklı bir pencereden ele almak gerekirse, yarışmaların mimarlık pratiğine katkısını salt kazanç üzerinden bakmak, yarışmalar geleneğine haksızlık değilmidir?

    Bu sorular tabii ki çoğaltılabilir ve muhatapları cevaplarını da verirler elbet. Sadece bir noktayı aydınlatmakta fayda var, yapılan bütün eleştirilere ”ama seçilemeyenler eleştiriyor sadece” savunmasını yapmak, sizin değiminiz ile ” Tartışmaya kapalı zihin ile pozisyon almak” değilmidir?

  • yelta-kom says:

    Uzun zamandır bu konu hakkında ben de herkes gibi kafa yoruyorum, bu ön seçimli yarışmaların birinde seçilen eikplerden birisinin de temsilcisiydim. Ömer’in de meseleyi gayet iyi anlattığını düşünüyorum.

    Açıkçası en başta düşündüğüm, ön seçimli yarışmaların iyi bir seçenek olduğuydu. (Halen de öyle düşünüyorum, ama bunu savunmak için bir harbe giresim yok, bu bir yöntemdir, tercih edenler olur etmeyenler olur.) Çünkü ben gerçekten bir mimarlık yarışmasına katılan 150 projenin arasından sadece sekizinin seçilip, emeğinin karşılığını almasını da anlamıyorum. İZKA böyle bir örnekti mesala, o kadar ağır teslim şartlartı altında, ne kadarlık emek karşılık bulamadı, bunu da tartışmalıyız belki. Ayrıca İZKA’daki 150 katılım ortamın ne kadar yarışmaya aç olduğunu da gösteriyor, ağır şartlar altında girilen bir yarışmaydı İZKA.

    Diğer yandan ise ön seçimli yarışmaların iyi/kötü niyetli olmadığını veya iyi /kötü bir yöntem olduğunu söylemek anlamsız geliyor bana. Bu kadar ön seçimli yarışmadan ve seçilen ekipleri gördükten sonra, işte limiti doldu dedim. Demek ki böyle oluşan, işleri ile öne çıkan ekipler var, bu ekipler her seferinde kendilerini doğal olarak daha çok geliştiriyorlar ve ne yazıkki iyi bir girişim kutuplaştırma yaratıyor demiştim, ve eklemiştim Yarışmayla Yap durup dururken düşmanlar oluşturacak kendine diye. Aynı şekilde kimi zaman, açık yarışmalarda da sürekli aynı isimler ödül kazanabiliyor, jüriler değişmesine rağmen, ( diyebilirsiniz ki ama kimlikler gizli, eminim yarışma ile ilgilenen çoğu insan, herhangi bir proje görselini görüp kime ait olduğunu yüzde 70-90 civarında doğru söyleyebilir, bu tartışmaya açık bir husustur tabi)

    Ama benim genel gördüğüm, her şeyi düzene sokma niyetli olan mimarlığın, aşkın bir yarışma tanımı yapıp, elde olan her şeyi o kalıba sokma takıntısı. Sonuçta bir tane kutsal yarışma tanımı yok ve Yarışmayla Yap bu ülkedeki tek örgüt değil yarışma yapan, mimarlar odası var, başka kurumlar var, TOKİ var, MEB var. Bu muhabbet çoğu yerinde bana “Arkitera gibi bir kurumdan hiç beklemezdim” cümlesini hatırlatıyor..

    Yarışma yaptırmak hem zor hem güç, ama daima tek bir merkeze karşı olan beklenti hem mimarlık ortamını durduruyor, hem de kısırlaştırıyor. Bir ortamın gelişmesini sadece bir kurumdan beklemek yerine, ortamı zenginleştirmeye farklılaştırmaya çalışmak daha önemli geliyor bana.

    Ben kanun maddesi ile vs. ilgilenmiyorum, Hakan’ın dediği alternatif yaratma ve başka bir dil konuşma meselesini de katılıyorum . Ama bırakalım herkes kendi dilini konuşsun, bu dil çeşitliliği ortamı besler. Nasıl yarışmalar için farklı fikirlerin toplandığı yer diyorsak, yarışmalar da bir bütün olarak farklı yaklaşımların olduğu mecralar olmalı.

    Yarışma meselesi kutsal bir mesele değil, her kurumun inanılmaz bir sorumluluğu yok, bu web sitesine girmek bile insanların kişisel tercihi iken, başka örgütlenmeler ile ortamın zenginleşmesi mümkünken, günün sonunda daha çok yarışmaya girmek yerine daha çok yarışma organize etmek önemli olabilir.

