Belçikalı ressam Antoine Weirtz'in Roman Okuru – La Liseuse de Romans, adını taşıyan tablosunda Şeytan'ı kolayca görürsünüz.
Cısçıplak yatağa sere serpe uzanmış, elindeki romanına dalmış genç bir tazenin hemen yanı başındadır ve döşeğe, çarşafın üzerine yeni yeni kitaplar sürmektedir; benim sayabildiğim dört kitaptır, belki beş…
Kitapların başlıklarını okuyamıyoruz, velakin bu sonucu değiştirmez, belli ki roman okunmaktadır.
Yatağında kendinden geçmiş bir hâlde romanına dalmış genç kadının cinselliği yanındaki aynaya yansımaktadır. Dileyen oradan da izler…
Eğer doğru seçebildiysem, aynanın arkasında bir kitap daha sıkıştırılmış gibi saklı durmaktadır; sanki kurdelayla bağlanmıştır.
Brüksel’deki Devlet Müzesi’nde Antoine’nin şeytanî resimleri sergileniyor; yolu düşecekler not alsın!
Gidenler, bilhassa, roman okuyan kadın tablosu önünde biraz oyalansın…
Arkitera’daki sanat-kültür-edebiyat üzerine bana ait deneme yazıları arasında bundan evveli, Roman Ruhun Mimarı’dır başlığını taşımaktaydı. Şimdiyse, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirtecek bir iddiaya ait, makûl dozda şüpheciliğe yer verilecektir.
Roman okuru kesilmek, Şeytan’la çelik çomak oynamaktır; iddiamız işte budur ki bakalım savunabilecek miyiz!
Bizi bu noktaya sevkeden şeyin başında kadınların roman okurken, Şeytan’ın yattığı yeri bilmeye merak duymalarıdır. Romanda şeytanî şeyler vardır ve kadınlar bunları şıp diye yakalar. Bu gözlemimizi, gelmiş geçmiş nice ressamlar dahi hafife almaz, kulak arkası hiç yapmaz ve üşenmeyip, bana ne yahu, şimdi kim uğraşacak bunca şeyle demeden resmederler.
İşte, bakınız, Weirtz’in Roman Okuru tablosunda cinsellik, Şeytan ve okuma faaliyeti apaçık biçimde el eledir. Yağlı boya tabloda sere serpe yatağına uzanmış genç kadının üstünde bir penuvar dahi bulunmaz, tamamen çıplaktır. Çıplaklığa ihtiyaç duyması okuduğu şeylerden aldığı hazla ilintili olmalıdır, zira okuma faaliyetiyle ruh dünyası cinsel objeleri çağrıştırır. Sırt üstü uzandığı yatağında, kendinden geçmiş hâlde kıvranışını apaçık seyrederiz.
Antoine Weirtz – Roman Okuyan Kadın
1700’lerden itibaren İngiltere’de roman, Şekspiryen Dönemin ardı sıra, salonlardan çıkıp geniş halk kitlelerine ulaşmaya başlayınca, bu yükselişte kadın okurların gizlenmiş payı erkekler tarafından nice zaman göz ardı edilmiştir. Aslına bakarsanız Kadın ve Roman, romanlarda ele alınacak kadar erkek yazarı, erkek okuru, hasılı erkekleri ilgilendiriyordu.
Amerikalı edebiyat tarihçisi J.Bellinda’nın yakın zamanlarda yayımlanmış, konuya ait eserini karıştırırsanız, ¨Erkekler kadın okurdan öyle ya da böyle çekiniyordu, zira kadının roman okuması bir tür seksüel etkinliğe işaretti.¨ dediğine tanık olursunuz. Bellinda’nın iddiası ciddidir, biz böyle büyük Okyanuslara can yeleksiz ve filikasız açılamayız, korkarız. Zira bu lafı edeni kadın okurlar, feministler, hele feministler arasında avukat olanı varsa fena hâlde hırpalar; hasılı laf bize ait değildir. Lakin Bellinda’nın dediğini de bütün bütün yok sayıp hepten çöpe atamayız; yazıktır. Fazlası var eksiği yok görünen bir cümle sarf etmiştir. Bakınız, Gustave Flaubert’in romanında, roman kahramanı evli Madam Bovary romansı aşan cinsellik dolu kitapları okuya okuya, kendisini başkalarının kucağına bulur, zinaya başlar. Hıyanetinde pata gelemez, kocası ahlaklı adam çıkar, utancından Bovary siyanüre dudak uzatır.
