Ülkemizin Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yerleşmelerde deniz ve güneş turizmine yönelik olarak yapılan mimari düzenlemeler 1960’lardan bu yana gündeme gelmeye başlamış ve özellikle 1980’lerden bu yana hız kazanmıştır. Söz konusu düzenlemelerin bir ayağını otel, motel ve tatil köyü gibi doğrudan doğruya bir endüstri olarak turizmin gelişimini desteklemek üzere gündeme getirilmiş olan yapı tiplerine yoğunlaşan mimari uygulamalar (Resim 1), diğer ayağını ise bu bölgelerde giderek yoğunlaşan ikinci konutlar (Resim 2) oluşturmaktadır. Bu bölgelerde ayrıca mevcut geleneksel konutların fiziksel yenileme sonrasında pansiyon ya da butik otel haline getirilerek konaklama işlevini yerine getiren birer yapıya dönüştürülmeleri de sıklıkla gerçekleştirilen bir uygulama olarak dikkati çekmektedir (Resim 3). Turizmin bir bölge ya da ülkenin ekonomik ve sosyal yönden gelişimini sağlayan en önemli dinamiklerden biri olduğu yadsınmamakla birlikte, yukarıda kısaca anılan türden mimari düzenlemelerin bulundukları yerleşmelerde mimari, kentsel, sosyo-kültürel ve çevresel açılardan çeşitli olumsuzluklara yol açtıkları da tartışılamaz bir gerçektir.
Türkiye’de 1960’lı yıllardan bu yana görülmeye başlanmakla birlikte özellikle 1980 sonrasında hızla gelişen turizm olgusu ile bağlantılı olarak ortaya çıkan ve deniz kıyıları boyunca uzanan yeni turizm yerleşmelerine ilişkin sorunlar çeşitlilik göstermektedir. Bu çalışmada ele alınan sorun alanıyla ilişkili olarak, özellikle ikinci konutların yoğunlaştığı yerleşmelerdeki temel sorun, kıyı alanlarındaki yoğun, plansız ve özensiz yapılaşma yoluyla kıyıların betonlaş-tırıl-ması biçiminde ön plana çıkmaktadır. Bu çalışmada Balıkesir ilinin Ege denizine kıyısı bulunan yerleşmelerinde iç turizme yönelik geliştirilmiş olan yapı tiplerinden biri olan ikinci konutların mimari, kentsel, sosyo-kültürel ve çevresel açılardan yarattığı tahribata odaklanılmıştır.
Resim 1 – Çeşme Sheraton Oteli. Fotoğraf: Gaye Birol Özerk
Resim 2 – Port Alaçatı. Fotoğraf: Gaye Birol Özerk
Resim 3 – Alaçatı geleneksel konut dokusu. Fotoğraf: Gaye Birol Özerk
İkinci konutlar, yılın belirli dönemlerinde genellikle tatil amacıyla kullanılmak üzere üretilen, kullanıcısının kent yaşantısının artan sorunlarından uzaklaşmak, dinlenmek, yenilenmek gibi amaçlarla görece kısa süreli olarak kullanmakta olduğu bir yapı tipidir. Manisa ve Görgülü (2008), ikinci konutları “Başka bir yerde ikamet edip çalışmaları koşuluyla kullanıcıları tarafından satın alma veya kiralama yoluyla yılın belli dönemlerinde rekreatif amaçlı olarak kullanılan, fiziksel çekiciliği yüksek bölgelerde (akarsu, göl, kaplıca, deniz kıyısı, vb.) inşa edilmiş, turizm sektörü ile bütünleşmiş bir emlak yatırımı özelliği gösteren sabit mülk” olarak tanımlamaktadır. İkinci konutların yer seçimlerine ya da kullanım özelliklerine bağlı olarak tatil evi, hafta sonu evi, sayfiye evi, dağ evi ya da kır evi olarak sınıflandırıldığı görülmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’de 1970’li yılların ikinci yarısından bu yana üretilen ikinci konutların önemli bir bölümü kıyı yapılaşmasının vazgeçilmez bir parçası haline gelerek denize yakın bölgelerde yoğunlaşmakta ve yerleşme deseni olarak deniz kıyıları boyunca çizgisel bir biçimde gelişmektedir. Bu durum, ülkemizde tatil denildiğinde yılın yaz aylarındaki sınırlı bir zamanının deniz kıyısında bir bölgede geçirilmesinin anlaşılmasından (deniz, kum, güneş turizmi) ve bu nedenle deniz ve güneş olanakları yönünden zengin olan ülkemizde ikinci konutlar için genellikle deniz kıyısındaki bölgelerin seçilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu konutlar, daimî olarak içinde yaşanılan ve kullanımda önceliği bulunan konutlardan farklı bir biçimde geçici bir süre için kullanılan ve yılın büyük bir bölümü kullanılmayan konutlar oldukları için[1] “ikinci konutlar” olarak adlandırılmaktadırlar. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de bulunan ve tatil konutu ya da yazlık konut olarak nitelendirilebilecek ikinci konut sayısı yaklaşık 480.000 civarındadır. Bu konutlar yılda ortalama 1,5 ay gibi kısa bir zaman diliminde kullanılmakta, bu nedenle verimli kullanılamayan âtıl bir yapı stoğu olarak tanımlanmaktadır (Manisa, Gül, 2009; Manisa, Görgülü, 2008).
