yemeksepeti.ofis: şeffaf bir şirket / opak bir kitap

Türkiye’de çağdaş bir yapının, tasarımından uygulanmasına kadar bütün süreçleri ile detaylıca ele alındığı çok az kitap var.* Bu türde kitapların azlığının, tasarımların çoğunun anlatacak bir hikâyesinin olmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. “İşverenden aldığımız brief doğrultusunda projemizi çizdik. Revizyonlar oldu. Uygularken de bazı aksaklıklar çıktı; onları da bir şekilde çözümledik.” içerikli bir metnin yanına fotoğraf eklenerek elde edilen malzeme, hacmi ne olursa olsun bir “kitap” oluşturmak için yeterli değildir. Böylesi bir metin ancak mimarlık dergilerinde proje tanıtımı olarak yer alabilir.

yemeksepeti.ofis ise bir dekorasyon projesinin anlatısından ibaret değil. Kitabın amacını Yemeksepeti CEO’su Nevzat Aydın sunuş yazısında çok net özetlemiş: “Bu kitabın varlık sebebi, Yemeksepeti’nin kurum kültürünü ve bunun çok büyük bir parçası olan iki mimari tasarım serüvenini konuya ilgi duyan herkesle paylaşmak istememiz.”

Kitap, yükseliş sürecinde genç bir şirkete ilişkin, çoğu zaman iç içe geçen iki süreci anlatıyor: Bunlardan ilki Yemeksepeti’nin kendi kurum kültürünü inşa etme süreci; diğeri ise şirketin iki ayrı ofisinin Erginoğlu & Çalışlar’la birlikte yürütülen tasarım ve uygulama süreçleri.

YAZARI OLMAYAN BİR KİTAP

Kitabın kapağında bir yazar adına rastlamıyoruz çünkü bu kitabın bir yazarı değil birçok anlatanı var. Ele alınan bütün süreçler, bir üçüncü şahsın ağzından değil, doğrudan Yemeksepeti ve Erginoğlu & Çalışlar ekip üyelerinin tanıklıklarıyla anlatılmış. Bu seçimi çok yerinde bulduğumu belirtmeliyim. Bir hikâyeyi, araya yabancı bir anlatıcı girmeden, bizzat süreci yönlendiren kişilerin ağzından dinlemek, anlatanların eşliğinde bu mekânları geziyormuş hissi uyandırıyor.

KOLEKTİF BİR TASARIM SÜRECİ, KOLEKTİF BİR ANLATIM

Kitabın başında, künye sayfasında “Anlatanlar” başlığı altında, kitapta anlatılarına yer verilen Yemeksepeti ve Erginoğlu & Çalışlar ekip üyelerinin isimleri, çalıştıkları şirkete göre iki gruba ayrılmaksızın, tek bir listede, iki ekibin üyeleri iç içe geçecek şekilde isme göre alfabetik olarak yer almış. Buna önce pek mana verememiştim, ne var ki kitabı okurken bunun bilinçli bir tercih olduğunu anladım: İşveren ile mimar, Yemeksepeti projelerinde eşine az rastlanır, kolektif bir tasarım süreci yürütmüşler. Bu sebeple bu süreçte yer alanların iki farklı takımın oyuncuları gibi değil, tek bir ekipmiş gibi listelenmeleri tasarım sürecinin mantığı ile çok güzel örtüşüyor.

Nevzat Aydın tasarım sürecinin en başında şirketin farklı bölümlerinden elemanlarını görevlendirerek, mesailerinin yarısını Erginoğlu & Çalışlar ekibi ile birlikte geçirmelerini istemiş. Bu sayede tasarım, mimarın bir brief alıp, sonrasında ofisinde hazırladığı ve işverene getirip sunduğu bir çalışma olmaktan çıkmış. İşveren, kurum kültürünü oluşturan çalışanlarını projeye daha en baştan katarak, tasarım sürecine aktif bir şekilde dâhil olma imkânı bulmuş. Neticede başarılı bir proje için gerekenler bir araya gelmiş: Bir tarafta yetkin, meydan okumalara açık bir mimar; diğer tarafta da kendine has bir rengi olan ve ne istediğini iyi bilen bir müşteri.

