40 yıldır, dünyanın herhangi bir yerinde bir felaket olsa, ‘Betonu fazla mı kaçırdık acaba?’ diye içten içe kaygılanıp, ama sertifikalar ve ödüller yardımıyla içimiz rahatlatıp, hem devamlı yapılaşmanın, hem de dünyayı kurtarmanın yolunu bulmuşken, küresel ısınmadan başka başımıza hiçbir doğal felaketin gelmeyeceğine ikna olmuşken, felaket durumunda sosyal medyada paylaşacağımız duyarlı capsleri hazırlamışken, uzaylı istilasına karşı bile eylem planları geliştirmişken, başımıza, virüsleri tanıyan bir avuç bilim adamı dışında kimsenin tahmin edemediği bir felaket geldi.
Küresel ısınmacılar hemen ‘doğa intikamını alıyor’ ‘biz demedik mi?’ diyor olsalar da, olayın küresel ısınmayla pek bir alakası yok. Küresel ısınmanın olmadığı dönemlerde de, salgınlar görülmüş, savaşlardan daha fazla insan, hayatını bu salgınlarda kaybetmiş.
Asıl soru, tüm tarih açıkça ortadayken, tüm devletler devamlı diğer devletlerle savaş planı yapıp, planları devamlı güncellerken, bir virüsle savaş konusu neden kimsenin aklına gelmedi? Mahalle berberinden, muhbir devşirip, savaş durumunda görev verebileceğini planlayan kozmik odacı akıl, virüslerle neden ilgilenmedi? Oysa ki virüs, insana ve sisteme verebileceği kalıcı zararlar konusunda, devletlerden daha tehlikeliymiş.
Tüm dünya panik halinde virüse karşı önlem almaya çalışıyor. İlan edilen önlemler, insanların sokağa çıkmaması, çeşitli hijyenik öneriler, kişisel izolasyon vs. gibi palyatif önlemler. Tek amaç, virüsün hızlıca yayılıp, sağlık sistemlerinin çökmesini, önlemeye çalışmak. Doktorlar, mevcut durumda, hem aşısı, ilacı henüz olmayan veya operasyon yaparak düzeltemeyecekleri bir hastalıkla mücadele ediyor, hem de toplum hareketlerini yönlendirmeye çalışıyorlar. Tüm sağlık bilimleri bölümlerinde bir seferberlik durumu hakimken, sağlık bilimleri dışında kalan disiplinler, kürsüler, meslek odaları, kendilerini eve hapsetmiş, virüs olayının tüm yükünü doktorların omuzlarına yüklenmiş durumdadır. Oysa ki, doktorların bu aşamada yapabilecekleri oldukça sınırlıdır. Örneğin, kapalı ortamlarda virüsün yayılması tıbbi bir problem değil, bir mimarlık ve mühendislik problemidir. Yine salgın döneminde insan hareketleri sonucu oluşabilecek sosyo-ekonomik sorunlar doktorların sorunu değil konuyla ilgili disiplinlerin problemidir.
Yaşadığımız dönem, bir yönüyle uyuşturucuyla mücadeleye benzemektedir. Uyuşturucu bağımlılığı, Amatem hastanelerinde tedavi edilebilen bir hastalık değildir. Bağımlı, hastaneye gelir, yatar, kriz anlarında sakinleştirici verilir, sakinleşmezse yatağa bağlanır, bu yöntemlerle kendisine zarar vermesi önlenmeye çalışılır. Zaman zaman da temel düzeyde psikolojik destek verilir. Doktorlar, bağımlılara bu yöntemleri uygulayarak uyuşturucuyla mücadele etmemektedir. Ayrıca, uyuşturucuyla mücadele doktorların görevi değil, güvenlik güçlerinin görevidir. İnsanların uyuşturucuya erişimini kesmediğiniz sürece, istediğiniz kadar Amatem hastanesi açın, uyuşturucuyla mücadele edemezsiniz.