Ülkemizde yazlık ikinci konutların sayılarındaki hızlı artış öncelikle son 20 yıldır tatil yapmanın toplumun genelinde yaygınlaşmakta olan bir mekânsal pratik haline gelmesi ile ilişkilidir. Ulaşım, iletişim ve eğitim alanlarındaki gelişmeler, toplumda genel refah düzeyinin ve tatil için ayrılabilecek boş zamanın artışı, “tatil yapma” alışkanlığının oluşmasına ve yerleşmesine neden olmuştur. Tatil yapmak amacıyla yazlık ikinci konut edinme isteğinin temelinde ise tatil döneminde de yerleşik bir mekânsal ve sosyal çevre içerisinde bulunma, tatil ile eş zamanlı olarak bahçe tarımı vb. işlerle ilgilenme, tatil döneminde dinlenmenin yanı sıra aile büyükleri ve çocukları ile aynı konut içerisinde bir araya gelerek yılın bu bölümünü tüm ailenin bir arada bulunduğu bir zaman dilimi olarak değerlendirme, tatili daha az maddi harcama yaparak gerçekleştirme isteği ve bir yazlık ikinci konut sahibi olarak toplum içerisinde prestij elde edilebileceği düşüncesi yatmaktadır. Diğer yandan, yazlık ikinci konutların aynı zamanda verimliliği yüksek birer emlak yatırımı olarak görülmesi de bu konutların sayılarındaki ani artışın önemli nedenlerinden biridir. Bir ya da birden fazla yazlık ikinci konut sahibi olan mülk sahipleri kullanmadıkları konutları sezonluk kiralayarak ya da pansiyon turizmi için değerlendirerek bu konutlardan gelir elde etmekte ya da genellikle konut kooperatifleri aracılığıyla ve oldukça düşük maliyetlerle üretilmiş konutlarını bir süre sonra çok daha yüksek fiyatlar karşılığında satarak rant elde etmektedirler. Bu durumda yazlık ikinci konut, istenildiğinde tatil yapmak için kullanılan, istenildiğinde de vergilendirilmemiş yüksek fiyatlar karşılığında kolayca kiralanabilen ya da satılabilen birer mülk, dolayısıyla değerli bir yatırım aracı olarak görülmektedir.
Türkiye’deki yazlık ikinci konutların bulundukları yerleşmelerde yarattığı sorunların başında bu yapıların ortaya çıkarttığı mimari kalite noksanlığı gelmektedir (Resim 4). Bu durum hem tasarım hem de üretim süreçlerinde etkili olmaktadır. Söz konusu konutlar genellikle kooperatifler ya da müteahhitler eliyle ve yüksek rant beklentisi nedeniyle en düşük maliyetle üretilmek istenmekte, hem mimari tasarım hem de yapı üretimi için ayrılan bütçe minimumda tutulmaktadır. Yapının bulunduğu bölgedeki çevresel koşullar, yerel mimari değerler ve yine yere özgü malzeme kullanımı gibi temel unsurlar göz ardı edilmekte, sonuç olarak yazlık ikinci konutlar Türkiye’nin hemen her yerinde tasarlanabilecek türden standart iç mekân çözümleri ve standart cephe düzenine sahip sıkıcı ve monoton, bazen de apartman tipinde inşa edilmiş yapılar olarak ortaya çıkmaktadır. Güzer’in de belirttiği gibi (2010), “Türkiye kıyılarında turizm potansiyelinin keşfedilmesinden sonra kıyı yerleşkelerinin çoğu hazırlıklı olmadıkları bir yapılaşma yoğunluğu ile karşı karşıya kalmış, özgün ve tarihi dokuları kıyı kenarlarından başlamak üzere dönüşüme uğramıştır. Bu dönüşümün getirdiği niteliksiz ve çevreye duyarsız yapı stoğu kıyı yapılaşması konusunu Türkiye mimarlık ortamı için özel bir sorun alanı olarak öne çıkarmaktadır.”