    Mimarlık ortamının bu hale gelmesinden herkes kendini sorumlu hissedip bir şeyler yapmaya çalışsa bugün ortam böyle olmazdı. Yarışma konusundan alakasız ama, sessiz bir kuvvet olan mimar ve cool olmanın dayanılmaz hafifliğinden oluşan, ödenmeyen uzun mesailer, yazıda belirtilen maaş üzerinden ödenmeyen sigortalar, bu işin fıtratında var denilip yaratılan çalışma ortamları steril ve entelektüel mimarlık ortamının sorunu haline hiç gelmiyor. Ya da sözleşmesiz, ücretsiz projelerin üretilmesi, bunların da bu işin fıtratında olduğu söylenmesi hiç kamu önünde mesele haline gelmiyor. Mimarlık pratiği şefffaf bir pratik değilken, yarışma süreçlerinin şeffaf olmadığını söylemek abes kaçıyor.

  • emrah-akpinar says:

    Anlamadigim bi sekilde uzun ve asiri narin cumlelerle asil soylenilmek istenenler sanki gume gidiyor.
    Bu asamada sanki biraz emek ve adillik muhasebesi yapip asagidaki sorularin yanitlarini aramalıyız.
    1-acik ulusal yarismalar yerine neden on secimli…………(proje teklifi mi yarisma mi?)
    2-acik ulusal yarismalarda fazla sayida katilimla olustugu iddia edilen emek kaybina karsi onerilen bu sistem firsat kaybina neden olmuyor mu?
    ekselanslari michael jordan der ki : atilmayan her ucluk kacırılmış demektir:)
    3- gunumuzde bilgiye ulasma kolayligi dusunuldugunde hangi uzmanligi gerektiren bir konsept proje uretme sureci olabilir? Kaldi ki uzman danismanlar ile bu isbirligi yapilabilir.
    4- zaha hadidin secildigini dusunelim, yaninda calisan kimse ferdi olarak bu surece neden dahil olmasın?
    5- kimlikler ve iliskiler ortadayken jurilerin tum iyi niyetine ragmen surec ne kadar adil olabilir?

  • emrah-soylemez says:

    Yarışmayla yap fikrini ve çabalarını takdir ederek izlediğimi belirterek ön seçmeli yarışma süreçlerine ilişkin görüşlerimi kısaca paylaşmak isterim.
    Ön seçmeli yarışma türünün artıları ve eksilerinden çokça bahsedildi sanırım bu ortamlarda. Deneysel bir süreç olarak bir değerlendirme ile; kurumsallaşma, şeffaflık sorunları ve sürecin tek taraflı olarak görülmesi gibi 3 temel sıkıntıdan bahsedebilirim bu süreçte…
    1-Kurumsallaşma Sorunsalı: Ön seçmeli yarışma bir kurumsallaşmanın ürünü olduğu ve bir süreklilik kazandığı zaman “hafıza” oluşturur ve bağlamına ancak oturabilir. Yani bu süreç fikren kurumsallaşamazsa her yarışmayı tekil bir süreç olarak görecek ve iç tutarsızlıklara sahip olacaktır zamanla. Bu temel sıkıntının önüne geçmek ise kurumsallaşmanın desteklenmesi ve içselleştirilmesi ile olacaktır. Mimarlık ortamının desteği ve bu süreci devam ettirenlerin şevklerinin kırılmaması ancak bu yolla olur diye düşünüyorum.
    2-Şefaflık sorunsalı: Portfolyo gönderen her ekip belirli bir şeffaflıkta cevap verilmeyi hak eder. Jürinin bu şeffaflığı sağlayabilmesi ise yarışmadan önce detaylı bir seçme kriterini analitik olarak ortaya koyması ve sürecin sonunda da buna göre yaptığı değerlendirmeyi paylaşması ile olur ancak. Bunun iyi örneklerini uluslararası mimarlık yarışmalarında görmekteyiz. Yani çok zor olmayan jürinin biraz daha fazla emek harcamasıyla çözülebilecek bir durumdur.
    3-Sürecin tek taraflı görülmesi: şimdiye kadarki yarışmalarda gördüğüm bir diğer husus ise şartname kalitesi… bu sadece bu yarışma türüne özgü bir sorun değil ancak ön seçmeli yarışmada hem protfolyo veren hem de yarışmaya katılan haklı olarak bu kaliteyi beklemektedir. Bunun da iyi örneklerini yine Çanakkale’de Gelibolu yarımadası Barış Parkı Uluslararası fikir proje yarışması şartname ve eklerini gösterebiliriz. Bahsettiğim örnekte şartname tek başına yarışmacılara güven vermekte yeterlidir.
    Burada sıraladığım konular öne çıkan 3 tanesi.. Buradan naçizane önerim şu olur eğer süreç böyle devam edecek ise ve yukarıda belirttiklerim de sürece zarar veren sorun olarak değerlendirilirse bu süreç hem yarışma kurumunu geliştirecek, hem genç mimarlara bir umut verecek ve mevcutta deneyimli büroları bu sürece ikna edecektir. Diğer durumda ise bu üçayaktan bazıları ne yazık ki kopacaktır.
    Ve ayrıca, ön seçmeli yarışmaların temel argümanları olan –seçilen yarışmacıların emeğinin korunması, -katılımı çeşitlendirerek zenginleştirmek ve-kaliteyi artırmak konularında şimdiye kadarki sürecin başarısını Ömer’in tarafsızlığına güvenerek bir değerlendirme yapmasını da bekliyorum.

