İnsanlar 50 m²’lik bir evin içine değil eşyalarını bile sığdıramazken biz onlardan hayatlarını, umutlarını, sevdiklerini nasıl sığdırmalarını bekliyoruz.
İstanbul’da sabahın erken saatlerinde işe gitmek için yollara düşmüşken, etrafımda yükselen binalar ve gittikçe kalabalıklaşmış bir İstanbul var. Yol boyunca gözlerim, her köşe başında yükselen gökdelenlere takıldı. Binalar, İstanbul’un eski ruhunu yavaşça silmiş ama ben bu şehrin hala eski mimari yapılarına hayran bir mimarım.
Yol boyunca her birinin önünden geçerken tek bir soru var kafamda, şehri büyütürken binaları yükseltip yaşam alanlarımızı mı küçültüyoruz? İstanbul birbirini takip eden yüksek binalar ve daracık apartmanların arasında kaybolurken, bizlerde küçük m²’lerin içine sıkışıp kaldık. Yüksek binalarda, küçük m²’ler içinde yaşamak için miydi tüm bu yapılar… İnsanlar 50 m²’lik bir evin içine değil eşyalarını bile sığdıramazken biz onlardan hayatlarını, umutlarını, sevdiklerini nasıl sığdırmalarını bekliyoruz.
Ben bir mimar olarak, fakültede daha ilk yılımızda stüdyo dersinde bize öğretilenleri hatırlıyorum: “Analiz, bağlam, konsept.’’ Hani, her tasarımda bir konsept vardı, bir yaklaşım vardı, bir hikâye arıyorduk? Kullanıcıların ihtiyaçlarına çözüm bulacağız diye konuşmamış mıydık stüdyo dersindeki jüri hocalarımızla. O zaman bu binalar bir mimarın bakış açısının sonucu mu oluşmuştu yoksa bu yapıların yapımında mimarların düşüncelerine önem verilmemesi sonucu mu oluşmuştu. Şehrin silüetine kim sahip çıkacaktı…. Sadece nüfus artışına cevap vermek için mi, şehrin kimliğini kaybettiren yüksek binalar inşa ediliyordu. Şimdi tekrar soruyorum hem şehrin silüetine ihanet edip hem de insanların küçük alanlara sıkıştırmak mıydı modern şehirleşme… Her şeyin daralması, sıkışması…
Yükselmiş binalar arasından kopup değişimi çıplak gözle görmeniz için elinize kahvenizi alın ve İstanbul’un eski sokaklarında sadece birkaç saatliğine dolaşın. O 2-3 katlı, ahşap pencereleriyle, rengarenk camlarıyla, pencereden sarkan begonvilleriyle, zarif cephe işlemeleriyle gördüğümüz yapılar, şimdi yalnızca tarihin derin bir parçası mı? Yoksa o eski yapıların, şehrin kaybetmeye başladığımız gerçek ruhunun izleri mi diye kendinize sorun…