Resim 4 – Bodrum’da konut yerleşmeleri
Fotoğraf: sol: http://wowturkey.com/t.php?p=/tr314/Yusuf_Esengul_IMG_2704.jpg; sağ: http://www.yalcinguran.com/2010/08/bodrumun-yapilasma-yuzunden-hal-i-purmelali/
Yazlık ikincil konutlar, bulundukları yerleşmelerde çeşitli kentsel sorunların ortaya çıkmasına da neden olmaktadırlar. Sözü edilen konutların bulundukları kıyı yerleşmelerinde planlamanın kısmi plan notları ile çözümlenmesi, bütüncül ve üst ölçekli planlama yapılmaması, bu yerleşmelerin sağlıklı bir kentsel düzene kavuşturulmasının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Arsa fiyatlarının yüksekliği nedeniyle yatırımcının minimum alandan maksimum fayda sağlamayı amaçlıyor oluşu ve bu bölgelerdeki yerel yönetimlerin ekonomik çıkar çevreleri tarafından uygulanan baskılara direnememesi (Manisa ve Yerliyurt, 2010) sonucunda yoğunluklar artmakta, yeşil alanlar azalmakta, plansız kentleşmenin önüne geçilememektedir (Resim 5). Bu tür konutların edinilmesindeki temel amaç kent yaşamının gürültü ve karmaşasından uzaklaşmak iken yazlık ikinci konutların yoğunlaştığı bölgelerdeki kentsel yapı, içerdiği sorunlar açısından büyük kent merkezlerindeki kentsel sorunlarla yarışır hale gelmektedir. Kapalı yerleşmeler biçiminde tasarlanan konut siteleri içlerine kendilerini hapsettikleri duvar, çit, vb. bariyerleri nedeniyle devletin malı olan ve halkın kullanımına açık olan kıyı alanlarının belirli kullanıcılar için özelleşmesine neden olmakta, büyük kentlerdeki kapalı konut sitelerine benzer kentsel ve sosyal sorunlar ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, yazlık ikinci konutlar, kıyı alanlarında yaz aylarında yaşayan ancak yılın büyük bölümünde ölü yeni kentlerin doğmasına neden olmaktadır. Yazın nüfusları birdenbire artan, kışın ise azalan yerleşmelerde yaz aylarında temiz su sağlama ve çöp toplama gibi hizmetlerin götürülmesinde sıkıntılar yaşanmakta; yol, su, elektrik, kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerinin yetersizliği bu yerleşmelerin başlıca sorunları arasında öne çıkmaktadır.
Resim 5 – Bodrum (solda) ve Kuşadası’nda (sağda) kıyıların betonlaşması.
Fotoğraf: sol: http://wowturkey.com/t.php?p=/tr34/Sarp_tessst.jpg; sağ: http://www.resimler.tv/resim3395.htm
Türkiye’de yazlık ikinci konutların bulunduğu yerleşmelerde ortaya çıkan sosyo-kültürel sorunların başında yere özgü kültürel değerlerin yozlaşması, kaybı ya da Urry’nin (1995) de belirttiği gibi, söz konusu kültürel değerlerin tüketilmeye açık metalara dönüştürülmesi gelmektedir. Söz konusu yerleşmelerde toplumun kendine özgü adetleri, yaşama biçimi ve alışkanlıkları, gelenek, görenek ve ritüelleri bir yandan yerleşmedeki ticari hareketliliği artırmak amacıyla karikatürize edilmiş şekilde çeşitli hediyelik eşya vb. ürünlerde kullanılarak tüketilmekte (Resim 6), diğer yandan da her yılın yaz aylarında geçici bir süre için de olsa kozmopolitleşen toplumsal yaşantı içerisinde yavaş yavaş özünü kaybederek eriyip gitmektedir. Ayrıca, bir kıyı yerleşmesinde yazlık ikinci konut sayısının ve dolayısıyla yaz aylarında bölgede bulunan nüfusun artması, yerel halk tarafından kısa vadede çevredeki arsa fiyatlarının ve ekonomik hareketliliğin artmasını sağlaması bakımından olumlu karşılanırken, orta ve uzun vadede çevreyi kullanma hakkının sonradan gelenler tarafından yerel halkın elinden alınmasına ve çeşitli çevresel sorunların yaşanmasına neden olmakta, ortaya çıkan sosyo-kültürel uyumsuzluklar nedeniyle memnuniyetsizlik yaratmaktadır (Dal ve Baysan, 2007). Söz konusu yerleşmelerdeki özgün yapılaşma kültürü, yerel mimari değerler ve malzeme kullanımı gibi niteliklerin yazlık ikinci konut üretiminde ya tümüyle göz ardı edilmesi ya da kitsch bir anlayış içinde karikatürize edilerek, basitleştirilerek, değersizleştirilerek ve içi boşaltılarak yinelenmesi (Resim 7) de bu yerleşmelerde ortaya çıkan kültürel sorunlardan biri olarak ön plana çıkmakta, bu tür bir anlayış yerel halkın da estetik seçimleri ve beğenileri açısından olumsuz yönde dönüştürücü bir rol üstlenmektedir.