Peki virüslerle mücadele konusunda neler yapılabilir? Konuyla, ilgili fikirleri veya deneyim olan herkesin, bu fikirleri açıkça yazıp paylaşmasında ve bir tartışma ortamının oluşturulmasında fayda vardır. Virüse karşı savaşta ortaya çıkacak fikirlerin, salgın bittikten sonraki, yönetmelik değişikliklerine, altlık olmasını temenni ediyoruz. Devletlerin karanlık koridorlarında, sistemi, devleti ve insanları düşünüp, tüm felaketlere karşı yöntem geliştirdiğini düşündüğümüz bürokratlar, ucuz Hollywood yapımı filmler izleyip, uzaylı istilasına karşı alınacak önlemleri tartışmaktadır. İş başa düşmüştür. Üniversitelerin, meslek odalarının, firmaların, bu dönemde rol kapması, geliştirdikleri yeni fikirleri, ilgili kurumlara iletmesi ve takipçisi olmak zorundadır.
Mimarlık dünyasının, bu tür olağanüstü durumlarla ilişkisi sığınak yönetmelikleriyle sınırlandırılmıştır. Yönetmelik senaryosuna göre, konvansiyonel bir savaş durumunda, kentler bombalanırken, insanlar sığınaklara yerleşecek, tehlike durumu geçene kadar, insanlar en temel ihtiyaçlarını bu sığınaklarda karşılayacaktır. Bu temel senaryoya göre, ülkemizde, milyonlarca metrekare sığınak inşa edilmiştir. Kesin olarak hesaplayamayız ama, ülkemizdeki toplam sığınak metrekaresi, toplam hastane metrekaresinden fazladır diye tahmin ediyoruz. Fakat virüsle savaşta, tüm bu mekanlar işlevsiz kalmıştır. Hatta senaryoyu uygulamaya kalktığınızda, felaketin boyutu katlanarak artmaktadır.
Fikirlerin geliştirilebilmesi öncelikle, bir senaryo oluşturmamız gerekmektedir. Bu senaryo, sadece bugünkü durumu değil, daha ağır durumları da kapsamak zorundadır. Yoksa panik halinde, her salgında yeni bir çözüm bulmamız gerekir.
Senaryo: Virüs mutasyona uğradı, havada uzun süre asılı kalıyor ve rüzgar yoluyla da yayılabiliyor. (Bazı bilim adamlarına göre 10 yıl içindeki muhtemel senaryo) ve insanların sokağa çıkması tamamen kısıtlandı. Bu durumda, insanları sokağa çıkarmadan neler yapılabiliriz? Öncelikli hedefimiz ise, virüsü tedavi etmek değil, virüsü kapan, kapmayan herkesin hastanelere doluşmasını önlemek. Gerçekten ihtiyaç duyan hastaları hastaneye sevk etmek ve aşı- ilaç bulunana kadar hastanelere yığılmaları önlemek.
Virüslere karşı savaşabilmek için, öncelikle, virüslerin kapalı mekanlarda, nasıl yayıldığını ve nasıl önlenebileceğini bilmemiz gerekir.
Virüsler, kapalı mekanlarda temel olarak 3 yolla yayılır;
1. Hava Yoluyla
2. Zemin yoluyla
3. Kıyafetler ve yüzeylere temas yoluyla
Önlemler:
1-Hava yoluyla virüs bulaşmasını önlemek için, mekanın dış mekandaki kontrolsüz havayla tüm temasının kesilmesi gerekir, tüm havalandırma, hepa filtreli klimalarla, tüm kirli havanın emilip, dışarı atılmasıyla olmalıdır. Ayrıca, mekan birden fazla, bölümden oluşuyorsa, iki mekan arası hava akımı tamamen kesilmelidir. İki bölüm arasında rüzgarlık gibi bir hol oluşturup, fotoselli kapılar yardımıyla, bir kapının kapandıktan sonra, diğer kapının açılması sağlanmalıdır. Oluşturulan büyük küçük tüm mahallerdeki hava; her mahale yeterince klima yerleştirdikten sonra, klima kanalları birleştirilmeden, bağımsız şekilde, hava emilip dışarı atılmalıdır.
2-Havalandırma yoluyla emilemeyen virüsler, bir süre sonra zemine çökmektedir. Bu sorunun çözümü ise zeminin belirli aralıklarla paspas yapılarak temizlenmesidir. Unutulmamalıdır ki, paspaslar, virüsle mücadelede, nükleer silah gücündedir ve kilit önemdedir. Tüm mekanları tek paspasla temizlemeniz durumunda, virüsü tüm mahallere yayarsınız ve kontrol edemezsiniz. Temel prensip; her bölüm için ayrı ayrı paspas odası yapılması gerekir. Görevlilerin, periyodik olarak zeminin paspas yapıp, mahale özel paspas odasında, paspası temizlemesi gerekir.
