Ozan Öztepe, bu yazısında mimarlıkta fenomenoloji bağlamında mekânın poetik ve tektonik karakterlerini ele alarak, Süleymaniye Camii’nin güneybatı kapısındaki eşik taşını zamanla aşınan fiziksel varlığı ve kullanıcıların bedensel hareketleriyle şekillenen kolektif hafıza bağlamında yorumluyor.
Fenomenolojinin mimarlığın tartışma konularından biri haline gelmeye başladığı 1940’li yılların sonundan bu yana mekânın iki farklı unsuru belirginleşmeye başladı; poetik karakter ve tektonik karakter. Mimarlık tartışmaları teknik konulardan sıyrılıp etiğe ve estetiğe dayandıkça öne sürülen kavramlar, sahip olunan öngörüler bir bir muğlaklaştı. Mekânın fiziksel özellikleri ile algısal özellikleri arasındaki bağ aynı zamanda mimarlığın bireyle ilişkisini ortaya çıkaran unsurların başında gelir. Tektonik karakter, en genel anlamıyla mekânı ortaya çıkaran çizgi, kütle, hacim ve malzemeyi tanımlar; yapının dünya gerçekliğine dair somut niteliğini gösterir. Poetik karakter ise yapının her yönüyle insana ve topluma dair algı dünyasındaki yerini imleyerek mekânın şiirselliğini vurgular. Gaston Bachelard (1996), ufuk açıcı kitabı Mekânın Poetikası’nda mekânı bir nevi somutlaşmış zaman fosili olarak niteler. Mekân, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış halde tutar. Mekânın saklama, hafızaya alma yetisi kullanıcının varlığıyla gerçekleşir. Mekân ile her bir karşılaşma ânı kullanıcıya geçmiş zamanı anımsatır. Mekânın fenomenoljik niteliği eşzamanlı olarak poetik karakteri ortaya koyar. Dünya gerçekliğindeki mekân, kullanıcı ve zaman, birbirleriyle sarmal ilişki içerisindedir. Mekânın poetik karakteri Mimar Sinan’ın farklı fonksiyonlara sahip muhtelif yapılarında olduğu gibi Süleymaniye Camii’nde de belirginleşir. Süleymaniye Camii’ni var eden binlerce yapı elemanından biri olan güneybatı cephesindeki son cemaat mekânına giriş kapısının mermer eşiği; insan, mekân ve zamana dair sarmal ilişkinin nesneleşmiş ilginç örneklerinden biridir.
Mekân algısı, bedenin mekân içerisindeki devinimi sonucunda ortaya çıkar. Hareket eden beden, bulunduğu mekânın parçası haline gelir ve mekân ile ilişki kurar. Richard Sennett (2014), Ten ve Taş’ta, beden ve mekân ilişkisini antik dönem kentleri üzerinden tanımlar. Sennett’e göre kent bedendir. Kentliye ait devinimler sonucu kentin ve mekânlarının sınırları eskir, yenilenir, sürekli değişim içinde kalır. İnsanı ve mekânı metaforik bağlamda karşılaştıran ten ve taş, birbiriyle ilişkilidir. Özne ve nesne arasındaki ilişki simbiyotik nitelik taşır. Mekânın nesnel hali ile kullanıcıların öznel üretimleri birbirlerini bütünler. Bernard Tschumi (2018), Mimarlık ve Kopma’da, eylem ve olay olmadan mimarlığın da var olamayacağı görüşünü dile getirir. Tschumi’ye göre mimarlık, kullanıcılarla kesintisiz alışveriş halinde bulunan bir organizmadır. Bedenin mekândaki hareketi, insan – mekân ilişkisinin tamamlayıcısıdır. Mekânın maddesini sorgulayan Tschumi, mekânın nesnel gerçekliğinin haricinde öznel niteliklerini öne çıkarır. Kullanıcı, bedensel hareketleriyle mekânı ortaya çıkarandır. Bernard Tschumi (1994) Olay-Kentler kitabında mekân – olay – hareket üçlemesinin temellerini atar. Hareket edimi her daim yeni oluş potansiyeli ve olay içerir. Gerçekleştirilen muhtelif eylemler ve olaylar sonucu özne – nesne ilişkisi kurulur. Deneyimleyen kişi konumundaki birey, bulunduğu mekâna anlam / anlamlar atfeder; madde dünyasına ait nesne ise zaman içerisinde fiziksel değişim göstererek sürekli dönüşüm halinde bulunur. Tschumi; mimarlığı olay kavramı aracılığıyla tanımlar. Olay; olasılıklara ve anlık oluşumlara açıktır, beklenmedik eylemleri tetikler. Mekân içerisinde hareket halindeki birey her türlü olasılık dahilinde mekânı kullanmakta özgürdür. Kullanıcı tarafından mekânda gerçekleştirilen eylemler mimarın denetimi dışındadır. Oluşacak olayların koşulları öngörülebilmekle beraber düzen ve strüktür tartışmaya açıktır.