Çevresel sorunlar, yazlık ikinci konutların bulundukları yerleşmelerde ortaya çıkmasına neden oldukları önemli sorunlardan biridir. Türkiye’de merkezi ve yerel yönetimlerin kıyı yerleşmelerine tümüyle birer kalkınma ve ekonomik gelişme aracı olarak yaklaşmaları, kıyılardaki yapılaşmanın hızla artmasına neden olmakta, bunun sonucunda ise kıyı kaynakları hızla tahrip edilmektedir. Yazlık ikinci konutların artışı, tarım ve orman alanlarının, çeşitli bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına, kaynakların aşırı kullanımına ve çevre kirliliğine yol açmaktadır.
Resim 6 – Türkiye’nin farklı turistik yerleşmelerinde hediyelik eşya olarak satılan biblolar.
Resim 7 – Port Alaçatı Evleri (solda) ve özgün bir Alaçatı evi (sağda)
Fotoğraf: sol: http://www.htemlak.com/galeri/406710-port-alacati/2; sağ: Fotoğraf: Gaye Birol Özerk
Balıkesir, Anadolu’nun kuzey batısında bulunan bir ildir. Güneyinde Manisa ve İzmir, batısında Ege Denizi ve Çanakkale, doğusunda Kütahya ve Bursa, kuzeyinde Marmara Denizi bulunmaktadır (Resim 8). Coğrafi konumu nedeniyle farklı mikroklima özellikleri gösteren Balıkesir, farklı turizm türlerine (yaz turizmi, kış turizmi, sağlık turizmi, dağ turizmi, doğa turizmi, gençlik turizmi, av turizmi, kültür turizmi, vb.) uygun bir yerleşme karakteri taşımaktadır. Bu açıdan bakıldığında, il genelinin farklı turizm türlerine ilişkin yatırımlar için oldukça zengin bir potansiyel barındırmakta olduğu görülmektedir. Son yıllarda sağlık turizmi (kaplıca turizmi ya da kış turizmi olarak ta tanımlanabilir) konusunda yapılmış ve yapılmakta olan büyük yatırımlar gündeme gelmiş olmakla birlikte, bu tür çalışmalar henüz başlangıç düzeyindedir. İlin kuzeyde Marmara Denizi’ne, batıda Ege Denizi’ne kıyısının bulunması, bölgeyi öncelikli olarak yaz turizmi için elverişli hale getirmekte ve turizm konusundaki yatırımlar daha çok yaz turizmine yönelik olarak yapılmaktadır. Bölgede yaz turizmi için yapılan yatırımlar ise küçük ölçekli ve ağırlıklı olarak iç turizme yöneliktir. Kısa bir süre önce açılmış olan Edremit Körfez Havaalanının yakın dönem içerisinde uluslararası havaalanına dönüştürülmesi hedeflenmekle birlikte bu hedefin kısa süre içerisinde gerçekleştirilmesi olası görünmemekte, bu durum da bölgede yapılacak dış turizm yatırımlarının önünde engel oluşturmaktadır. Bununla birlikte, havaalanından Ankara ve İstanbul’a yapılan uçak seferleri özellikle yaz aylarında yoğunlaşmakta ve bölge başka illerden daha kolay ulaşılabilen bir turistik bölge haline gelmektedir. Ülkenin güneyinden kuzeyine doğru gidildikçe yaz sezonu kısaldığından Balıkesir ili çevresindeki yerleşmelerde yapılacak yatırımların karlılık oranının azalacağı düşünülmekte, bu nedenle il genelindeki yaz turizmi yatırımları yazlık ikinci konut üretimi konusunda yoğunlaşmaktadır.
Bu noktada, bölgedeki ikinci konut stoğuna yoğunlaşan turistik yatırımların bölge –ve ülke ekonomisinin gelişimine olan katkısının da düşük düzeyde kaldığını belirtmek mümkündür. Söz konusu konutlar, sahiplerinin kullanmadıkları zamanlarda genellikle iç turizme yönelik pansiyon olarak kiralanmakta, bu yolla vergilendirilmemiş bir maddi kazanç elde edilmektedir.
Resim 8 – Balıkesir İl haritası.
