Türk ve Fin Kırmızısı: Starlık Üzerine

Uzun bir süre önce okuduğum ”Benim Adım Kırmızı” adlı romanı hala hatırlıyorum. Polisiye tarafının ötesinde, geleneksel kahramanlarının modern bir gözle yorumu, kör olan minyatür ustalarının, çıraklarının yaşamları ve birbirleriyle ilişkileri, minyatür sanatı ile mimarlık bağlantısı, perspektif, eskiz yapmak, çizmek üzerine bende düşündürdükleri ile dikkatimi çekmişti.

Sanki eğitim sistemimizin çok derinliklerine iniyordu. Bu roman 3-4 yıl önce Fince’ye de çevrildi (Minun Nimeni on Punainen). Özel bir hikaye olmasına karşın Orhan Pamuk’un birçok romanı gibi Finlandiya’da oldukça ilgi çekti. Bu bütünüyle bizden bir kırmızı idi.

Size sözünü edeceğim bir başka kırmızı ise Finlandiya’dan. Son zamanlardaki çağdaş Fin mimarisinin örnekleri arasında hızla çıkış yapan ve Pamuk’un romanı ile aynı zamanlarda adını Fin dünyasında duyuran, herkesin kırmızısı kırmızı, “Senegal Kadınlar Merkezi”. Bu proje buradaki mimarlık mekanizmasının süzgeçlerinden geçen ve süratle basamakları tırmanan bir proje olarak bir sürü açıdan incelenmeye değer.

Kırmızının tasarımcıları, üçü de bayan olan genç öğrencilerdi. Yaptıkları proje bayanlar içindi, sosyal içerikliydi ve eğitimlerini sürdürdükleri Helsinki Teknoloji Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde bir okul projesi olarak başlamıştı. Senegal’de yardım kuruluşları tarafından, yerli ustalar eli ile inşa edilecekti. Oradaki insanların yaşamını etkileyecek bir boyutu vardı. Ekolojik değerler, yerel inşa tekniği ile birleştirilmişti. Çağdaş bir mimari çözüm aranıyordu. Yapımında dönüşümlü malzemeler kullanıldı. Yöredeki bir sürü insanla planlama üzerine tartışıldı. Proje bittiğinde bölgedeki Senegalli kadınların dayanışmasına tanıklık eden, onları biraraya getiren ortak bir yer, herkesin yeri olmuştu. Projenin rengi kıpkırmızıydı. Kırmızının tonu dikkatle seçilmişti. Senegal’deki salaş bir yerleşim bölgesindeki çorak zemin üzerinde, Afrikalı siyahi yüzlerle birlikte muhteşem bir beraberlik yaratıyordu. Geleneksel görünümünün yanında Afrika topraklarında kendini belli eden kırmızı bir enstalasyondu. Bina 2001 yılında tamamlandı. Onca bürokrasinin içinden böyle bir sonuç çıkarılmıştı. Projenin esas başarısı, aşırı mütevaziliğiydi. Kırmızı renk ise cesur ve çok yerinde bir karardı.

Kadınlar Merkezi, Senegal, Saija Hollmén, Jenni Reuter ve Helena Sandman, 2001 Fotoğraf: Juha Ilonen

Kadınlar Merkezi, Senegal, Saija Hollmén, Jenni Reuter ve Helena Sandman, 2001 Fotoğraf: Juha Ilonen

Kadınlar Merkezi, Senegal, Saija Hollmén, Jenni Reuter ve Helena Sandman, 2001 Fotoğraf: Juha Ilonen

Fin mimarlık dünyasındaki bu yeni yüzler artık sahnedeydi. Helsinki’deki ilk toplu sergilerinden sonra ülke düzeyinde de yeni sergi ve yayınlarla tanındılar. Kendilerine ödüller verildi, burslar aldılar. Birçok ülkede çeşitli kuruluşlardan destek görerek sergiler açtılar. Üç genç starlığa adım atmıştı ve adeta mekanizma onlara kapıları açıyordu. Herkes sevdi kırmızıyı. Ögrencisi, hocası sokaktaki adam, gazeteden okuyan hemen hemen herkes. Geçtiğimiz yıl kış aylarında, Kuzey Finlandiya’daki Rovaniemi ve Kemi’de yapılan “Snow Show”da, Zaha Hadid’den Tadao Ando’ya, Anish Kapoor’dan Lebbeus Wood’a birçok usta isim arasında ilgi çekici bir proje daha yaptılar .