SIRADIŞI KAPAK TASARIMINA İLİŞKİN DÜŞÜNCELER:

Mizanpaj, grafik tasarım ve anlatım kurgusu açısından genel olarak başarılı bulduğum kitabın en ilgi çekici öğesi hiç kuşkusuz kapağı. Bu ilginç kapak, kitapta da kullanılan bir ifadeyle yazmak gerekirse gayet “oyuncaklı”. Kapağın, kitabı bir S harfi gibi saran ve iki kısma ayıran formu çok şaşırtıcı. Kitabı ilk elime aldığımda uzun süre kapağın detaylarına, büküm yerlerine baktım; böylesi bir kapak tasarımının getireceği sorunların nasıl çözüldüğünü merakla inceledim. Kapağın ikiye ayırdığı kitabın ilk kısmında tasarım sürecinin metni ile buna eşlik eden fotoğraflar, planlar, bazı eskizler var. Daha ince olan ikinci kısımda ise Kerem Erginoğlu ve Hasan Çalışlar’a ait eskiz defterlerinin taramaları yer alıyor. Bu sayede mimarların eskiz defterlerini elimize almış gibi bir deneyim yaşıyoruz. Bu aslında hoş bir düşünce ama kitabın ilk yarısında da bazı eskizlere zaten yer verilirken, bir kısım eskizlerin arkada toplanmaları tutarsız olmuş. Bu haliyle, ele alınan sürecin tamamlayıcı bileşenleri olan eskizler, arkada yalıtılarak hikâyeden koparılmış. Kolektif bir çalışmayı gayet bütüncül bir yaklaşımla ele alan kitabın ikiye bölünmesini bu sebeple ana kurguya ters buldum. Kitap illa ikiye bölünecek idiyse, biraz farklı bir kurgu ile daha tutarlı bir ayrım sağlanabilirdi. Mesela Yemeksepeti ve Erginoğlu & Çalışlar ekiplerinin anlatıları üzerinden ya da kitapta yer alan iki farklı proje üzerinden ikili ayrımlar yapılabilirdi. Bu haliyle, bu harika cilt tasarımı, kitabın anlatısını ne şekilde etkilediği çok düşünülmeden, sadece ilgi çekici bir öğe olmak üzere kitaba aplike edilmiş gibi duruyor.

KAPAĞIN ŞEFFAFLIK SORUNU

Kitapta en çok vurgulanan kavram sanırım “Şeffaflık”. Bu kelime sadece Nevzat Aydın’ın 2 sayfalık sunuş yazısında dahi 4 kere geçiyor. Hem sunuş yazısında hem de kitabın devamında Yemeksepeti’nin kurumsal şeffaflık elde etme adına ne gibi refleksler geliştirdiği tekrar tekrar ele alınıyor. İç mekanda hiç sağır duvar kullanılmayarak bütün mekanların camlı bölmelerle ayrılmasının da, “Şeffaflık” temasının ofis tasarımında izlenebilen bir yansıması olduğu savlanıyor. Hal böyleyken, şeffaflığa bu kadar önem veren bir kurumun samimi hikâyesi neden bu kadar dışa kapalı ve ketum bir kapakla sunulmuş anlamak mümkün değil. Kitabı ilk defa bir kitapçının rafında gördüğümde, çarpıcı rengi ve ilginç kapak tasarımı hemen dikkatimi çekti fakat jelatine sarılı olduğundan sayfalarını karıştırma imkânı bulamadım. Ben de sadece kapağına bakarak, ser verip sır vermeyen, bir yazarı ya da arka kapağında tanıtıcı bir metni olmayan bu yayına ilişkin ipuçları aramak zorunda kaldım. Elimde bir de büyüteç olsaydı kendimi Sherlock Holmes sanabilirdim! Kitabın adı “yemeksepeti.ofis”, alt başlığı ise “Bir Vizyonun Mimari Anatomisi” idi. Alt başlıktaki “Mimari” kelimesi, kitabın YEM yayınlarından çıkmış olması ve arka kapaktaki eskiz bir araya gelince, kitabın Yemeksepeti’nin projelerine ilişkin olduğu aslında anlaşılıyordu. Ne var ki içeriği yine de tamamen belirsizdi. Elimde tuttuğum; baştan sona iç mekân fotoğraflarından oluşan bir kitap da olabilirdi, çok az görsele yer veren, uzunca bir metin eşliğinde yapılmış bir kurum güzellemesi de… Açıkçası fiyatı da “Şansımı denerim, hoşuma gitmezse rafta güzel durur.” demeye imkân vermiyordu. Dikkatimi çeken kitapları rafta bırakıp gidememek gibi kötü bir huyum olmasına rağmen, ilk gördüğümde ilgilendiğim, elime alıp evirip çevirdiğim bu kitabı kapağının belirsizliği yüzünden almadan kitapçıdan çıktım. Birkaç gün sonra bir arkadaşım ilgimi çekeceğini düşünerek hediye etmeseydi belki de kitabı hiç okuyamayacaktım…