Balıkesir ilinde iç turizme yönelik yapılan girişimlerin geçmişi 1960’lı yıllara kadar uzanmaktadır. Bu yıllarda Balıkesir iline bağlı Erdek ilçesi Türkiye’deki turizm hareketlerinin öncülüğünü yapmış ve 12 km uzunluğundaki sahil şeridinde başta otel ve moteller olmak üzere turizme yönelik birçok yapı inşa edilmiştir. 1990’lı yıllara gelindiğinde, Erdek ve çevresindeki tatil yerleşmelerinin geçmişteki cazibesini yitirmeye başladığı görülmektedir. Turizm yatırımlarının yanı sıra sanayi yatırımlarının da Marmara Denizi çevresinde odaklanması ve yarattıkları çevresel tahribat, Marmara Denizi çevresinde konumlanmış diğer turistik yerleşmeler olan Yalova, Gemlik ve Silivri’de de yaşanan söz konusu cazibe kaybının önemli nedenlerinden biri olarak görülebilir. Bununla birlikte, bölgede özellikle yazlık ikinci konut sayısındaki artışın beraberinde getirdiği yoğun ve plansız yapılaşma, bölgenin belirli bir doygunluğa ulaşmasının ve daha az tercih edilen bir tatil yöresi haline gelmesinin önünü açmıştır. Türkiye’deki neredeyse tüm tatil bölgelerinde olduğu gibi, Balıkesir ilinin yaz turizmi için ilk tercih edilen bölgesi olan Erdek ve çevresinde de yerel halk yaz turizminin getireceği düşünülen ekonomik gelişmeden kendi payını almak isteyerek yüksek rant beklentisiyle daha fazla yapılaşma talep etmiş, ancak bu sürecin sonunda artan çevresel sorunlar bölgenin tercih edilebilirliğini belirli bir süre sonra minimize etmiş, söz konusu bölge âtıl bir ikinci konut stoğu ile baş başa kalmıştır.
Günümüzde ise Balıkesir ili çevresindeki yazlık ikinci konutların Ege denizi sahil şeridi boyunca güneyden kuzeye doğru Ayvalık, Burhaniye, Akçay, Güre ve Altınoluk çevresinde yoğunlaşmakta olduğu görülmektedir. Söz konusu bölgede 1980’li yıllarda başlayan yazlık ikinci konut inşası 80’lerin ikinci yarısından sonra hızla artmış, günümüzde ise doruk noktasına ulaşmıştır. Özellikle Akçay-Altınoluk kıyı bandı boyunca ikinci konut inşa edilebilecek alanların neredeyse tümüyle azalmış olması, bölgedeki yazlık ikinci konutların giderek Kaz Dağları eteklerine doğru yayılma eğilimi göstermesine yol açmaktadır (Resim 9, Resim 10).
Resim 9 – Altınoluk kıyı şeridinde konut yoğunluğu.
Resim 10 – Kaz Dağları eteklerine doğru yayılma eğilimi gösteren yazlık ikinci konutlar. (Fotoğraf: Gaye Birol Özerk)
Bölgede 1980’li yıllardan bu yana inşa edilen yazlık ikinci konutların çoğu konut kooperatifleri aracılığıyla ve ortalama on yıla yayılan uzun bir inşaat sürecinin sonunda tamamlanabilmiştir. Konutları düşük maliyetle üretme isteği hem tasarım hem de üretim yönünden belirgin bir mimari kalite yoksunluğuna yol açmıştır. Söz konusu yapıların hem mimari tasarım hem de üretim açısından dikkate değer sorunlar içerdiği görülebilmektedir (Resim 11, Resim 12, Resim 13). Bina tasarımında yönlendirici olduğu mimarlık okullarında öğretilen ve dolayısıyla tüm mimarlar tarafından bilindiği varsayılan iklim, topoğrafya, yerel malzeme kullanımı, mevcut tarihi, kültürel ve sosyal doku karakteristikleri, çevredeki doğal ve inşa edilmiş çevre olanakları ve kısıtlılıkları gibi tüm çevresel değerler, bütüncül bir planlama anlayışının yerleşmemiş olması ve yukarıda sıralanmış tüm etkenlerin önüne geçmiş bulunan rant elde etme arzusu uğruna göz ardı edilmektedir. Antik çağlardan bu yana pek çok kültüre ev sahipliği yapmış ve son derece zengin bir yapılaşma ve yaşam kültürüne sahip olan kuzey Ege kıyıları, giderek artan yazlık ikinci konut edinme arzusu, bu arzuya kolayca yanıt vermek üzere düzenlenmiş imar ve planlama mevzuatı ve kalitesiz mimari tasarım ve üretim anlayışı nedeniyle söz konusu çevrenin özgün değerlerinin kaybına yol açmaktadır. Plan özellikleri açısından, bahçeli ve müstakil konutların tümünün zemin katta salon, açık mutfak ve WC, üst katlarında yatak odaları ve banyolar, apartman tipi konutlarda iki oda bir salon, mutfak ve banyo bulunduğu görülmektedir. İlginç olan ise bu plan şemalarının neredeyse tüm konutlarda adeta bir şablonmuşçasına kullanılması ve ülke genelinde etkin hale gelmiş bulunan kalıplaşmış konut tasarım anlayışının bu son derece özel coğrafyada bile tavizsiz uygulanıyor olmasıdır. Cephe tasarımı açısından ise yine sıradan ve herhangi bir iklim, doğal çevre ya da sosyo-kültürel coğrafyada uygulanabilecek bir tasarım dilinin egemen olduğu görülmektedir.