3- Genelde, sağlık çalışanlarının kıyafetleri üzerinde bol miktarda virüs bulunur ve hastalar arasında virüsü yayabilir. Sağlık çalışanları bu konuda eğitimlidir, kendi dezenfeksiyonları yapabilirler. Yapmazlarsa da konuyla ilgili yapılabilecek bir şey yoktur. Bizim kıyafetlerimizin üzerindeki virüsler bizi pek hasta etmez ve istesek de bu yolla virüsü yayamayız.
Mekanlardaki tüm kaplama malzemelerinin anti-bakteriyel , tüm kapıların fotoselli olması gerekir. Mekanlar gün ışığı alabilir, ama açılabilir pencere olmaması gerekir.
Kapalı mekanlarda, bu önlemleri aldıktan sonra, insanların duvar yalama veya bir yüzeye dokunup hızlıca dili götürme gibi huyları yoksa kolay kolay virüs yayılamaz.
Buraya kadar gördüğümüz kadarıyla, gerekli mekan kalitesi doktorlar için sağlanmazsa, doktorların virüsle mücadele etmesi oldukça zordur.
Bu bilgilerin ışığında, senaryo gerçekleştiği zaman yapılabilecekler konusunda bizim önerilerimiz:
– Mevcut durumda, elimizde atıl durumda kalmış, kullanamadığımız, milyonlarca metrekare sığınak alanı vardır. Öncelikle, tüm sığınak alanlarının yukarıdaki prensiplere göre dönüştürülmesi gerekmektedir. Virüse karşı dönüştürülmüş sığınaklar, konvansiyonel ve nükleer savaşlarda da rahatlıkla kullanılabilir. Yeni yapılacak yapılarda da tüm sığınakların yukarıdaki, prensiplere göre tasarlanması gerekir.
– 2. adım olarak, tüm apartman – site yönetimlerinin bir sağlık çalışanı istihdam etmesi zorunluluğu getirilmelidir. İstihdam edilecek sağlık çalışanının doktor olmasına gerek yoktur. Meslek yüksek okul düzeyinde, temel bilgileri olan, numune alabilecek düzeyde olması yeterlidir. (Ülkemizde, sağlık çalışanı insan kaynağı konusunda sıkıntı yoktur, mevcutta bu okullardan mezun arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu, taksicilik, komilik, garsonluk vs. işleriyle uğraşmaktadır).
– Salgın durumunda, kapılar kapatıldıktan sonra, en önemli sorun, test kiti, ilaç, gıda, tuvalet kağıdı (En önemlisi) vs. sevkiyatının, içerdeki insanlara nasıl ulaşacağıdır? Bunun için, sığınaktan dış mekana ulaşabilen bir kanal sistemi olabilir. Bu kanal, yine, anti bakteriyel malzemeden, bağımsız kliması bulunan ve bir kapağı kapandıktan sonra diğeri açılabilen, sızdırmazlık özellikleri bir kanal olmalıdır. Böyle bir kanal, mevcutta var mı bilmiyoruz, fakat büyük bir teknoloji barındırmıyor, firmalar tarafında rahatlıkla üretebilir. Peki kanalın dışarıda açıldığı noktada, malzeme sevkiyatını kim yapacak? İnsanlar özel kıyafetlerle dışarı çıkabiliyorsa sorun yok, çıkamıyorsa, sevkiyat, dronelarla sağlanabilir. Bu nedenle kanallar dronelarla birlikte çalışabilecek, aynı teknolojik dili kullanabilecek seviyede olmalıdır. Test kitleri, laboratuvara ulaştıktan, sonuçlar açıklandıktan sonra, içeride enfekte olmuş insanlar olabilir, kanalların sedye taşımaya da uygun olması gerekir. Yine sevkiyatın başlayacağı noktalarda da, henüz tekmelemekten başka bir şey yapmadığımız robotlar kullanılabilir. Bu nedenlerle, tüm sığınaklarda, drone bulundurulması zorunlu hale getirilebilir. Market, eczane gibi sevkiyatın, başlayacağı noktalarda da, dronelarla birlikte çalışabilecek robotların bulundurulması zorunlu hale getirilebilir.