AH O ALT BAŞLIK!

Kitabın alt başlığı: “Bir Mimari Vizyonun Anatomisi” kötü bir tercih olmuş. Bir kere, Yemeksepeti hem kurum içinde hem de müşterileriyle etkileşiminde eğlenceli, kimi zaman matrak bir dil kullanmayı tercih ediyor. Ofisleri de bu rahatlıkla, her köşesinde tebessüm ettiren detaylarla tasarlanmış. Kitaptaki dil, grafik ifade ve anlatım da bu çizgiyle uyumlu olarak şekillenmiş. Kurumun kendini ifade ederken tercih ettiği samimi, dolaysız tarz ortadayken, kitabın alt başlığının bu aşırı düşünülmüş, fazla hesaplıca seçilmiş kelimelerden oluşması, gayet acemice bir şekilde “etkileyici olma çabası” hem itici olmuş hem de kitapla uyumsuz kalmış.

DAHA İLK KELİMEDEN OLDU MU AMA: yemeksekepi

Bir kitaba başlarken önce künyesini, varsa yazarın biyografisini, içindekileri okur, dikkatlice incelerim. Böylece hem kitabı, konusuyla, içeriğiyle, yazarıyla, editörüyle, yayıneviyle, katkıda bulunanlarla, matbaasıyla daha yakından tanımış olurum hem de kitabın bir okuyucu olarak bana verdiği değeri anlarım. Zira kitabın esas metne gelmeden önceki kısımlarında yapılan mizanpaj, imla hataları bence okuyucuya özensizliğin ifadesidir. Alelade bir okuyucunun kitabın daha en başında gözüne takılan hatalar; yazarın, yayınevinin, editörlerin, redaktörlerin yani bu işi meslek olarak yapan bunca insanın gözünden kaçıyorsa buna okuyucu olarak kızmaya hakkım olduğunu düşünürüm. Kitabın sadece başında değil, tamamında aynı özeni beklerim aslında ama daha en baştan böylesi hatalarla karşılaşmak genelde iyiye işaret değildir. Bu sebeple künyesine bakıp almaktan vazgeçtiğim, kendimce “gününü gösterdiğim” kitaplar dahi olmuştur! yemeksepeti.ofis de bu bağlamda, kitabın içinde basılı olan ilk kelimeyi –ki bu kelime aynı zamanda da kitabın adı- yanlış yazarak “Hadi bakalım!” dedirtiyor:

yemeksekepi.ofis: Bir Vizyonun Mimari Anatomisi”

İnsanın midesini ekşiten bu kötü açılışa rağmen kitabın hakkını vermek lazım: devamında Türkçe kullanımı, imla ve dizgi açısından çok temiz, kaliteli bir iş çıkarılmış. Yine de unutmamak gerekir ki ilk izlenim bazen her şeydir. 

KAÇ SATIRIN ALTINI ÇİZECEĞİZ?