Resim 11 – Altınoluk-Güre arasındaki bölgede yazlık sitelerden örnekler.
Resim 12 – 1991 yılında Bursa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından “Kentsel Sit” ilan edilen Altınoluk köyünde inşa edilmiş yeni bir konut yapısı. (Fotoğraf: Gaye Birol Özerk)
Resim 13 – Cunda Adası kıyılarında yeni yapılaşma. (Fotoğraf: Gaye Birol Özerk)
Türkiye’nin neredeyse tüm alanlarında olduğu gibi Balıkesir’in Ege denizine kıyısı bulunan yerleşmelerinde de artan kentsel baskılar bu alanlarda çeşitli kentsel sorunların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Söz konusu yerleşmelerde bir yazlık konut edinmek isteyen kullanıcı sayısı her geçen gün artmakta, artan talebe yanıt verebilmek üzere her geçen gün yeni konut alanları oluşmaktadır. Konut yoğunluğunun alabildiğine arttığı, yeşil alanların ve özellikle bölgenin karakteristiği olan zeytinliklerin binalarla dolmaya başladığı gözlenmektedir (Resim 14). Yaz aylarında artan kullanıcı sayısı, bu yerleşmelerin araç trafiği yoğun, kaldırımlarında –eğer varsa- yürünemeyen, çöpleri sağlıklı toplanamayan, yol-su-elektrik-kanalizasyon gibi altyapı hizmetleri sağlıklı biçimde sağlanamayan yerlere dönüşmesine yol açmaktadır. Tüm bu nedenlerle, söz konusu yerleşmelerin yaşattıkları sorunlar açısından büyük kentlerin kentlilere yaşattığı sorunları aratmadığı görülmektedir.
Kuzey Ege kıyılarındaki yerleşmelerde sayıları hızla artan yazlık ikinci konutlar bu alanlarda sosyokültürel açıdan da çeşitli sorunların ortaya çıkmasına doğrudan ve dolaylı yollardan katkıda bulunmaktadırlar. Bölgedeki yere özgü değerler bir yandan bu yerleşmelerin birer çekim noktası olmasını sağlamak ve pazar payını artırmak üzere ön plana çıkartılırken, diğer yandan da hızla tüketilmekte; birçoğunun belirli bölümleri sit alanı olarak koruma altına alınmış olan bu yerleşmelerin tümünü popülerleştirmek amacıyla doğa, tarih, yöreye has bitki örtüsü, temiz deniz ve temiz hava sloganlaştırılarak kullanılmakta, tüm bu özgün değerler yaz aylarında artan nüfusun tüketimine açık hale getirilmektedir. Söz konusu yerleşmelerde yerel halk ile yazlık ikinci konut sahipleri ticari aktiviteler dışında kaynaşmamakta, olası sosyal kaynaşma yerel halk tarafından tehlikeli görülmekte ve bir sosyo-kültürel ayrışma yaşanmakta (biz/onlar, yerliler/tatilciler, ev sahipleri/pansiyonerler, vb.), en önemlisi de günümüzde tüm dünyada yaygınlaşmış olan tüketim kültürü yerleşik kültürü dönüştürmekte ve böylece egemenlik alanını genişlemektedir. Mimari açıdan ise çevredeki geleneksel yapı malzemesi ağırlıklı olarak doğal taş olmasına karşın yeni oluşan mimarlık kültürü inatla betonarmeyi dikte etmekte, taş görünümlü malzemeler ile kaplanan betonarme yapı cepheleri yere özgü yapılaşma kültürünün deformasyonuna yol açmakta, bu yolla yerel halkın da estetik tercih ve beğenileri olumsuz yönde değişmektedir. Bu yerleşmelerin neredeyse tümünde var olan geleneksel konut yapıları ve küçük-orta ölçekli zeytinyağı üretiminde kullanılmış olan ve 19. yüzyıl sonları- 20. yüzyıl başlarına tarihlenen özellikli sanayi yapılarının görünürlüğü de yazlık ikinci konutlar ve artan nüfusun gereksinimlerini karşılamak üzere inşa edilen ticari yapılar (Resim 15) yoğunluğu içerisinde ortadan kalkmaktadır.