Yapının poetik karakteri, kullanıcının mekânla kurduğu ilişki sonucu belirginleşir. Tschumi’nin beden ve olay kavramları aracılığıyla tanımladığı belirsizlik durumu, hareket eylemini ve kullanıcı etkenini ön plana taşır. Mimar Sinan’ın kalfalık eseri olarak tanımladığı Süleymaniye Cami’nin güneybatı cephesindeki revaklı son cemaat mekânına giriş teşkil eden avlu kapısı; beden – hareket – kullanıcı arakesitinde mekânın poetik karakterine ilginç açılım sunar. Vefa sırtlarından Pera’ya ve Üsküdar’a yaklaşık beş asırdır vista sunan, İstanbul kent topoğrafyasının belirleyici yapılarından olan Süleymaniye Camii’ne kullanıcı özelinde ilk dokunsal temas bu kapının eşiği vasıtasıyla sağlanır. Süleymaniye Camii’nin beş farklı girişi bulunur. Son cemaat mekânına geçiş sağlayan kapı haricinde caminin beden duvarında hünkar mahfili (mahfil-i hazreti Hüdavendigar) ve müezzin mahfili (mahfil-i peygar) için iki özel giriş teşkil edilmiştir (Çelik, 2009). Tüm girişlerin eşik ve sövelerinde dönemin Osmanlı yapılarında sık rastlanan Marmara mermeri kullanılmıştır. Bu girişlerden zaman içerisinde en çok kullanılanı Beyazıt yönüne bakan ve son cemaat mekânına erişimi sağlayan güneybatı yönündeki kapı olmuştur (Resim 1).
Resim 1. Süleymaniye Camii son cemaat mekânın güneybatı girişi.
Süleymaniye Camii özelinde bu kapı eşiği sürekli bir oluş içerisindedir. Bir nevi metamorfoz halinde bulunan eşik, değişen fiziksel sınırları bağlamında her daim yeni konturlar yaratır. Kullanıcıların bedensel eylemleri eşzamanlı olarak eşiği var eder. Bu haliyle eşik, yaşayan bir organizma karakterindedir. Eşiğe bu niteliği, yapıyı ziyaret eden kullanıcıların bedensel eylemleri verir. Taşın kalıcılığı ile bedensel eylemin geçiciliği çelişkili bir ilişkiyi ortaya çıkarır. Bu ilişki zamana yayılı haldedir. Eşiğin tektonik yapısı kullanıcılar aracılığıyla her daim yenilenir. Bedensel eylem sonucu form kazanan eşik zaman içerisinde rastlantısal bir biçim edinir. İnsan – nesne ilişkisinden vücut bulan bu form poetik karakterdedir; kullanıcıların zaman içerisindeki devinimlerinin sonucudur.