Bizi doğrudan sürecin aktörleriyle baş başa bırakan bir kitapta Nevzat Aydın’ın sunuş yazısının ardından, araya editörün, kitaptan çıkarılsa eksikliği hissedilmeyecek bir yazı ile girmesi bence yersiz olmuş.

Üstelik editör yazısının bir sorunu daha var: Nedensizce cüretkâr. Yazıda, kitabın vaadinin “muhtemelen ilk kez bütünüyle samimi (…) bir tasarım hikâyesi anlatmak” olduğu, kitabın iddiasının ise “en azından yüz satırın altını çizdirmek” olduğu gibi tuhaf böbürlenmelere prim verilmesi anlaşılır gibi değil. “Samimi bir hikâye anlattık” yazılsa yadırgamazdım ama “bunu muhtemelen ilk biz yaptık” denmesi çok garip. Anlaşılan bu ülkede “işini iyi yapan özne olmak” yeterli gelmiyor ki alnımıza bir “EN”, bir “İLK” etiketi yapıştırmadan tatmin olmuyoruz. “En azından yüz satırın altını çizdirme” iddiası için ise ne desem bilemedim… Kitaptaki bütün görseller çıksa, metinler 45-50 sayfa kadar kalıyor. Sayfa başı ortalama 2 satırın altını çizeceğimize ilişkin bir istatistiğe nereden varılmış merak ettim doğrusu. Kitabı bitirince de oturdum saydım: 53 yerde muhtelif notlar almışım. Fena bir rakam değil belki ama bir kitaba çok not alınması, çok satırın altının çizilmesi bir başarı kriteri değildir ki! Bir okuyucu pekâlâ beğendiği yerleri çizdiği kadar, beğenmediği yerleri, katılmadığı ifadeleri, bulduğu hataları da çizebilir. Editör böylesi bir ifadeye yer vererek kitabın başında benimle girdiği iddiayı kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda da kitaba karşı daha ilk baştan olumsuz bir yargı geliştirmeme sebep oldu.

Kitabın ön ve arka kapağını izleyen yapraklar konsept gereği bordo olduğundan, kitap üzerinde not almaya elverişli -adeta ikinci bir kitap sayılabilecek eskizlerin basıldığı kısım sayılmazsa- neredeyse hiçbir yer yok. Hâlbuki kitap okurken satırların altını çizen, notlar alan okuyucu profili çoğu zaman kitabın içinde boş bir yaprağa bunların indeksini de yapar. “En azından yüz satırın altının çizileceğinin” iddia edildiği bir kitabın içinde, bu iddia ile tutarlı olmak adına okuyucunun not alması için bir yer düşünülmesi de gerekmez miydi?

ASLINDA TANISAN SEVERSİN!

Kitabın kapağından kaynaklanan kendini ifade etme ve kurguyla bütünleşme sorunları, kurum kimliğine yabancı bir alt başlık, künyedeki vahim yazım yanlışları ve editör yazısındaki itici “iddialar” kitapla ilk teması keyifsiz bir deneyim haline getirse de, kitabın devamındaki özen ve içeriğin özgünlüğü bunları kısa sürede telafi ediyor.

Şirketler, binalar, kitaplar; Twitter floodları, Whatsapp tebrikleri, Instagram story’leri; sözün kısası bütün kurumlar, ürünler, içerikler ve ilişkiler her geçen gün daha çok birbirlerine benzerken; içinde farklı yaklaşımlar, cesur denemeler barındıran hikâyeler ve ürünler bana iyi geliyor doğrusu. Yemeksepeti kendi kurum kültürünü yaratırken ve ofislerini tasarlatırken olduğu gibi, bu süreçleri ele alan kitabı ile de özgün, ilgi çekici ve kaliteli bir ürün ortaya koymayı başarmış; mükemmeli ise az farkla ıskalamış.

*Bu kapsamda bahsetmeye değer bulduğum bir diğer örnek: Bir Yapı Kitabı / A Book about a Building, Nevzat Sayın, Umur Yayınları, 2015

Etiketler

Bir yanıt yazın