Resim 14 – Yazlık ikinci konut yoğunluğuna Güre çevresinden bir örnek. (Fotoğraf: Gaye Birol Özerk)
Resim 15 – Alışveriş merkezinin küresel mekan diline kuzey Ege kıyılarından bir örnek. (Fotoğraf: Gaye Birol Özerk)
Yazlık ikinci konut üretimindeki artış, kuzey Ege kıyısındaki yerleşmelerde çeşitli çevresel sorunların da ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Söz konusu yerleşmeleri tatil için cazip hale getiren doğal güzellikler, temiz hava ve deniz ile yöreye has bitki örtüsü, yaz aylarında kalabalıklaşan nüfus nedeniyle hızla tahrip olmaktadır. Doğal kaynak suları artan ihtiyacı karşılayamaz hale gelirken, zeytini ve zeytinyağı ile tanınan bu bölgede zeytinlikler daha fazla rant için yazlık konut alanlarına dönüştürülmektedir. Diğer yandan, yazlık konutların çoğunun tasarım, malzeme ve üretim kalitesizliğine ek olarak çatılarındaki uydu antenleri, su depoları, güneş enerjisi tesisatları, cephelerindeki klimalar gibi yapılara sonradan ilave edilmiş ekipmanlar çevrede bir görsel kirlilik oluşturmaktadır (Resim 16).
Resim 16 – yapı yoğunluğu ve oluşturduğu görsel kirlilik. (Fotoğraf: Gaye Birol Özerk)
Güzer’in de belirttiği gibi, “su, ayrıcalıklı bir yaşam çevresinin başlangıcını oluşturan zengin bir tasarım girdisidir”. Geçmişte ve bugün, deniz, akarsu ya da göl çevresinde kurulmuş olan kentsel yerleşmelerin her birinin kendine özgülüğü, çevresinde bulunduğu su elemanı ile kurduğu ilişkide belirginleşmektedir. Yine Güzer’in sözleriyle, Venedik gibi tarihi yerleşkeler özgün çevresel anlam ve kentsel kimliklerini su üzerinden kurarken, Dubai gibi yeni ve sıfır noktasından oluşturulan yerleşim alanlarında su ve yapılı çevre ilişkileri baskın bir tasarım çerçevesi olarak kullanılmaktadır (Güzer, 2010). Bu yazıda incelediğimiz Balıkesir’in Ege denizine kıyısı bulunan yerleşmelerindeki yapılaşmaya yukarıda sözü edilen bakış açısıyla yaklaşıldığında, denizin ne yerleşme yerinin kimliğinin inşasında ne de söz konusu yerleşmenin tasarım girdilerinden biri olarak ele alınmış olduğu görülür. Bu yerleşmelerde “deniz”, sadece varlığıyla tek başına bir çekim unsuru olmaktan öteye geçememekte, konutların piyasa ederi “denize ne kadar yakın konumlandığıyla” ölçülürken, genel kentsel kurgu adeta deniz ve barındırdığı zengin tasarım olanakları yokmuşçasına gelişmektedir.
Söz konusu yerleşmelerin tamamında deniz, güneş, doğa, sosyo-kültürel çevre ve özgün mimari değerler, yörenin ekonomik yönden gelişmesi amacıyla turizmin gelişimini ve ele aldığımız bölge özelinde yazlık ikinci konut artışını teşvik etmek üzere kullanılmakta olan araçlara dönüşürler. Bu durumda mekân, tüketilebilir bir ürüne dönüşmekte ve metalaşmaktadır (Urry, 1995). Öte yandan, ironik bir biçimde, kent yaşamının yoğunluğundan sınırlı bir süre için uzaklaşma olanağı elde etmek amacıyla artan yazlık ikinci konut sahibi olma arzusu, bu konutların çoğalması sonucunda konutun bulunduğu yerleşmeyi de “yılın önemli bir bölümünde yaşanmakta olunan kentin yakınlarında bir yerlerde denize de girilebilen bir versiyonuna” dönüştürmektedir. Gerçekten de artık yazlık sitelerdeki ikincil konutlar dahi “bahçeli, güvenlikli, havuzlu, otoparklı ve sosyal tesisli” oldukları vurgulanarak pazarlanmakta, kentte arzu edilen konut ile tatil yapılan konut arasındaki fark ortadan kalkmaktadır.