Lanterns of Ursa Minor, Rovanieni, Saija Hollmén, Jenni Reuter ve Helena Sandman & Robert Barry, 2004 Fotoğraf: Juha Ilonen

Son günlerde ise İstanbul’da yapılan UIA Mimarlık Kongresi’nde Senegal’de yaptıkları projeyi bir kez daha sergilediler. Her iki yapıtları da, özellikle Senegal projesi dünyanın önde gelen birçok dergisi tarafından basıldı. Ayrıca bu proje geçtiğimiz yıllarda Fin Mimarlar Odası SAFA’nın seçimi ile Venedik Mimarlık Bienali’nde Finlandiya’yı temsil etti. Kırmızı ev, mütevazi heroik olmayan yaklaşımı ile Fin mimarlık kültüründe ard arda ortaya çıkan success story’lerin değişik bir versiyonu oldu. Kırmızıyı gerçekleştiren Saija Hollmén, Jenni Reuter ve Helena Sandman Fin mimarlık kültüründe starlık merdivenlerinde yer aldılar. İleride yapacaklarıyla, yeni adımları beklenen gençler. Gözler önünde dikkatle izleniyorlar. Sanıyorum, bu baskı altında olmakları bu gençler için pek kolay değil.

Seyir Terası, Helsinki Hayvanat Bahçesi, Ville Hara, 2002 Fotoğraf: Jussi TiainenStarlık anlayışının Türkiye’deki gibi burada da geçerli olduğu bu mimarlık sisteminde kriterler daha başka. Öncelikle bu adaylar çok genç yaşta, daha öğrenciyken sahne alıyorlar. Mimari mekanizma da bu gençleri, yepyeni isimler olarak ortaya çıkarıyor. Herkese açık proje yarışmaları birçok kez hocaları, ustaları geçip ödülleri toplayan gençler için önemli bir fırsat. Öğrenciler mimarlık yarışmalarına katılabilirler. Bu yarışmalarda mimar olsun olmasın herkes proje teslim edebilir. Ayrıca bina yapmak için Finlandiya’da mimarlık okulu bitirilmesi gerekmiyor. Mimarlık okullarındaki gerçekleşmeye yönelik proje yapma şansı da öğrencileri oldukça özendiriyor. Öğrenciyken Helsinki’deki mimarlık fakültesinde yaptığı yarışma projesi 2002 yılında inşa edilen, Helsinki hayvanat bahçesindeki seyir terası ile dikkat çeken Ville Hara ve partneri Anu Puustiainen diğer göze çarpan isimler.

Son zamanlarda, birkaç yarışmada bir sürü ustayı geride bırakarak ödül alan bu gençler yine ilk starlık basamaklarında. Oulu Mimarlık Fakültesi’nde okurken yaptığı okul projesi bir öğrenci yarışmasını kazanan ve 2004 yılında, Kärsämäki’deki kilisesi inşa edilen Anssi Lassila da tasarımlarıyla kendini gösteren bir genç isim.

İlk çıkışını Helsinki şehir merkezindeki ARMI Enformasyon Merkezi Yarışması’nı kazanarak yapan, Tampere Mimarlık Fakültesi’nden bir araya gelen gençlerin kurduğu JKMM grubu da (Asmo Jaaksi, Teemu Kurkela, Samuli Miettinen, Juha-MäkiJyllila) son olarak bu yıl Vanta Kültür Merkezi yarışmasında olduğu gibi bir sürü önemli yarışmada büyük ödüllere uzanıyor ve şimdiden önemli işlere imza atıyor. Bütün bu gençler değişik anlayışları ile göze çarpıyorlar.