  • omer-yilmaz says:

    Hakan,
    Bir konuyu anlatmak için alıntı yapmaya laf etmen; “oh be” yorumu yazan birisi olarak “bir dilin” yabancısı olduğunu iddia etmen; karşındakini her defasında yeniden ötekileştirmen; bir akademisyen olarak içinde bulunduğun kurum olan Taşkışla’nın geldiği felaket durumla ilgili iki çift sözünü görememişken burada bin kaplan gücünde kesilmen… Ne diyeyim ki.

    Zorlu Center’a konu nasıl geldi bilmiyorum ama kendinin de içinde olduğu -200m2’lik- bir projenin -800.000m2’lik- Zorlu’dan iyi olduğunu düşünmen hoş tabii.

    Yarışmalarla ilgili söyleyecek söz kalmıyor bunca gariplikten sonra sana.

    Cihan Sevindik,
    Benim ne size ne de başkasına karşı hiçbir sorumluluğum yok. “Kanun maddelerinin işimize gelen kısmını …” söyleminiz son derece düzeysiz, sanırım kendiniz böyle yapıyorsunuz da karşınızdakini de böyle sanıyorsunuz. Yine de kafanızdaki sorulara cevaplarım aşağıda:

    1 Kamu yararı kamu yararıdır. Anlamını biraz daha çalışmanız lazım. Kendinizce yaptığınız çıkarımlar sizin fikir dünyanızla ilgili bilgi verir sadece.

    2 Her yarışma kendi sivil platformunu oluşturur, yarışmalar arası koordinasyonu sağlayan, sayı, nitelik belirleyen sizin deyişinizle bir “merci” yoktur.
    Bu soru o kadar manasız ki. Her yanı “ben takıldım bir kez” diyor.

    3 Bu konulardaki somut önerinizi hala öğrenemedik. Basitçe yazayım: Bu işin nasıl yapılması gerektiği ile ilgili bir fikriniz varsa lütfen yazın artık. Benim size karşı ya da kamuya karşı bir sorumluluğum yok, eşit derecede sorumluyuz.

    4 Jüri çalışmaları gizlidir. Jüri başkanı jürinin bir üyesidir, ekstra bir yetkisi yoktur. Jürinin her üyesi eşittir. Jüri 5 kişiyse 5’i de bir konuyla ilgili farklı düşünüyor olabilir. Jüri bir konuyu saatler, günler boyu tartışarak olgunlaştırmış olabilir. Dahası şartname çalışmalarında bu mesele derinlik kazanmış olabilir…
    Siz de bir yarışmacısınız, burada yazmış olduğunuza inanamıyorum.

    5 “Dervişin fikri neyse zikri odur” yazmıştım yukarıda. Yerine oturdu burada bir kez daha. Hayır efendim sizin düşündüğünüz gibi değil.

    Emrah Akpınar,
    1 Tek seslilik değil çok seslilik: Açık ulusal, uluslararası, ön seçimli, fikir, davetli… Tümü yazıyorum yazıyorum boşa gidiyor. Ya okumuyor ya da okuduğunuzu anlamak istemiyorsunuz.

    2 Yeterince yarışma açılırsa olmaz.

    3 Yukarıdaki yazımı yeniden okuyunuz, cevapları göreceksiniz.

    Emrah,
    Hemen cevaplıyorum:

    1 Tamamen katılıyorum. Ekleme yapmam gerek yukarıdaki yazımda da altını çizdiğim gibi tartışmak için değil ama karşı olmak için çok erken; sonuçları görmek, oradan geri besleme yaparak belki daha da destek olmak belki revizyonlar yapmak belki de bu sistemden vazgeçmek gerekecek.

    2 Katılıyorum. Örnek yarışmalardan bir yazı derlersen harika olur, yayınlar tartışmaya katkı sağlamış oluruz.

    3- Şartname ya da süreç niteliğiyle ilgili olarak ön seçimli yarışmaların açık yarışmalardan farkı yok.

    Sıddık,
    Bir toplantı düzenlerseniz şahsen izlemek isterim.

Bir yanıt yazın