Süleymaniye Cami’nin güneybatı cephesinde bulunan kapının zemininde yer alan eşik, mevcut halinin yanı sıra, zaman içerisinde kaybolan eksik kısmı da var eder. Var olan / bulunmayan, boşluk / doluluk gibi ikilemler topos ve logos kavramları aracılığıyla açımlanabilir. Eşiğin zaman içerisinde eksilen parçası kayıp bir boşluk olmanın ötesinde algı dünyasında yer edinen logos’u imler. Gaston Bachelard (1996) logos olgusunu şiirsel imgeyle özdeşleştirir. Şiirsel imge yaşayan dile aittir. Sadece anılarımızı değil unuttuklarımızı da barındırır. Logos kavramının bu özelliği geçmiş zamana dair devinimleri, yaşanmışlıkları ve olayları kullanıcının imgeleminde yeniden kurgulamasına yardımcı olur. Süleymaniye Cami’nin güneybatı cephesindeki kapı; açık alan ve yarı açık alan arasında bir giriş mekânını tanımlar. Bu kapının zeminindeki eşik, Cami’ye bedensel temasın gerçekleştiği ilk noktadır. 2025 yılı baz alındığında 468 senedir kullanıcıların devinimleri sonucu sürekli eksilen eşiğin zaman içerisinde kaybolan kısmı yaklaşık beş asırlık zaman diliminin ortaya çıkardığı boşluktur (Resim 2). Eşiğin günümüze erişen kısmı ise ân’da varolan topos’tur. Eşikteki boşluk geçmişi gösterirken, mevcut kısım ân’ı gösterir. Eksik olan, zamanın eşikten söküp aldığı hacimdir. Eşiğin görünmeyen ancak gözle bütünlenebilen boşluğu, mekân – insan – zaman bağlamında farklı okumalara imkân verir. Eşikteki boşluk bugüne dek eşiğe basan herkese aittir.
Resim 2. Eşik taşının zamanla aşınan kısmı
Süleymaniye eşiği kantitatif bağlamda ele alındığında ilginç veriler sunar. 468 yıl içerisinde eşiğin yaklaşık 38.1 kiloluk bölümü aşınarak kaybolmuştur. Ortalama olarak her yıl eşiğin 81.4 gramlık kısmı zamana ve uzama karışır. Süleymaniye eşiğindeki boşluk, bugüne dek yapıyı kullananların ortak üretimidir. Bu bağlamda Süleymaniye eşiği günümüz kullanıcıları tarafından halen üretilmeye devam eder. Eksik bölüm bir açıdan eşiğin poetik karakterini imler. Eşikteki boşluk bugüne dek eşiğe ayak basmış milyonlarca insanın ortak hafızasıdır. Varolan kısım ise eşiğin tektonik karakterini vurgular. Varolan ve yok olmuş bölümleri ile eşik yaşayan bir organizmayı andırır. Günümüze dek eşiğin eriştiği form kullanıcıların anlık bedensel devinimleri sonucu rastlantısal şekilde belirginleşmiştir. Eşik ân itibariyle değişmeye devam eder. Yüzeydeki izler sürekli silinerek Marmara mermerinin yeni dokusu ortaya çıkar.
Süleymaniye eşiği form değiştirdikçe bir bakıma insanileşir / insana dair kılınır. Bu durum onun poetik karakterine ilişkindir. Eşiğin günümüze erişmeyen eksik kısmı Gaston Bachelard’ın zaman fosili kavramını çağrıştırır. Bedensel devinimin zaman içerisinde eşik üzerindeki izi boşluktur. Eşik, heykeltıraşın yüzeyini sürekli biçimlendirdiği bir heykeli andırır. Heykelin süreksizlendirilerek dondurulan yüzeyi heykeltıraşın ona son dokunduğu ân’ı gösterirken Süleymaniye eşiğinin mermer yüzeyi her daim değişkendir.