– Sevkiyat probleminin ardından, en büyük sorun çöp problemidir. Salgın olmayan dönemde de, şehirdeki tüm çöplerin toplanıp, bir noktaya götürülüp imha edilmeye çalışılmasının saçma bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Çöp toplamaya harcadığımız kaynağı, çöpü kaynağında yok etme imkanı sunan cihazları geliştirebilecek firmalara teşvikler vererek ve bu cihazların, insanların ulaşabileceği fiyatlarda olması için devlet desteği sağlayarak, çöp sisteminin değiştirilmesinde fayda vardır.
– Sığınak alanlarının büyüklüğü, inşaat alanının büyüklüğüne göre belirlendiği için, belirli bir metrajın üzerindeki sığınakların bir bölümü de, yoğun bakım ünitelerine çevrilebilir (Hastane sığınakları gibi). Tüm hastanelerin yoğun bakımları yeteriz kaldığında, bu mekanlar yoğun bakım olarak kullanılabilir. Bu tarz, yoğun bakımlı sığınak alanlarındaki, sağlık personeli daha eğitimli veya doktor olabilir. Önceden, bu tarz salgınlara karşı önlem alırsak, yirmi günde hastane yapmak zorunda kalmayız.
– Eski yapılarda yapılması güç ama, yeni yapılacak yapılarda, tecrit dönemlerinde, gün ışığı alabilen, virüs temizleyici aydınlatmalarla donatılmış, içinde, iç bahçesi, çocuk oyun alanları, hobi odaları vs. olan sosyal mekanlara da ihtiyaç vardır. İnsanlar, salgın döneminde topluca olmasa da, evde birlikte yaşadığı insanlarla bu mekanları, sırayla kullanabilir. Konut parsellerindeki sosyal alanlar konusunda, imar planlarımız zaten sorunludur. Yeni plan notları ekleyerek, virüsü unutmadan, yapının içinden ulaşılabilecek sosyal alanların yapılması zorunlu hale getirilebilir. Maliyet konusuna gelecek olursak, ortalama büyüklükteki bir sığınak, yaklaşık 200 metrekare mermer (İtalyan, iyi seleksiyonu yapılmış 🙂 parasına, rahatlıkla dönüştürülebilir. Büyük sığınaklar içinse, kullanıcı sayısı fazla olduğu için, kişi başı düşen para miktarı düşük olacaktır. Yeni yapılarda ise, toplam inşat maliyeti içinde, büyütülecek tutarlarda olmayacaktır.
Virüsle mücadele sadece doktorlarla olmayacağı gibi, sadece yapıları dönüştürerek de yapamayız. Herkes kendi disiplini ile ilgili çözüm önerilerini sunmak zorundadır. Önemli bir görev de, kültür, sanat, edebiyat dünyasına, düşmektedir. 75 yıldır neredeyse her yıl Hitler ve savaşlar hakkında eserler üreten bu dünya, virüsle mücadele konusunda da, insanlarda bilinç oluşmasına katkı sunacak eserler üretmesi gerekir. Yine son süreçte anlaşılmıştır ki, bürokratlar, filmini izlemediği felaketin önlemini almıyor.
Yaşadığımız bu felaketten sonra, tasarım alışkanlıklarımızı da değiştirmemiz gerekmektedir. Kentsel, kamusal, yarı kamusal ve özel mekanların, yeni yorumlara ihtiyacı vardır. Tüm mekanların virüse göre tasarlanmasından bahsetmiyoruz, mümkünse, tecrit dönemlerinde de kullanıma açılabilecek, esneklikte mekanlardan bahsediyoruz.