Roman okuyan kadına karşı erkeğin tepkisi ülke sınırlarını aşmaktadır. İlhan Tarus’un Var Olmak adlı İstiklal Savaşı yıllarına ait, mekânı Biga kasabasında yer etmiş romanında, roman kahramanlarından eşkıya Kara Hasan, genelevdeki dostunun yanına gider, girişteki kadına sorar. Basit bir mükâleme geçer aralarında:
¨Saniye burada mı?¨
¨Yukarıda, odasında…¨
¨Ne yapar?¨
¨Roman okur…¨
¨Vay Haspa! Bıkmadı mı o martavallardan be…¨
Böylece roman yazarı âdeta başımıza kakıyor gibi, kendi yazdığı da içinde sayılmakla beraber, romanın bir tür martaval olduğunu öğretir. Yalan değildir, roman martavaldır. Martaval okuyup kendinden geçen Katya’yı unutmayalım. Polonyalı Balthus’un galerisindeyiz şimdi ve birçok tablo arasında, mesela Gitar Dersi olanı pek ayıp olduğundan es geçiyor, önünde oyalanmıyor ve derhal Katya Okuyor isimli tablosuna geliyoruz.
1974’de tamamlandığına göre bu resim epeyi genç yaşta sayılır, o tarihte genç kız olduğuna bakılırsa, Katya bugün ferah ferah ellisini aşmıştır. Ona rast gelirseniz aynı tazeliği belki bulamazsınız, lakin elinde muhakkak bir roman vardır. Katya’nın roman okuduğunu çıkartmamız boşuna sayılmaz, zira oturuşuna bakılırsa, ressamın sergilediği pozundan kendisini bir kitaba kaptırdığı, içinde kaybolduğu anlaşılmaktadır.
Balthus Katia1974
İçinde kaybolunan kitaplara zaten evvel eski roman denir. Siz hiç istatistik ders kitabı içinde böylesine merakla gezinen, bu tenezzüh sırasında oturuşuna dikkat kesilmeyip azıcık frikik veren kız gördünüz mü? Katya, resimde, Şeytan’a uymak hazırlığındadır ve eteklerini savurup oturduğu koltuğunda bunun binbir teşkilatlı pazarlığı içindedir. Balthus kitap okuru kadın üzerine çizmeye, aslında, çok evvelinde başlamıştır. 1941’de tamamladığı ve şimdi Minneapolis Müzesi duvarlarında asılı öteki tablosu, Oturma Odası başlıklı resim, ressamın bu meseleye saplantılı biçimde takıldığını gösterir. Bu kez kitap okuyan genç kız yerdedir, dizleri üzerinde eğilmiş iki büklümdür. Bu durumda, cebir kitabının veya coğrafya ders kitabı sayfalarını çevirdiği düşünülemez, muhakkak ki Balthus’un bu kızı da heyecanlı bir romanın içinde kaybolmuştur.
Balthus – Oturma Odası
Siz Balthus’un kızını şimdi çok ararsınız, hele bir de Kolombiyalı Fernando Botero’nun roman okuyan kadınına bakınız! 1932 doğumlu ressam Botero’nun şişman kadınları pek meşhurdur. Bunlar arasında birisi, yatağa çırçıplak uzanmıştır, tırnaklarındaki ojeyi görürüz, küpesi ve inci kolyesi eksik değildir, makyajı tamdır ve saçlarını da kırmızı kurdelayla bağlamıştır. Henüz, mest olma durumunda-ecstasy görünmez, demek ki henüz romanın başındadır; daha erkekle kadın buluşmamış, aşk ilerlememiş, vücutlar çoşkuyla birbirine kavuşmamıştır. Sayfalar hele bir ilerlesin, ilerleyince Şeytan okuru dürtecektir.
Fernando Botgero
Japonya’nın yetiştirdiği meşhur ressamlardan Kurodo Seiki’yi buraya misafir etmezsek, hâtırasına ayıp olur. Paris’ten yolu geçmeyen şair, romancı ve ressam kalmadığından Seiki bu trafiğe ayak uydurup 1870’de oraya gider, roman okuyan bir kadın resmini orada çizer, boyar, Paris Müzelerine hediye eder. Resimde loş bir odayı görürüz, kepenkler, tahta pancurlar kapalıdır ve bu loşluk içinde bir kadın elindeki satırlara dalmıştır. İlla soyunmasını beklemeyiniz, bu kez edebiyle oturur; hanım hanımcık… Oğluna kız arayan annelere tavsiye ediniz!
Kurodo Seiki
Romanın ve kitabın kadınlar için tehlikeli olduğu kadar kadınların da romanlara sirayet ettiğini söylemeden, şuradan şuraya hiç gidemeyiz. Kadınların, iyisinden bir roman sayılabilecek dinî hikâyeler içinde, mesela Tevrat ve İncil’de roman kahramanı olarak göründüğünü hatırlamaktayız. Kutsal Kitaplar’da ne kadar baika, felaket, musibet, dert ve bela ve dahi çirkeflik çıkıyorsa hepsi daima kadınlara mâledilir. Jezebel, Dalila, Seba Melikesi, daha bir sürüsü gırla gider. Bunlardan dolayı bu denemenin yazarını sorumlu tutamazsınız, Kutsal Kitapların telif hakları bize ait değildir.