Vantaa Kültür Merkezi, Yarışma Projesı, JKMM Mimarlık Ofisi, Asmo Jaaksi, Teemu Kurkela, Samuli Miettinen, Juha-Mäki Jyllilä, 2004

Vantaa Kültür Merkezi, Yarışma Projesı, JKMM Mimarlık Ofisi, Asmo Jaaksi, Teemu Kurkela, Samuli Miettinen, Juha-Mäki Jyllilä, 2004

Örnekleri çoğaltabiliriz. Genç starlarla ilgili sözünü edeceğim son grup ise 16 yıl öncesinden. Fin Mimarlık Dünyasında tarih yazan MONARK. Bu grup, 1992 Sevilla EXPO Dünya Sergisi Finlandiya Pavyonu Yarışması’nda birinci olan 5 kişiden oluşmuştu. 1989 yılında, herkese açık mimari yarışmayı kazandıkları zaman Helsinki’deki mimarlık fakültesinde okuyan grup, Matti Sananksenaho, Juha Jääskelainen, Jari Tirkkonen, Juha Kaakko, Petri Rouhiainen’den oluşuyordu ve 2’si ikinci, 3’ü ise üçünçü sınıf öğrencisiydi. Yarışmayı da okuldaki projeleri sırasında çizdiler. Sonuçlar açıklandığında herkesi şaşırtmışlardı. Hiç tanınmamış bu gençler birinci ödülün sahibi olmuştu. Sevilla’da yapılacak projeyi inşa edebilmeleri için detaylı çizimlerin yapılması gerekiyordu. Helsinki’de bürosu olan deneyimli mimar Juhani Pallasma, o dönemde kendilerine danışmanlık yaptı. Bugün bu grubun tasarladığı Fin Pavyonu, çağdaş Fin Mimarisi örnekleri içinde çok önemli bir bina olarak nitelendiriliyor. Bu beşlinin içinden Matti Sanaksenaho, şimdi 40’lı yaşlarının başında yapıtlarıyla gerçekten ustalık seviyesinde, dünya çapında ilgi çekiyor. Bana göre Finlandiya’da şu anda yaşayan en özgün mimarlardan birisi.

İki ülkedeki kırmızıları, Türkiye’deki ve Finlandiya’dakileri bir araya getirirsek bazı şeyler aklıma geliyor. Yıllar önce bizim İstanbul Sinema Günleri’nde genç yönetmenler seçilmişti. Yabancı basın mensupları, karşılarında saçı azalmış bizim yaşlı gençleri görünce şaşkınlıklarını gizleyememiş ve neden böyle olduğunu kendilerine sormuşlardı. Bizim yaşlı ama genç yönetmenlerden birinin yorumu ise gerçekten ilgi çekiciydi. Türkiye’de insan geç olgunlaşıyor demişti. Bu bize özgü bir şeydi. Bunun şimdi Türkiye’de, özellikle mimarlık dünyasında ne kadar değiştiğini bilmiyorum ama ülkemizde gençlere yönelik sınırların mimarlık kültürümüzde çok genişlediğini düşünmek istiyorum. Tabii kuzeydeki zamanından önceki olgunlaşma da, zorlu ve karmaşık, Finlandiya’ya özgü bir iş, belki de doğaları gereği, yetişmeleri gereği.