Son olarak ‘Dünyayı yakarsa fakirler yakar, kurtarırsa inşaatçılar kurtarır’ düsturuyla, tüm sektörü, üniversiteleri, meslek odalarını enseyi karartmadan, konuyla ilgili düşünmeye davet ediyoruz…
Dipnot: Son dönemde, bazı oteller kapılarını sağlık çalışanlarına açtığını ifade etmiştir. İyi niyetli bir yaklaşım olduğunu değerlendiriyoruz. Fakat Covid-19 virüsünü henüz tam olarak tanımıyoruz. Bilindiği üzere, otel havalandırma sistemleri, yüzde yüz taze havayla çalışmaz. Kirli hava ve temiz hava belli oranlarda karıştırılarak sirküle edilir. Aynı zamanda bu klima santrallerinin filtreleri anti-viral değildir. Henüz kanıtlanmış değil ama, -bizim çok ciddi şüphelerimiz var- virüs havalandırma kanalları yoluyla yayılırsa, tüm kullanıcıların enfekte olması kaçınılmazdır. Aynı risk, merkezi sistem klima kullanan tüm yapılar için geçerlidir. Bu dönemde risk almamak adına, merkezi klima sistemlerinin kapatılmasında fayda vardır.
Danışmanlar:
Sevgi Baysal – Y. Mimar
Seçil Onuk – İç Mimar
4 yorum
Asıl soru diye ortaya koyduğunuz, kimsenin aklına virüsle savaş konusunun gelmemiş olması oldukça şaşırtıcı, kimsenin aklına gelmemiş olduğunu düşündüren nedir?
Sığınakların donanımı hakkında bir bilgi vermiyorsunuz, hangi durumlarda sığınakların kullanılabileceğinle ilgili de bir bilgi yok, ama sığınaklar işlevsiz kalmıştır diyebiliyorsunuz.
Hayali sığınak projenize de senaryonuza da, uyuşturucu bağımlısı tedavisi benzetmelerinize de girmiyorum.
yazıyı yazdınız iki kişiye de danıştınız, bir de burda yayınladınız, hepinizi yürekten tebrik ederim.
-Sığınakların ne olduğunu çizip yaptırdığımız için biliyor olabilir miyiz? Sığınakların işlevsiz kalmasının nedeni insanları bir araya topladığınızda hastalığın yayılma riski. Buradaki insanların hepsi, sığınakların nasıl olduğunu bildiği için, gereksiz bilgiyi vermek istemedik.
-Bu sitede gördüğünüz her 100 temanın en az 80’i hayal ürünü.
-Dünyadaki tüm Devletlerin bu konuyla ilgili bir eylem planı olmadığı açıkça ortaya çıkmıştır. Devletler sözde kendi vatandaşın güvenliği için milyarlarca dolar silah harcaması yaptı, geldiğimiz noktada, tüm vatandaşlarını bir hayalete teslim etti ve koruyamıyor.
-Uyuşturucu bağımlığıyla sığınakları karşılaştırmadık, doktorlar dışındaki insanlar görevlerini yapmazsa, doktorların elinde sihirli değnek olmadığını vurgulamak için yazdık.
-Danışman arkadaşlarımız sağlıklı yapılarıyla uğraştıkları için virüsü bilir.
-Neredeyse tüm paragrafları yanlış anladığınız için, bizde sizi tebrik ediyoruz.
Son dönem mimarlık metinlerinde karşılaştığımız problem genelde iyi bir konunun ele alınmaması olurken bir süredir iyi bir konu yakalayıp da değerlendiremeyen bir örnek görmemiştim teşekkürler.
Öncelikle küresel ısınma konusuna değinip bununla alakası yok deyip geçmeniz ilk hayal kırıklığı yaratan nokta. Doğrudan olmasa da dolaylı olarak küresel ısınma ile kaynakların eşit dağılmaması gibi bir çok konunun neticesi bu durum. Diğer önemli nokta ise çeşitli iklim bilimciler bu virüsün insanlıkla olan savaşında Dünyanın ve doğanın karlı çıktığını küresel ısınmanın, insan kadar olmasa da bu işten zarar gördüğünü yani gerilemese bile ilerleyişinin azaldığını belirtirken böylesine önemli bir konuda bundan bahsetmemeniz bir diğer hayal kırıklığı noktası.
Bir üst yorumda da belirtildiği üzere, asıl soru diye ortaya koyduğunuz hiç kimsenin bunu düşünmemesine şaşırıp ancak bu kadar ana akım haber kaynaklarına bile düşen Almanya örneği ortadayken bunu yazarken hiç çekinmemiş olmanız hayret verici. Ortada yıllar önce bu günleri ön görüp hazırlanmış bir rapor var. Okumanızı tavsiye ederim.