Onuncu Peygamber olup Silsile-i Meratip, yani rütbe derecesi içinde bulunan Lût Aleyhisselam Hazretleri’nin başına çorap açan iki kızı, yine Tevrat’ta yer alır. Babalarına şarap içirip zil zurna sarhoş ettikten sonra sırayla ensest ilişki kurup bir de utanmadan hamile kalırlar. Gerçi bu hikâyenin sonradan, ihtiyaç hasıl olup Tevrat’ın yeniden düzenlenmesi sırasında ortadan kaybedildiği biliniyorsa da ilk baskılarında bu, rezaletin miyânesi tüten masalı okuruz.
Hollandalı ressam Lazarus van der Borcht 1600’lerin ortasında mevzuyu fırçasına bulaştırmış ve burada gördüğünüz resmi çizivermiştir. Resimde, arka planda şarap sâkiliği yapan öteki kızkardeşi gayet açık görürüz, elinde testi, hababam de babam babasının şarap çanağını doldurmaktadır. Beri yandan diğer kız babasının dizleri üzerindedir ve neredeyse tamamen çıplaktır. Boynunda salınan bir zincirin ucunda kafatası görülmektedir. Bu hâliyle Şeytan tüyü bulunan kızın Şeytan’a uyduğu aşikâr biçimde ortaya serilir. Daha birçok ressam bu dedikoduya yer verir, lakin bizce Lût Aleyhisselam Hazretlerini faş eden en iyisi işte budur.
Lot Daughters Borcht
Bodrumlu hemşehrimiz, Halikarnaslı Herodotus’un Tarih kitabı, kutsal değildir, lakin açınız ve 1.Kitap-8.Bölüme bakınız, yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış, yalan söylemediğimi gözünüzle görünüz! Ege’deki Sardes Kralı Kandaules’in dünyalar güzeli eşini, illa birisine çıbıl göstermek gibi bir saplantıya nereden düştüğünü bilemeyiz; bir tür teşhircilik olsa gerek. Karısını, subaylarından Gyges adında birisine çıscıbıl göstermek, her nedense, bir haz olarak bu alık kralın aklına takılır. Sonu malûm, dikizlendiğini anlıyan Kraliçe, genç subayın eline bir hançer verir, kocasını uyurken öldürtüp bu cinayetin ardından röntgenciyi kral ilan ettirir, kendisi de dul kalacak değildir ya evleniverir yeni kralla…
İşte kitaplara, hatta Tarihin Babası Herodotus’a kadar inen birçok hikâye vardır, ama bunları say say bitiremeyiz. Şuncacık dediğimiz budur ki kitap ve kadın ve cinsellik içiçedir. Bunu, son zamanların gözde ressamlarından İsveçli Johannes Hüppi’de kör gözüm parmağına görürüz. Birçok resiminde kadınla kitabı yanyana, içiçe, sarmaş dolaş yansıtır. Bütün bu sergisinin en gözde resmi Kitap/Kadın isimli eseridir. Bir kitabın içinden âdeta uzaylı yaratık gibi yarı yarıya sıyrılıp çıkmakta olan bir kadın, yine çıplaktır, Havva Anamız hâlindedir.
Johannes Huppi
Bunca ismi zikrettik, name dropping yaptık! Bizi Tanrı affetsin… Zaten Deus Pro Nobis olduğu hiç kuşkusuzdur, hasılı Tanrı Bizden Yana’dır.
Eğer Truva Savaşı’nda lüzumsuz şakalar yapıp taşlanarak öldürülmek cezasına çarptırılan Palamedes gibi olmak istemiyorsak, Şeytan kulağına kurşun, her şeye dair kaynakça göstermemiz gerekecektir; nitekim öyle yaparız. Bu yazımıza şekerrenk kıvam verip bir sürü resim ekleriz.
Bu kadar eziyet çekip de sonunda söyleyeceğimiz şey epi topu şudur ki, bu resimlere bakarsanız, nerede bir kadın roman okuyorsa, işte orada Şeytan dolaşıyor demektir. Şeytan diyor ki ¨Mahmut üşenme otur, baştan sona tek tek edebiyat ve resim dünyasındaki roman okuyan kadınları burada sırala!¨; ah, heyhat, buna ne zaman ne ömür yeter. Nedir, sanat uzun ve hayat kısadır. İstanköylü-Kos’lu hemşerimiz, komşumuz, rahmetli eski doktor Hipokrat’ın dediğine Latince bakarsak, Vita Brevis, Ars Longa!
Hayatımız kısa olduğundan başka mevzulara zaman ayırmak üzere, sizleri romanlarınızla başbaşa bırakıp lafımız pas tutup eskimeden gitmek zamanı gelmiştir. Aksi hâlde, çok konuşursak, Şeytan’a ders veriyor gibi görünüp bu işten kabahatli bile çıkarız. Her boyaya boyandı, geride fıstıkîsi kaldı, işte bir de bu boya tenekesine girmediği kalmıştı, demesinler ardımızdan…