Sonuç olarak, yazlık ikinci konutların bulunduğu yerleşmelerin bu çalışmada sözü edilen pek çok soruna yol açtığı göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Gelinmiş olan noktada, halihazırda oluşmuş yerleşmelerin iyileştirilmesi yönünde atılacak bir adım kalmamış gibi görünmektedir. Önemli olan bu yerleşmelerin sorunlarının farkında olunması ve gelecekteki girişimlerin yeni sorunları yaratacak değil ortadan kaldıracak bir karaktere sahip olmasıdır. Bu doğrultuda, kıyılardaki ikinci konut talebini başka alanlara kaydırarak kıyılar boyunca kamusal donatılarla zenginleştirilmiş bir mekânsal düzenleme önermek söz konusu olabilir. Ayrıca, kıyılardaki gelişmenin planlanması, bu planlama sırasında yapılaşmanın altyapı olanaklarıyla birlikte ele alınması ve yerel zenginlikler vurgulanarak değerlendirilirken yere özgü sınırlamaların farkında olunması önerilebilir. Doğal ve sosyo-kültürel çevre ile sağlıklı bir bütünleşme sağlayabilecek yapılaşma koşullarının ve mimari ilkelerin geliştirilmesi ise bugün sloganlaştırılmış “kıyı yağması” ve “kıyı betonlaşması”nın giderilebilmesi için atılması gereken en önemli adım olarak görülmektedir. Dünyada jet sosyetenin yazlık mekânı olmuş, arsa ve konut fiyatlarının inanılmaz boyutlara ulaştığı Sait Tropez gibi yerlerde (Resim 17) kıyılar betonlaştırılmayabildiğine göre, ülkemizde kıyı yerleşmeleri için henüz olanakların tükenmediğini varsaymak aşırı iyimser bir tutum olarak değerlendirilmemelidir.
Resim 17
Dal, N., Baysan, S. (2007). “Kuşadası’nda Kıyı Kullanımı ve Turizmin Mekansal Etkileri Konusunda Yerel Halkın Tutumları”, Ege Coğrafya Dergisi, 16 (2007), 69-85, İzmir.
Güzer, C. A., (2010). “Kaçan Bir Fırsat: Port Alaçatı”, Ege Mimarlık Ocak 2010, s. 29-31.
Manisa, K., Görgülü, T. (2008). “İkincil Konutların Turizm Sektöründe Yeniden Kullanılabilmesine İlişkin Bir Model” Megaron, YTÜ Mimarlık Fakültesi E-Dergisi, Cilt:3 Sayı:1, s. 68-78.
Manisa, K., Gül, H. (2009).“Türkiye’deki Mevcut İkinci Konutların Turizm Sektöründe Değerlendirilmesin İlişkin Bir Model Çalışması”, Mehmet Kemal Dedeman Araştırma ve Geliştirme Proje Yarışması Turizm Sektörü Birincilik Ödülü.
Manisa, K., Yerliyurt, B. (2010). “Türkiye’deki İkinci Konut Stokunun Turizm Sektörüne Entegrasyonu ve Turistik Mekanların Çevre ve Fizik Mekan Kalitesine Katkılarının İrdelenmesi”, Uluslararası III. Turizm ve Mimarlık Sempozyumu: “Kent Kültüründe Turizm ve Mimarlık”25-26-27 Kasım 2010, Antalya, Bildiriler Kitabı, s. 57-64, Mart 2011.
Urry, J. (1995). Consuming Places, London and New York: Routledge.
[1] Son yıllarda Türkiye’deki ikinci konutların turizm sektöründe değerlendirilmesi konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Söz konusu çalışmalar için:
Manisa, K., Görgülü, T. “İkincil Konutların Turizm Sektöründe Yeniden Kullanılabilmesine İlişkin Bir Model” Megaron, YTÜ Mimarlık Fakültesi E-Dergisi, Cilt: 3 Sayı:1, 2008, s. 68-78.
Manisa, K., Gül, H. “Türkiye’deki Mevcut İkinci Konutların Turizm Sektöründe Değerlendirilmesin İlişkin Bir Model Çalışması”, Mehmet Kemal Dedeman Araştırma ve Geliştirme Proje Yarışması Turizm Sektörü Birincilik Ödülü, 2009
Yrd.Doç.Dr. Gaye Birol Özerk tarafından kaleme alınan yukardaki yazı, Mimarlar Odası Balıkesir Şubesi’nin Megaron Balıkesir Dergisi, Temmuz 2012 sayısında yayınlanmıştır.