En az virüs kadar felaket derecede temele sahip olmayan uyuşturucu bağımlısı analojinize değinmek bile istemiyorum.
Yazdıklarınıza saygı duymakla birlikte eleştiri yazımın yazdığınız yazıdan uzun olacağı endişesi ile daha fazla uzatmamaya karar verdim. Emeklerinize sağlık.
Son olarak her şey çok yeniyken temelsiz bir kaç bir şey yazıp yönetmeliklere altlık olmasını ummak yerine, alanındaki uzmanların bile henüz tanımadığını iddia ettiği bu bilinmezlik üzerine altlıklar(!) hazırlanmasını doğru bulmuyorum. Saygılarımla
-Yazımızın içinde, konu üzerine düşünmeye ve yazmaya davet vardır. Sizden, daha iyi değerlendirmeler bekliyoruz.
-Ne yazık ki, kimse konu üzerine düşünüp eylem planı geliştirmemiş. Bunun en büyük nedenin de antibiyotiklere olan büyük güven olduğu söylenmektedir.
-Amatem hastanelerinde çalışan sağlık görevlileriyle konuşursanız ne demek istediğimiz daha rahat anlayabilirsiniz.
-Kapalı mekanlarda virüsle mücadele konusu yeni değildir. Hali hazırda tüm sağlık yapılarındaki genel kurallardır. Sağlık yapılarında bu kurallara uyulmazsa, koronavirüse gerek kalmadan, binlerce insan, başka virüslerden hayatını kaybedebilir.
-Son olarak gelelim Küresel ısınma konusuna. Tarihteki salgınları küresel ısınma bağlamında ele alıp incelerseniz, ikna olmaya hazır olduğumuzu bildiririm.Ayrıca Mimari platformlarda devamlı küresel ısınma tartışması yürütmeyi, tamamen hedef saptırma olarak görmekteyim. Bence, Küresel ısınmanın en büyük sorumluları, endüstri ve kişisel gelirini endüstriyel üretimle arttırmaya çalışıp, büyük şehirlere doluşan insanlardır. Ülkemizden örnek verecek olursak, Yıllık Kişi başı gelirin yaklaşık 15.000 dolar olduğu Marmara bölgesinde, küresel ısınmanın etkileri, son yıllarda belirgin şekilde hissedilirken, yıllık Kişi başı gelirin 800 dolar olduğu Doğu Anadolu bölgesinde hissedilmemektedir. Bu bilgiden hareketle, küresel ısınmayı dert eden insanlar , İstanbul dan, Hakkari’ye taşınırsa ve geleneksel üretim yöntemlerini uygulayan bir hayat tarzı benimserlerse, küresel ısınmanın önlenmesine büyük katkı sunacağı aşikardır. Dünyada, endüstrisi gelişmemiş ülkelerde de, küresel ısınmanın etkileri sınırlıdır. Bir diğer önemli konu da, küresel ısınmanın önlenmesiyle ilgili fikirler geliştirilirken, endüstriye yeni üretim alanları açılmaması gerekir. Örnek olarak, son yıllarda popüler olan Elektrikli Otomobil konusunu ele alalım. Bu otomobillerde kullanılan piller üretilirken ortaya çıkan karbon salınımı, 1600 cc dizel bir otomobilin 25 yılda saldığı, ortalama karbon salınımına eşittir. Bu piller üretilirken oluşacak doğa tahribatını yazmaya gerek yok. Yine bu pillere ortalama 8 yıl garanti verilmektedir. Tüketici deneyimize göre, garanti süresi bittikte maksimum 6 ay sonra bu pillerin çöp olacağı da nerdeyse kesindir. Bu örnekten hareketle, günümüzde bir aracı 25 yıl kullanamadığımız için, elektrikli otomobil satın alarak, çevreye herhangi bir katkımız olmayacaktır. Küresel ısınmayı dert eden insanları önemsemekle birlikte, bu insanların yanlış yönlendirildiğini düşünüyorum. Mimarlık özelinde de, Yapılara devamlı yeni ekolojik-teknolojik özellikler ekleyerek, küresel ısınmayı önlemediğimizi, bu yolla endüstrinin doğayı biraz daha tahrip etmesine katkı sunduğumuzu düşünüyorum.