"Önce yaşam, sonra mekanlar, sonra binalar. Tersi sadece bazen işe yarar." Jan Gehl
Modern kent yaşamında, ne yazık ki rastlantısal karşılaşmalar gittikçe azalıyor. Her geçen gün daha fazla içe kapanarak, insanlardan özellikle “yabancılardan” uzaklaşarak sonunda en değerli kentsel hazinelerimizden birini kaybediyoruz: rastlantısal karşılaşmalar.
Sosyolog Ray Oldenburg’un “üçüncü mekanlar” dediği, ev ve iş dışındaki kamusal alanlar, toplumsal dokumuzu besleyen ve şekillendiren kritik alanlardır. Bir parkta yan yana oturan iki yabancının sohbeti, mahalle meydanında karşılaşıp hal hatır soran komşular, ya da bir kent mobilyasında kitap okuyan birine başka birinin “Ne okuyorsunuz?” diye sorması… İşte bu anlık, planlanmamış etkileşimler, kent yaşamını zenginleştirir ve toplumsal bağları güçlendirir.
Jan Gehl’e göre, insanlar kamusal alanlarda üç farklı şekilde vakit geçirir:
Zorunlu Aktiviteler:
• İşe gitmek, alışveriş yapmak gibi zorunlu işler.
• Bu aktiviteler, mekanın kalitesinden bağımsız olarak yapılır; mekan kötü olsa bile bunlar devam eder.
İsteğe Bağlı Aktiviteler:
• Yürüyüş yapmak, oturmak, manzara seyretmek gibi keyfi aktiviteler.
• Bu aktiviteler, mekanın konforuna ve çevre koşullarına bağlıdır. Eğer mekan iyi tasarlanmışsa, insanlar burada vakit geçirmekten keyif alır.
Sosyal Aktiviteler:
• Sohbet etmek, çocukların oyun oynaması, insanları izlemek gibi etkileşimler.
• Bu aktiviteler, diğer insanların varlığına bağlıdır ve mekan ne kadar iyi tasarlanırsa, o kadar çok insan burada vakit geçirir ve sosyal etkileşim artar.
Özetle, iyi tasarlanmış kamusal alanlar sadece zorunlu aktiviteleri değil, aynı zamanda insanları orada vakit geçirmeye, sohbet etmeye ve sosyalleşmeye teşvik eder.
İyi tasarlanmış kamusal alanların sosyal etkileşimi artırdığı bir gerçek. Gehl, bu sosyal etkileşimlerin en önemli parçalarından birinin dış mekan konuşmaları olduğunu belirtiyor ve bu konuşmaları üç ana kategoride inceliyor:
Birlikte Olduğumuz İnsanlarla Konuşmalar:
• Zaten bir arada olduğumuzda, mekanın tasarımı bu konuşmaları büyük ölçüde etkilemez. Burada tek ihtiyacımız olan, rahatça duyulabilen bir ses seviyesidir.
Örnek: Parkta arkadaşınızla yürüyüş yaparken sohbet etmek.
Karşılaştığımız Tanıdıklarla Konuşmalar:
• Tesadüfi karşılaşmalarla başlayan konuşmalar için, mekanın “durabilme” ve “oyalanabilme” kapasitesi önemlidir. İnsanların durup sohbet edebileceği yerler gerekir.
Örnek: Mahalle meydanında komşunuzla karşılaşıp sohbet etmek. Bu tür karşılaşmalar, yaya dostu ve yavaşlatıcı mekanlarla daha sık görülür.
Yabancılarla Olası Konuşmalar:
• En hassas ve mekan tasarımına en bağımlı konuşma türüdür. İnsanların kendilerini rahat ve güvende hissetmeleri büyük önem taşır. Bu tür konuşmalar için mekan, oturma alanları veya aktivite noktaları gibi “sosyal katalizörler” gerektirir.
Örnek: Park bankında yan yana oturan iki yabancının sohbet etmeye başlaması. Bu tür etkileşimler için mekanın, insanları bir araya getiren unsurlar barındırması gerekir.
Gehl’e göre, başarılı bir kamusal alan, bu üç tür konuşmayı da desteklemeli ve özellikle ikinci ve üçüncü tür konuşmalar, toplumsal bağların güçlenmesi için çok değerli fırsatlar sunar. Bu yüzden, kamusal alanlar tasarlanırken, insanların durup sohbet edebileceği ve rahatça vakit geçirebileceği alanlar yaratılmalıdır.
Peki, bu tür karşılaşmaları teşvik eden mekanları nasıl tasarlamalıyız? Ünlü kent teorisyeni William H. Whyte, New York’taki kamusal alanları yıllarca inceledikten sonra bazı temel prensiplere ulaşmıştır:
• Oturma Alanlarının Önemi: İnsanlar, çevrelerini görebilecekleri ve kendilerini rahat hissedebilecekleri yerlerde oturmayı tercih ederler.
• Güneş-Gölge Dengesi: Mevsime ve saate göre hem güneşli hem de gölgeli alanlar sunan mekanlar daha çok tercih edilir.
• İnsan Çeker: İnsanlar, diğer insanların olduğu yerlere gitmeye meyillidir.
Jan Gehl, “Binalar Arasındaki Hayat” kitabında, kamusal alanların başarısının büyük ölçüde insan ölçeğinde tasarlanmalarına bağlı olduğunu vurgular. Peki bu nasıl olur?
• Yürünebilir Mesafeler: İnsanlar kısa mesafelerde yürümeyi tercih eder.
• Göz Hizasındaki Detaylar: İnsanın göz hizasında olan detaylar, çevreyle olan bağını güçlendirir.
• İnsanı Ezmeyen Bina Yükseklikleri: Yüksek binalar yerine, insanı ezmeyen, çevresiyle uyumlu yapılar.
• Duraksama ve Sohbet İçin Uygun Noktalar: İnsanların duraklayıp sohbet edebileceği alanlar.
Christopher Alexander’ın “A Patte Language” çalışmasından öğrendiğimiz üzere, başarılı kamusal alanlar bir dizi tasarım deseninin uyumlu birlikteliğinden doğar:
• Aktivite Cepleri: İnsanların durup vakit geçirebileceği küçük alanlar.
• Karma Kullanım: Farklı aktivitelerin bir arada olması.
• Geçirgen Sınırlar: İç ve dış mekan arasında yumuşak geçişler.
• Oturma Basamakları: İnsanların spontane olarak oturabileceği yüzeyler.
Sonuç olarak, kamusal alanlar sadece şehrin boş alanları değil, toplumsal hayatımızın can damarlarıdır. Bu alanların tasarımı, rastlantısal karşılaşmaları teşvik edecek şekilde düşünülmelidir. Çünkü bir şehri gerçek bir şehir yapan, binalardan çok, o binalar arasında gelişen insan ilişkileridir