İstanbul’da ve İngiltere’deki mimari studyo hocalığı deneyimimden sonra önce Tampere’de sonra da Helsinki’deki mimarlık fakültesinde görev almıştım. Helsinki’deki proje grubumda, 1. sınıf öğrencilerinin önüne ilk defa geçtim. Kendimi anlattım ve yaptıklarımı tanıttım ve sonra da öğrencilerden onları anlatan birşeyler istedim. Çizecekler ya da yazacaklar ya da maket yapacaklar ya da anlatacaklardı. İlginç cevaplar aldım. Öğrencilerle uzun uzun yaptıkları üzerine tartıştık. Ve o gün tahsihte anladım ki çok yaşlıydılar, tabii ki fiziksel olarak değil. 1. sınıf öğrencisi olmalarına karşın kafa olarak, mimarlık kültürünün kurallarına uyan, davranış kalıplarına uyan, sanki yakasız siyah gömlekler giyen yaşlı mimarlar gibiydiler. Şimdiye kadar hiç böyle bir öğrenci grubuna rastlamadım. Düşündüklerimi onlarla paylaştım. Beni ilgi ile dinlediler. Gençliklerini yaşamalarını, ilk önce yapacaklarının mimarlığı unutmak olduğunu söyledim. O ağır yükün altında ezilmememizi, bunun keyifli oyun gibi bir iş olduğunu, kimseyi öldürmediğimizi, kimseye zarar vermediğimizi, özgür ve korkusuz olmamızı, gayret edeceğimizi, sadece ve sadece bir proje yaptığımızı ve hayattaki fragmanlarla, anekdotlarla mimarlığa geleceğimizi vurguladım. Her şeyin raflarda dergilerde olmadığını, ustaların modeller olduklarını ama öğrencilerin ne düşündüklerinin çok daha önemli olduğunu ve benim onları tanımak istediğimi ve kendilerinden bir şeyler istediğimi söyledim. Yoksa her şeyin reçeteleriyle periyodiklerde bulunabileceğini, modaya bağlı olanları kopyalamamızın çok enteresan olmayacağını vurguladım. Çok güzel cevaplar aldım. Hoş bir stüdyo yaptık, karşılıklı limitlerimizi zorladık üç dönem boyunca. İki kültürü bir araya getirdik.

Geçtiğimiz ay, Hon Kong’daki Çin Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde, bir hafta boyunca değişik öğretmenlerle değişik sınıfların mimari proje jürilerinde görev aldım. Çinli öğrenciler çok hoştu. Yapılan projelerin standartı da oldukça yüksek sayılabilirdi. Ama doğrusunu söylemem gerekirse bir açıdan Çin’de miydim, Helsinki’de miydim hiç farkı yoktu. Binlerce yıllık birikimi olan Çin dünyasında yüzler Çinli idi ama batıda, her yerde olabilecek bir mimarlık okuldaydım sanki. Öğretmenlerin birçoğu batılıydı ya da batıda eğitilmiş kişilerdi. Oralardaki projeleri etkileyen mimarlık dünyamızın starları da her nasılsa her yerde olan starlarımızdı, her yerde aynı olan tanrılarımızdı. Bir şeyler yanlıştı.

Starları olmayan bir dünya olabilir mi? Star ya da starları olmayan film seyredilebilir mi? Tabii ki star rolü oynayanlar hiç tanınmamış dahi olsa rollerini oynama becerileri ile yönetmenin ya da yönetmenlerin başarılı yönetimi ile bir filmin başarılı olmasını sağlayabilirler. Ama starlara, ustalara endeksli yaşam, mimarlık kültürü, mimarlık eğitimi, gerek yöresel gerekse global anlamda gerçekten etkili ve günümüzün iletişim teknikleri ile her geçen günde etkisini artırıyor. Bundan kaçış yok gibi görünüyor. Belki bu bir anlamda onu değerlendirmek için ve herkesin kendi yolunu bulabilmesi için harika bir fırsat. Globalleşirken herşey aslında çok küçülüyor ve daralıyor. Zaman çok hızlanır gibi görünürken adeta yerinde duruyor. Uluslararası ustaların, starların bir çoğunun kendi aralarında aynı, benzer usluplarda proje yapmaları, bugün bir çok kez ancak küçük nüanslarla biribirinden ayrılma noktasında. Tıkanıklık giderek artıyor. Özgün fikirler yerine küçük nuanslar tartışılıyor. Artık herkes, herkesin yaptığını yapıyor. Kişisellik giderek yok oluyor. Mimarlıkta herşey süratle birbirine benzemeye başlıyor. Ama ben hala geleceğin dünyasında bir ya da birkaç mimarlık değil binlercesi olacağını düşünüyorum ve düşünmek istiyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın